ALİ TAŞ ADN.


“KAÇ İNSANI YAŞADIM”-1 (*)


Editörlüğünü Berin Taş’ın yaptığı, Yazar-Yönetmen “Cengiz Gündoğdu’nun 75. Yaşına Armağan” olarak yayınlanan “Kaç İnsan Yaşadım” adlı kalın oylumlu kitapta Betül Çotuksöken, Temel Demirer, Mustafa Günay, Özgüç Güven, İzzettin Önder, Coşkun Özdemir, Ömer Naci Soykan, felsefe; Adem Birisi, Cem Çomunoğlu, Ergün Özütemiz, bilim; Neşe Baştürk, Hüseyin Şahin, Alper Yavuz, estetik; Hasan Akarsu, Mustafa Özmen, Deniz Saraç, Tahir Şilkan, Berin Taş, İbrahim Tığ, Yazınsal İlişkiler; Zeynep Alpaslan, Recep Çitikbel, Rahime Henden, Ramazan Oktay, Meryem Fehime Oruç, Mürşide Uysal, Aylin Yıldız, şiir; Kemal Ateş, Güldane Bulut, Nil Çomunoğlu, Sadife İlen, Remzi İnanç, Kevser İntepe, Mehmet Karakelle, Korkut Köseoğlu, Asım Öztürk, Adnan Özyalçıner, Mustafa Tabak, Dursun Yiğit, Cafer Yıldırm, Dilek Yılmaz, Mürüvet Yılmaz, Şermin Yılmaz, Özden Yurdal, deneme; Mehmet Aslan, İlke Bereketli, Neriman Çelik, Baha Çıtakoğlu, Yusuf Çotuksöken, Soner Karakoç, Sibel Özbudun, Adnan Öztel, Ahmet Say, Öner Yağcı, Merdan Yanardağ, Gülay Yeşilipek, inceleme; Leyla Civil Aslan, Nurşen Aydoğan, Niyazi Çalı, Süheyla Ekemen, Satı İlen, Müslüm Kabadayı, Sevim Kahraman, Sevinç Kırmızıgül Kapıkıran, Hüray Kılıç, Özden Özütemiz ve Fehim Yurdal, öykü türü ürünler konusunda yazmışlar. Sanat Yönetmeni olarak, kitabın girişinde ilk yazısı bulunan Cengiz Gündoğdu, Varlık’da Ekim 1989’da yayınlanan “Kaç İnsanı Yaşadım” (s.I-VI) isimli kapak yazısı yer alıyor… Karadeniz dolaylarından (Maçka olabilir) “Sen yağmur ol ben bulut” adlı türküyle giriş yaptığı yazısında, yazar duyarlılığından kaynaklanan genel bir tavırdan söz ediyor. “Talepçilik”, “Dilsiz”, “Utana Utana”, “Beş Metrelik Direk”, “Yol Arkadaşlarım”, “Bakış Açısı”,”Sorular”, “Sevgili Karakterim” ve “Kaç İnsanı Yaşadım” ara başlıklarıyla süren yazısında; ödül ve star sistemi üzerine eleştirilerini sürdürürken; “Söyledim. Bir kez söylüyorum. Ben hissedenlerin yazarıyım. Geldim işte. Yeniden yaşamayı insanı… sizi. (s.6) “Sunuş” adlı giriş yazısında ise, ilk gençlik yıllarında tanıştığı Cengiz Gündoğdu’dan söz ederken, yazarın İnsancıl dergisin sürekli yazdığı bölüm olan “Yıldız Güncesi”nin yaşamındaki yol göstericiliğine değinir. “Sanatta Star Sistem,”, “İnsancıl Dergisi ve İnsancıl Atölyesi”nden söz eden Neşe Baştürk; onun, “insana borcumuz var” sözünün altını çizerek, yaklaşım ve duyarlılığını vurgular.
