Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


KALBİMDE YAŞIYOR HÂLÂ


Özel -1

KALBİMDE YAŞIYOR HÂLÂ

 

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz

Rivayet sanılır belki.

Ahmet Ârif

Kimi insan vardır ki, görmesek de yıllarca, duymasak da sesini, gitmez gözümüzün önünden hiç. Çakılıp kalmıştır çünkübeynimizde güler yüzlü.

“Kalbinin aynasıdır; yüzü ve gözü insanın.” denir ya, o güzel ve özel insanlarda apaçık görülür bu. Arayıp tarasak da günlerce, bulamayız kalplerinde en küçük bir kir ve kötülük.

Kin ve nefret ne gezer; sevgiyle dolu olan bir yerde! Bulamazlar ki, barınacak bir yer orada.

“Ya!..  Var mı öyle tanıdığın bir insan?”  diye mi sorarsınız?

Evet, var elbet… Bir değil birçok hem de…

Bakmayın siz gazete, radyo ve televizyonların kötü haberlerle dolup taştığına.  Çok iyi bilir ki onlar, ”Köpek insanı ısırırsa değil, insan köpeği ısırırsa haberdir.”

Sözgelişi yüz binlerce taşıt kaza yapmadan gider gelir de her gün, hiçbiri haber olmaz. Nedense iyi, güzel, hoş haberler pek fazla ilgilendirmez insanları.

“Yakından tanıyıp sevdiğin insanlardan hiç değilse birini bize de tanıtır mısın?” derseniz, hayır demem. Memnuniyetle…İşte onlardan biri:

Üç yıl Türkçe ve edebiyat öğretmeni olarak görev yaptım Diyarbakır/ Ergani yakınındaki eski bir “Köy Enstitüsü” olan Dicle İlköğretmen Okulu’ndan 1964-1965 ders yılı başladıktan bir ay sonra, Ankara yakınındaki Hasanoğlan Atatürk İlköğretmen Okulu’na atanmıştım.

Emri imzaladıktan bir süre sonra,Dicleli sevgili öğrencilerim ve değerli öğretmen arkadaşlarıma veda edip bindim Ergani İstasyonu’ndan trene. (Aslında Nâzım Hikmet gibi “tiren” yazmak daha doğru bence de. Öyle okuyor, öyle söylüyoruz çünkü. Bizim dil bilginlerimiz neden ille de “tren” yazmamızı şart koşarlar, bilmem.)

Hasanoğlan İstasyonuna gelince ertesi gün, bavulumu alıp indim trenden.Dicle gibi Hasanoğlan da çok yakındı istasyona. Yürüyüp çıkıverdim, birkaç dakikalık yokuşu.

Hiç ummadığım bir durumla karşılaştım, yeni atandığım okulda:

Aksu İlköğretmen Okulu’ndan meslek dersleri öğretmenlerimŞenay Can ile eşi Rıfkı Can da oradaydılar; Türkçe öğretmenim Naciye Aybastı ve eşi beden eğitimi öğretmenim Osman Aybastı da… Dahası var: İş bilgisi öğretmenimMusa Okay ile eşi uygulama ilkokulu öğretmenim Mürüvet Okay ve tarım öğretmenim Ahmet Tuncer de…

Aklımın köşesinden geçmezdi böyle bir olasılık.Hepsi de çok sevdiğim öğretmenlerimdi. Saygıyla öptüm ellerinden. Ne mutluydum ki, onlar da ilgi ve sevgilerini hiç esirgemediler benden.

Göreve başladıktan birkaç ay sonra fark ettim ki, Aksu’daki öğretmenlerim dışında birkaç öğretmen daha vardı; bana sevgiyle yaklaşan.Onlardan biri müzik öğretmeni Osman Işık, biri tarım öğretmeni İhsan Aksu, biri de resim öğretmeni Himmet Şahin’di.

İlk ikisini başka bir güne bırakalım da, Himmet Şahin’den söz edeyim, ben bugün size:

Bu okuldaki neredeyse tüm öğretmenler gibi bu meslektaş âbimle de yaş farkı vardı aramızda. O evli ve aslan gibi dört oğlan babası... Bense henüz yirmili yaşların ilk yarısında bekâr bir delikanlı…

Ne zaman, “Günaydın Himmet Bey, iyi günler!” diyecek olsam, memnuniyetle alırdı selamımı. Sadece almakla kalmaz, üstüne üç-beş sevgi sözcüğü ekleyerek geri verirdi.

Öylesine tertemiz bir kalbi vardı ki, yalnızca güler yüzü, tatlı diline değil, sesine de yansırdı o güzellik. Bir gün gelip koluma girerek, “Gel biraz yürüyelim seninle” dedikten hemen sonra:

“Biliyor musun, her geçen gün daha çok takdir ediyorum seni.”demesin mi?

“Niçin sevgili öğretmenim? Ne yapıyorum ki ben?” diye sorunca:

“Birkaç gün önceki öğretmenler kurulunda yaptığın, kimi öğretmen ve idarecilerin öğrencilerimize karşı sert ve haşin, dahası kaba davranışlarını açıkça eleştirdiğin konuşmayı dinlerken yüreğimin yağ bağladı. Kalkıp alnından öpmek istedim seni ama yapamadım. Pek çok arkadaş,‘Kim bu? Dünkü çocuk… Onun yaşı kadar dirsek çürütmüşüz biz bu meslekte. Bunu bile anlamayıp ders vermeye kalkıyor bize.’ diye ateş püskürdüler ama başta Musa Okay öğretmenle ben, hem düşünceni takdir ettik, hem cesaretini…” demişti.