Şimdi tabii felsefe ve bilim, alanımız dışında olan bir şey. Konusunda yetkin olan felsefeci ve bilim adamlarının yaptığı çalışmaları saygıyla karşılamanın yanı sıra; derinleştikleri bu alanlarıyla ilgili olarak bir değerlendirme yapma konumunda değiliz. Bizim çabamız, merak, yararlanma, o güzelliklerden toparlayabildiğimiz yararlı vurguları insanlara ulaştırabilme. Sonuçta alanımız edebiyat, özellikle de şiir… Onun dışına çıkmayı düşünmüyoruz. Fakat üstat Cengiz Bey’in derinlikli kitaplarıyla zaman zaman, o sözünü ettiğim taramalarla biraz biraz yol aldığımız oluyor. Sanat ve edebiyat dışındaki naçizane yazılarımı bu bağlamda hoş görünün ellerine teslim ediyorum…
*FELSEFE
Betül Çotuksöken, “İnsan-Dünya İlişkisi İçin Francıs Bacon’ı Yeniden Okumak” (s.1-5) adlı yazısında Bacon/İnsan ilişkisi konusunda değinir… Bacon’u örnek veren Çotuksöken, “…Bacon bize bir düşünme, bir bilme ve bir yaşama çerçevesi sunmaktadır…” (s.2) derken, (s.2). Bacon’un, bu sunuda, insana getirdiği yoruma da dikkat çeker ve onun, insanı arada bir varlık olarak tanımlamasının altını çizer. Aydınlatıcı görüşün başlatıcısı olan Bacon’la, diğer bir aydınlatıcı Kant’dan söz ederken; “…Bacon, aklın araçsal ve pratik kullanımı konusunda Kant için yol açıcı olmuştur.” İfadesine yer verir. Bacon’un bilimsel bilginin gelişmesi dışındaki, Montaigne’nın denemelerinden farklı olarak, Bacon’un tümevarımcı denemelerine de gönderme yapar.
İlk çağ felsefecileri mutluluk felsefesi çizgisinde olan, isimsiz köle Epiktetos’u “Epiktetos Dersleri”(s.6-10) adlı yazısında Temel Demirer; Epiktetetos’un eseri olmamasına karşın öğrencisi İzmitli Finvius Arrianus’un, onun öğretilerini “Düşünceler-El Kitabı” başlığı altında topladığı sekiz eserinden dördünün günümüze kadar geldiğini; Epiktetos’un yapıtlarındaki ana hatların güvenmek, vicdanın sesini dinlemek ve insanların kardeşçe yaşamak esasına dayandığını vurgulamaktadır.(s.7)
“Felsefe Tarihi Eğitiminde Amaç ve Yöntem Sorunu” (s.11-25) adlı yazısında Mustafa Günay; felsefe eğitiminin sorunları çerçevesinde, felsefe tarihi eğitiminin gerekliliği ve karşılaşılan bazı sorunlar üzerinde durulacağına değinir.(s.11) “…felsefenin; din, bilim, sanat, siyaset vb. toplumsal-kültürel unsurlarla birlikte var olduğundan, felsefenin tek başına öğretilmesinin olanaksızlığı üzerinde durur.(s.13) Felsefe öğrencisinin felsefe kültürüyle birlikte felsefi bir bakış açısının olması gerektiğinden söz eden Günay; felsefe eğitiminin de felsefe bilincinin eğitimi olduğunun altını çizerken (s.15-118); Özgüç Güven, “Einstein, Görelilik ve Kant” (s.26-36) adlı yazısında “…felsefede Kopernikuscu devrim gerçekleştirdiğini belirten Kantın uzay ve zaman anlayışını, Einstein’in özel ve genel görelilik kuramları çerçevesinde değerlendirir…”(s.26)“Örtülü Zulüm: Yabancılaşma” (s.37-42 adlı yazıda ise İzzettin Önder; yabancılaşmayı örtülü zulüm olarak tanımlamanın yanı sıra; insanın bilinçsel narkoz altında etkisi altında köleleştirmesi olarak da vurgularken (s.39); Prof. Dr. Coşkun Özdemir, “Atatürk bir mucizedir, uzaydan geldiğine inananlar var…”(s.42) diyerek başladığı “Aydınlanma” (s.41-42) adlı yazısında, “…Anadolu’ya geçtiğinde ordudan önce meclis kurmayı düşünmüştür…” der. 1924’de İstanbul basının Cumhuriyet’i benimsememesi nedeniyle, Yunus Nadi’den Yeni Gün gazetesini Cumhuriyet adı ile İstanbul’a taşımasını istediğini belirten Özdemir; Atatürk öncülüğünde Cumhuriyet’in en büyük devriminin aydınlanma olduğunu dile getirir. “Demokrasinin Açmazları Üstüne” (s.43-55) adlı yazısında Ömer Naci Soykan ise Demokrasi konusunda, “Temsilin doğru olması için istencin özgür olması gerektiğine dayanarak, “özgür istenç” üzerinde dururken; “…çevre kirlenmesi bu hızla sürerse, dünyanın iki bin sekiz yüzlü yıllarda bir çöp yığını hâline geleceği uyarsında bulunmaktadır. (s.44-54)
*BİLİM
Adem Birisi’nin “Evren Tasarımının Taslağı” (s.59-82) adlı uzun yazıda evrenin doğuşu ve sonrasına yönelik yaptığı araştırmada, bugünkü gözlemlenebilen evrenimizde, iki yüz milyarı aşkın gökada bulunduğunu belirtiyor (s.60). “Şimdiki evrenimizin yüzde dördünün (% 4) içindeki maddenin % 74,50’si hidrojen, % 23,80’ihelyum ve % 1.70’i ise diğer atomlardan oluşuyor…” (s.61) diyen Adem Birisi; uzun ve detaylı makalesinde, bilimsel anlamda evrenin tarihini incelerken; gezegenlerden, yapay zekâdan, insandan ve yaşamdan, 65 milyon önceki kitlesel yok oluştan söz etmektedir.
Cem Çomunoğlu, “Evrensel İnsan ve Bilimin Yol Göstericiliği”(s.83/84) adlı yazısında, aynı gerçeğe, başka başka araçlarla da olsa iki ayrı yoldan gidildiğini belirtip, dinle, bilimin/felsefenin aynı gerçeğe ulaşabileceğini dile getirmiş.’ İbn Rüşd, felsefe ve dini birbirine yaklaştırmaya çalışırken felsefi akıl yürütmenin daha üstün olduğunu da belirtir…”(s.83) Çomanoğlu, düşünceleri yüzünden, yaşadığı Cordoba’dan sürülen, kitapları yakılan fakat rönesansın başlamasına da neden olan İbn Rüşd’den 800 yıl sonra, Atatürk’ün bilimi üstün kılan:”Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”sözünü dediğinin altını çizmektedir.
Ergün Özütemiz’in yazısı “Evrim Kuramı Üzerine Birkaç Değini” (s.83-91) başlığını taşımaktadır… “Sözgelimi evrenin sonsuz olduğunu ileri süren Bruno diri diri yakılmıştır. Dünyanın durağan olmadığını, döndüğünü, üstelik güneşin çevresinde döndüğünü savunan Galilei, kilise yetkelerince yargılanmış, susmaya zorlanmıştır. Benzer baskıları sürekli ensesinde duyumsayan Charles Darwin, yapıtını yayınlamak için 20-21 yıl beklemiştir…/…/...Gelgelelim meslektaşı Alfred Russel Wallace’ın da kendisiyle temelde ayn sonuçlara varan bir görüş ortaya atıp yayınlatacağını öğrenince, kitabına karar verdi”ğini sözlerine eklemektedir. (s.85)
*ESTETİK
Neşe Baştürk, “Georg Lukacs’ın Estetik Kuramı Çerçevesinde Nebojsa Bradic’in ‘Derviş ve Ölüm’ Adlı Oyununun İncelenmesi” (s.95/107) adlı yazısında, 20. yy. eleştirel kuramcılarından olan Georg Lukacs’ın, Marksist görüş açısıyla oluşturmaya çalıştığı eleştirel kuramı doğrultusunda Nebojsa Bradic’in ‘Derviş ve Ölüm’ adlı oyunu; “Giriş”, “Gerçekçilik”, “Toplumsal Çözümleme”, “Estetik Yansıtma”, “Türsel Bilinç”, “Perspektif”, “Nesnelerin Birliği/Bütünsellik”, “Tipik/Karakter”, “Nesnellik”, “Derviş ve Ölüm”, “Oyun Kişileri”, “Dönem Çözümlenmesi” ve sonuç bölümleriyle detaylı olarak incelenmiş… “Bu kişilerin insan olarak anlamları, kendilerinin özgül bireysellikleri, içinde yaratılmış oldukları ortamdan ayrılamaz” dayanağıyla, “…Toplumsal çözümleme yapabilen yazar, toplumun çeşitliliğini yapıtında yansıtabileceği gibi, bir tipi mutlaklaştırmayacaktır…”(s.96) kesinliğiyle gerçekçilik olgusunu besleyen Baştürk; yazarın yaşamı bütüncül olarak kavrama gibi Lukacs ilkesini ileri sürerek, öznel bakışın nesnellikle karıştırılmamasının estetik yansıtma konusunda olumluluk olduğu yansıtılıp, önyargılı bir yazarın türsel bilince ulaşamayacağı; toplumculuk perspektifi olan yazarın toplumculuğu içerden yansıtabileceğine değinirken, yazarın yaşamı diyalektik kavramasının öneminden söz eder. “Nesneler Birliği ve Bütünsellik” adına, “gerçekçi yapıtların insanı tinsel açıdan zenginleştireceği…//..”…hepimizin duygu ve düşüncesini bugünkü yoksullaşmadan kurtarabi”…leceği (s.99) gibi bir Lucaks görüşü benimsenirken; dönemin tipik özelliklerini yansıtan karakterlerin kullanılması ve sanatın nesnel gerçekliği yansıtması vurgulanır.