İşte o gün, iyice kaynadı kanım bu öğretmene. Ve şöyle bitirmişti sözünü:

Öyle uyarıcı bir konuşmayı yaşça başça bizden büyük olan müdürümüz Nâzım Esen’den beklerdim ben ama ne yazık ki, bu taraklarda bezi yok hiç onun.”

Bu söyleşimizden sonra, şunu daha iyi anladım ki, Himmet Şahin öğretmen, gerçekten çok seviyordu mesleğini ve öğrencilerini. Öğrenciler de onu seviyorlardı elbet. Seven sevilmez mi hiç?

1964’te Hasanoğlan’da sanıyorum, tek bekâr öğretmen bendim; desem yanlış olur; zira iki bayan beden eğitimi öğretmeni Yıldız Hanım ve Hidayet Hanım gibi edebiyat öğretmeni Meral Garan da bekârdı. Onlar birlikte mi kalıyorlardı bir lojmanda bilmem de, bekârım diye lojman verilmemişti bana. Öğretmenler lokaline bitişik “misafirhane” denen binanın bir odasında kalıyordum ben.

Derslerine girmediğim halde beşinci sınıf öğrencilerimizden İbrahim Kaypakkaya, Murat Ali Kiremitçi, Eser Beller ve Ömer Karabulut gelirlerdi ziyaretime sık sık. Daha çok onlar anlatır, ben dinlerdim. Dördü de okuyan, eli kalem tutan ve sorup soruşturan meraklı gençlerdi.

Ara sıra gelenler arasında İsmail Çobanile müdürümüzün oğlu Deniz Esen de vardı. Bu zeki gençler davranışlarını çok yanlış buldukları kimi öğretmenlerin aksine başta Musa Okay, Osman Işık ve Ahmet Tuncer olmak üzere Himmet Şahin öğretmeni de çok sevdiklerini anlatırlardı bana.

O ders yılı sonunda öğretmenler kurulu kararı ile Yüksek Öğretmen Okulu’na seçilen dört öğrenciden ikisi İbrahim Kaypakkaya ile Ömer Karabulutolmuştu.

İbrahim Kaypakkaya, İstanbul Yüksek ÖğretmenOkulu’nda okurken, Deniz Gezmiş gibi sevilen bir öğrenci lideri idi. Her akıllı insan gibi, çok zeki gençler de korkutmuştur hep bizim yöneticilerimizi. Acımadan nasıl kıymışsak Deniz Gezmiş’imize, maalesef İbrahim Kaypakkaya’ya da hiç acımayıp cesedini teslim ettik ailesine.Ne zaman adı anılsa Kaypakkaya’nın, gülümseyen yüzü gelir gözümün önüne de“cıızzzzz!” eder yüreğim hep. Murat Ali Kiremitçi, emekli öğretmen olarak memleketi Ilgaz’da…Ressam Profesör İsmail Çoban yıllardır Almanya’da… İstanbul/Avcılar Lisesi öğretmeni Ömer Karabulut, erken göçüp gitti nedense.

Eser Beller ve Deniz Esen nerededirler,  bilmem.

Dört oğlu vardı ya Himmet Şahin öğretmenin… En büyüğü Râsim, yıllardır Amerika’da… Gelip gittiği de yokmuş,kimseyi arayıp sorduğu da… Kim, niçin darılttı onu acaba?

İkinci oğlu Rûhi, Antalya’da matbaacı… Güzel haberler vererek sevindirir bazen beni.

Üçüncü oğlu Mehmet, emekli öğretmen, Ankara’da…  Ve 1965’lerde 3 - 4 yaşlarında olan en küçük oğlu Turhan, Manisa Celal Bayar ÜniversitesiTıp Fakültesi Dermatoloji Bölümünde profesör…

Himmet Bey, 2000’li yılların başlarında kaybetti sevgili eşini. Evlenmedi bir daha. Her telefon edişimde ya Antalya, ya İzmir-Manisa, ya da Ankara’da olurdu; çocuklarının yanında.

 

Bel fıtığından ameliyat olduğum günlerde, yayınevinde beni arayıp soran bir dostum olduğunu haber verdi, çalışan genç arkadaşlar. Telefonda, “Merhaba Erkan!” diyenin Himmet Şahin olduğunu tanımaz olur muyum sesinden.

Yüz yüze görüşmeyeli 40-45 yıl geçtiği halde İstanbul’a gelip yayınevimizi bulan ama beni bulamayan sevgili dost ağabeyim Himmet Şahin’di telefondaki.Ne çok üzüldüm, iş yerinde olamayışıma o gün.

“Üzülme, buradaki gençler güler yüzle çok iyi karşıladılar beni. Bol bol izzet ikramda bulundular. Önemli olan senin sağlığın… Bakarsın, karşılaşırız bir gün yine.” diyerek o teselli etti beni.

Ne yazık ki, böyle bir fırsat geçmedi elimize bir daha. 2019’da 2-3 yıl kalmışken 100 yaşını devirmeye göçüp gitti öteki dünyaya o da.

Yukarıda adlarını sevgi ve saygıyla andığım değerli öğretmenlerim gibi, Himmet Şahin öğretmen de gönlümde, kalbimde yaşıyor hâlâ.

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92