“…genel olarak insana ait özelliklerin insan dışındaki varlıklara yüklenmesi anlamına gelen bir kavram olarak Antik Yunan’da karşımıza çıkar”(s.108) derken Hüseyin Şahin; “Düşüncenin Yüksek Düzeyde Cisimleştirilmesi ve İnsanbiçimcilik” (s.108-111) başlıklı yazısında cisimleştirmeyi de,”Felsefe Sözlüğü”nde, “Tinsel bir varlığın, bir Tanrı’nın canlı bir yaratık kazanması, bir insan şekline tecessüm etmesi” olarak Ahmet Cevizci’nin açıklamasına yer verirken de, insanbiçimciliğin felsefe ve bilimin ilerlemesine engel olduğunu da antiparantez vurgular.
Alper Yavuz, “Sanatta Sahtecilik Üzerine” (s.112-117) adlı yazısında ise sanatta sahtecilik konusunda resimdeki biçem kopyası üzerine ilginç bir resim öyküsü yer alır... Resimde yaratıcılık yetisiyle istediği düzeye gelemeyen Hollandalı ressam Van Meegeren (1889-1947) 17. Yüzyılın büyük ressamı Vermeere aitmiş gibi sahte resimler yapar… Yaptığı resimleri tıpatıp benzeten ve kullandığı teknik ve yöntemlerle resmi örijinali gibi yapan Meegeren; “Emmaus’ta Akşam Yemeği”adlı tabloyu yapar. Bunu yaparken de, “…17. yüzyıl İtalyan ressamı Caravaggio’nun aynı adlı tablosundan konusunu, Vermeer’in “İnci Küpeli Kız” tablosundan ise resim tekniğini ve kimi figürleri alınmasıyla ortaya çıkar…”(s.115) Daha sonra ise dünyaca ünlü Vermeer uzmanı Abraham Bredius’u da resmin özgünlüğü konusunda inandırmasının ardından “…Rottardam’daki Boijmans/van Beuningen Galerisine 520 bin Guilders (bugünkü değeri yaklaşık 4,5 milyon ABD doları) bedelle satar. Sahte resim işine devam eden Van Meergen, “…1943 yılına gelindiğinde bu kez bir başka sahte Vermeer tablosu olan ‘İsa ve Zina Yapan Kadın’ tablosunu… Hitler’in sağ kolu olarak nitelendirilen Hermann Görüng’e satar…”(s.115) savaş bitince de gerçek ortaya çıkar. Hollanda polisi Van Meergen’i bulup yargılar. Vatana ihanet suçundan idam cezası alması karşısında gerçekleri itiraf etse de yine de inandırıcı olmaz ve mahkeme heyetinin gözü önünde bir Vermeer tablosu üretmesi istenince de, 3. Sahte Vermeer tablosu olan “İsa Hekimler Arasında”yı yaparak idam cezası almaktan kurtulur. İşte bu böylesine ustalıkla gerçekleştirilen ilginç bir sahte resim olayı…
*YAZINSAL İLİŞKİLER
Hasan Akarsu, “Mehmet Başaran Kitaplarıyla Yaşıyor” (s.121-13) adlı elş. denemesinde Mehmet Başaran’ın yaşamını ve yapıtlarını irdeliyor… Kepirtepe Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ndeki öğreniminin ardından Antalya Köy Enstitüsü’nde görev aldıktan sonra Yedek Subay Okulundan çavuş olarak ayırdıkları Mehmet Başaran, askerlik sonrası; Balıkesir’e gezici öğretmen olarak atanırken, eşi Hatun Başaran da Havran 8 Eylül İlkokulu’na atanıyor. Burası çok ilginç bir yer tabii… Sanırım 1996 yılında, Akçay’da katıldığım bir festivalde, belediyenin armağan ettiği bir kitaptan da yararlanarak gezi notu yazmıştım. Neydi adı derken kitaplığıma bakıyorum. Oldukça kalın bir kitap, “Adramyttion’dan Efeler Toprağı Edremit’e” adını taşıyor. O kitaptan yazıma giren isimler olmuştu. Edremit Kaymakamı Ömer Bedrettin Uşaklı, Edremit’te kaybettiği kızı için yazdığı “Sarıkız Mermerleri” adlı bir kitabı da bulunmaktadır anımsayabildiğim kadarıyla. Sonra şair Mustafa Seyit Sutüven, Çanakkale Savaşı’nın simgelerinden biri olan Seyit Onbaşı, hani şu 150 kiloluk top mermisini sırtlayıp da topun ağzına sürerek İngiliz gemisisin batmasına neden olan kahraman. Tabii şimdi, doğrusu Hasan Akarsu’nun da yazısından giren bir Sabahattin Ali konusu var. Havran dendiğinde de benim aklıma Halil Soyuer gelir. Bir dönem, Ankara’da edebiyatın, şiirin nabzını elinde tutanlardan biri olan sarı basın kartlı, şair Halil Soyuer (1921-2004) Halkevlerinin yıllarca Dil ve Edebiyat Kolu Başkanlığı’nı yürüten bir şair olarak Yahya Kemal’den Orhan Veli’ye nice yazar ve şairlerle sanat birliktelikleri gerçekleştirmiş. Pulurlu Halk Ozanı Âşık Süleyman’ın da yeğeni olan Halil Soyuer’in 20’yi aşkın yapıtı yayınlanmış. “Liman” adlı bir edebiyat dergisini 14 sayı çıkaran Soyuer’in şiirleri “Yedigün”, “Çınaraltı” gibi dergilerde yayınlanmış. Kou, Başaranlar’dan buraya sıçradı… İşte böyle bir yere atamaları oluyor. Hatun Başaran’ın öğretmenlik yaptığı köyde bugün Tahtakuşlar Etnoğrafya Galerisi bulunmaktadır. Başaran’ların öğretmen olduğu yıllarda, ülkemizin eğitim ve uygarlığına çok önemli katkılar yapacak olan Köy Enstitüleri suçlanarak saldırılmaya başlanır. Bu suçlamalar furyasının sonucu olarak Köy Enstitüsü iktidar değişikliğiyle birlikte DP tarafından kapatılıyor. (s.121-125) Mehmet Başaran’a dönünce… TÖS oluşumunda emeği geçenlerden ve Türkçe konusundaki duyarlılığından söz ediliyor. ”Halk Eğitimi ve Folklor Bölümü”nde Eflatun Cem Güney’le de çalışan Mehmet Başaran’ın, yazar Hasan Akarsu tarafından; “Aç Harmanı”, “Yuh Olsun Topunuza”, “Özgürleşme Eylemi: Köy Enstitüleri” ve “Yasaklı” adlı yapıtları inceleniyor. Hasan Akarsu, Köy Enstitülü Türkçe Öğretmeni Mehmet Başaran’ın yaşam boyu çektiği sıkıntıları anlatır. Şair Mehmet Başaran’ı “Sorgucular” adlı şiirinden bazı dizelerle analım…
Bir gün Narlı bir gün Şapçı
Bir gün Kocadağ bir gün Biller
Uykusuz gözler gibi
Issızlığı öğretmen odalarının
Dolaşır durur Gezici Başöğretmen
Dolaşır durur yanında
İmrallı Adamı Ökkeş, İnegöllü Remzi
Lo lo looo
Görünmez dikenleriyle Pirenlik kırı
***
Dayan Koca Seyit dayan
Zeytinler narlar dikmiş
Yayaköy’de Refik Cevahir
Bunlar açacak diyor
***
“Manifesto okutuluyor muydu Enstitülerde
Belletiliyor muydu Nazım’ın şiirleri
Sık sık gelir miydi Hasanoğlan’a
Sabahattin Ali?
Toplayıp açık hava tiyatrosuna
Tonguç size neler demişti?...”
***
Kimliğim mi? Türkiye dedim
Doğumum mu? 17 Nisan
Sorun beni Bedreddin’den Yunus’tan
Karacaoğlan emmimdir
Dedem Pir Sultan
Yolum Tonguç’un yolu
“Kemal Özer İle ‘Yükümlülük Üstlenmek” (s.135-140) adlı yazı Mustafa Özmen’e ait.. Kemal Özer’in şiir seyrine değinen Özmen; ülkenin akışına koşut, Özer’in şiir yolunu özetler. Kemal Özer’in, Marko Paşa’dan, Sait Faik’in “Lüzumsu Adam”ına, sanatının denek taşları olarak değinen Özmen; Özer’in İkinci Yeni geçmişini 27 Mayıs’la aştığına değinip, onun “Kavganın Yüreği” (1973) adlı yapıtıyla toplumcu gerçekçilik yolunda yeni bir hız aldığına dair bakışı için, sözü ona verir: ”Yaşama bakışım, dünyayı kavrayışım, onu artık sürekli bir kavga olarak nitelediğimi özetliyor. Şiir de bu kavganın bilincini vermekle yükümlü olmalı.”(s.139)
Deniz Saraç, “”Cebeli Atlas’tan Yükselen Bir Kadın: ”Djamila Bouhired (Cemile Buhayrad)” (s.141-142) başlıklı yazısında, sömürgesi olduğu Fransa’ya karşı direnen Cezayir’in özgürlük savaşımcısı Cemile Buhayrad’e yer verir… Cezayir’de, gittiği Fransız okulunda “Annemiz Fransa” andı okunurken, ceza alsa da bildiğinden şaşmaz “Annemiz Cezayir” demeyi sürdürür. Yirmi bir yaşında ülkesinin özgürlüğü için çalışan FLN’e katılır. Üç yıl sonra yakalandığında ağır işkencelere uğrar, tecavüz edilir; işkence aralarında, yapıla idamlar seyrettirilir. Bir Fransız lokantasını bombalattığı suçlamasıyla hakkında dava açılarak 7 Mart 1958 tarihinde uygulanmak üzere idamına karar verilir. (s.143) Adı, Avukatı, “Şeytanın Avukatı” denilen Jacque Verges’dir. Verges, Cemile’nin yargılandığı “…Bouhired davasını Fransız sömürgeciliğinin tartışıldığı bir ortama…” çevirir. Medya gündemine giren ve Simon de Beauvoir ve Franççaise Sagan gibi ünlü Fransız yazarlar de bu kampanyaya destek…”olurlar ve Simon de Beauvoir davayı eleştiren ağır bir eleştirisi yazısı yazar. Le Moınde’de yayınlanan yazı ertesi gün Cezayir’de toplatıldığında, gazetenin sorumlu yönetmeni Gauthier, Simon’a: ”Bir yazı yazdınız 400 bin frank kaybettik” diye azarlar. Ses getiren bu olay sonrasında, yargıç ve savcılardan gelen bir gizli öneride, sahte raporla aklını yitirildiğine dair verilen rapor sonrasında serbest bırakılacağı belirtilse de, Cemile bunu reddeder. Gelişen olaylar sürecinde, mutlu sona gelinir… 1954’de başlayan Cezayir halkının ayaklanması 1962’de sona erer. Fransız seçmenler 1961 Haziran’ında yapılan halkoylamasında % 91 oy oranıyla Cezayir’in bağımsızlığı kabul edilir. Cezayir’de 1 Temmuz 1962’de yapılan halk oylamasında 16.534 hayır oyuna karşılık 5.975.581 oyla Cezayir’in bağımsızlığı kabul edilir. Bağımsızlıktan birkaç ay önce hapisten çıkan Cemile, avukatı Jacque Verges ile evlenir. Bağımsızlık sonrası Cezayir Kadın Birliği’nin başkanı olsa da, ülkesindeki iktidarların uygulamalarını ütopyasından uzak bulduğu için siyasetten çekilir. İşte böyle bir yurtseverlik öyküsüdür idealist Cemile’nin öyküsü. (s.142)
“…Güneş bütün gücüyle ışıldıyordu. Eve dönerken birden kendi gölgemi fark ettiğim gibi şimdiki savaşın ardında önceki savaşın gölgesini gördüm… Sonuç olarak her gölge, ışığın bir çocuğudur ve sadece aydınlığın ve karanlığı, savaşı ve barışı, yükseliş ve çöküşü gören kişi hayatı gerçekten yaşamış sayılır…”(s.152)
Tahir Şilkan’ın, “Gerçek Bir Avrupalı: İnsanlığın Büyük Yazıcısı Stefan Zweig’i (s.143-152) anlattığı yazının duyusal vurgusuyla girmeli yazıyla. Kendisini Avustralyalı, Yahudi, yazar, hümanist, barış yanlısı olarak tanımlayıp, bir anlatıcı olarak doğruluk ve tarafsızlıktan ayrılmadığı vurgulanır Stefan Zweig’in. “Dünün Dünyası-Bir Avrupalının Anıları” adlı monografik kitabının yanı sıra; “Clarisa”, “Can Çekişen Barış”, “İnsanlığının Yıldızının Parladığı Anlar”, “Rotterdamlı Erasmus”, “Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castella Calvin’e”, “Değişim Rüzgârı”, “Dostlarla Mektuplaşmalar” adlı kitapları hakkında notlar verir. Yazarların yapıtlarının müsveddelerini toplayan Stefan Zweig’in, dünyadaki en geniş el yazma (otografi) koleksiyonuna sahip yazarların başında geldiği yer alır. Kendisinden, yapacağı bir seçki için “Bilinmeyen Kadının Öyküsü”nü isteyen, daha sonra ölene kadar dost olduğu Maksim Gorki’ye yazdığı mektupla bir yapıtının müsveddesini ister:”…genç kızlar gibi imza değil, sadece çok sevdiğim yazarları daha iyi kavrayabilmek için yazarlarının eserlerinin müsveddelerini topluyorum. Eğer beni sevindirmek istiyorsanız eserlerinizin müsveddelerinden birkaç sayfa yollayabilirsiniz. Dostoyevski’nin Ezilmişler ve Aşağılanmışlar ile Tolstoy’un Kroyçer Sonatı’ndan ikişer bölümün müsveddeleri koleksiyonumda. Her ikisini de savaştan önce çok para karşılığında elde edebilmiştim. Ne kadar mutlu olurdum, sizin elinizden çıkmış birkaç sayfayı da onların yanına koyabilseydim…”(s.149)
Salzburg’da kitapları yakılan, savaş ve faşizmin Avrupa’yı yaşanmaz hâle getirdiğinden en kaçışıyla, bir Yahudi olan, İngiltere, Fransa, Amerika ve Brezilya’ya iltica eder. Stefan Zweig, ikinci eşi Lotteile birlikte 22 Şubat 1942’de intihar ederler. İntihar gerekçeleri arasında Balzac adlı yapıtını tamamlayabilmek için gelmemiş olması ile bombardımanda zarar gören el yazması koleksiyonu olduğunu belirtiyor Tahir Şilkan. El yazması koleksiyonundan yüz tanesini Avusturya Milli Kütüphanesi’ne bağışlayan Stefian Zweig, intihar ederken, ilk karısı Friderike’ye yazdığı mektuptur: “Petropolis (Brezilya’da son yaşadığı şehir) çok hoşuma gitti; fakat ihtiyacım olan kitaplarım yoktu ve ilk bakışta sakinleştirici etkisi olan yalnızlık beni dibe doğru çekmeye başladı; odak noktam olan eserim Balzac’ı iki yıllık huzur dolu bir yaşam ve tüm kitaplarım olmadan bitiremeyeceğimi düşüncesi çok ağır geldi. Birde doruk noktasına ulaşmayan şu savaş.”(s.152)
Berrin Taş, “Balzac” (s.153-165) adlı yazısını Cengiz Gündoğdu’ya adar… “…aristokratlarla burjuvalar arasından kendi yaşam yolunu bulmak için…” (s.153) yaptığı çırpınışla, “…Yaklaşık otuz yaşlarındayken Balzac bir gün dünyaya, adının Honere Balzac değil, Honore de Balzac olduğunu öne sürer”ki (s.153), bir soyluluk ünvanı olmamasına karşın sonraki kuşaklar onun isteğine uymuş onu Honere de Balzac olarak anmıştır. ‘de’ aristokratlığın simgesidir.”(s.153-154)
Balzac’ın yazarlığı, tıpkı büyük yazarlarda olduğu gibi umut edilmeyen bir biçimde gelişmeyle olur… Ünlü bir yazar olacağına inanmaktadır. Doğduğundan beri evinden ve ailesinden uzak kalan Balzac’ın, bunu her zaman duyumsayan sevgi yoksunu bir insan olduğu görülüyor. Stefan Zweig’in değindiğine göre, romanına da bu karakter yansımaktadır: “Oratoryen rahiplerinin okulundan birdenbire ayrılmasının ardından, on dört yaşındaki Balzac doğduğundan beri anne babasının evini ilk kez görür. “Bu süreçte, onu meslek sahibi yapmak isteyen ailesine karşı gelerek yazar olmak ister (s.157) Ölümsüzlüğü yakalayan bir yazar olmasına karşılık, iki yıl boyunca ayda 120 Frank bir yardım verileceğine dair babasıyla anlaşma yapar (1820). Annesi, başarısız olup da, geleceği yönünden diledikleri çizgiye gelsin diye, Paris’in varoşlarındaki en kötü evi kiralamaya çalışır.
Yazar Balzac’ın Augeste Le Poitevin ve L’Egreville gibi takma adlarla para kazanmak için romanlar yazmıştır. ‘Roman Fabrikası’ adını verdikleri çabucak yazılıp baskıya yetiştirilen bu romanlar 1821-1825 yılları arasında yazılmıştır… “(s.154) Fakat her şeye rağmen ticari hayatta başarısız olduğunda intiharı düşündüğü belirtilen Balzac için 1825 bir umutlu başlangıç olur… Madam de Berny’den aldığı borç parayla ortaklı olarak kurdukları yayınevi, sonrasında da matbaa, hurufat dökümhanesi açma işleri 100 bin Franklık borç ve hacizle sonlanır.”…Borçlarından dolayı saklanmak için kiraladığı evlerde yaşamak durumunda kalmıştır.. İlk romanı “Şuanlar” (1830) yayınlandığında da, tanınsa da ekonomik bir gelişme sağlanmaz. Balzac öldüğünde “Bazlac’ın alacaklılarından kurtulduğu yerdir mezarlık.”(s.158) Bazlac’ın tabutunu taşıyanlar arasında Victor Hugo, Alexander Dumas, Saint Beuve ve Bakan Baroche de vardır. İşte böyle bir hikâyedir Balzac’ın yaşamı.
İbrahim Tığ, “Cesaret ve Başkaldırının Yazarı: Kerim Korcan” (s.160-171) adlı yazsında gölgede kalan bir yazarı gün ışığına çıkarır. Ve inanın ki, yazıya girmeden, “gölgede kalan bir yazar…” imgesi çağrıştı ben de. Yazının hemen başında ise yazar tarafından bu konu da vurgu yapılıyor: Türk Edebiyatında gölgede kalan isimlerden biri olan Kerim Korcan aramızdan ayrılalı 27 yıl oldu.” (3 Aralık 1918-9 Kasım 1990) Yoksul bir saat tamircisisin oğlu olarak sürdürdüğü öğrenimini dördüncü sınıfta bırakmak zorunda kalır. Komünistlik suçlamasıyla yargılandığı Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından 12 yıl cezaya çarptırılır. “Tatar Ramazan”, “Linç” gibi sinemaya da yansıyan romanların yanı sıra; “İdamlık”, “Ateşten Köprü”, Harbiye Kazanı”, “Patrona”, “Ter Adamlar, “Dimitrof Geçiyor” (roman); “Canlı Bayraktar” Ölüm Pusuda” (öykü), “Acılar Çemberi”, “Capon” (çocuk romanı) ve “Ey Gaziler” (şiir) adlı yapıtları bulunan Kerim Korcan; 12 yıl hapislik ve ardından askerlik sonrasında yerleştiği İstanbul’da marangozluk yaparak yaşamını sürdürür.. Onun “Devrek” adlı şiirinin girişi öyledir:
Arkadaş
İki yıl olmazsa
Bak sen de bu yaban ilin malısın
Kurtar yüreciğini gönül yarasından
Tefen yolundan gelirken
Şöyle başını kaldır da bak
Bembeyaz minareler görünür
Ağaçlar arasından
Kazkondu dağı
Baş vermiş göğe
Bir yanda mağrur
Onun sağında fıkara dükkânları
… (Devrek 1948-s170)

*(Kaç İnsan Yaşadım/Derleme/Berrin Taş/Nisan 2018/384 sayfa)

YAZARLAR

  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9716,77%-0,05
  • DOLAR

    32,47% -0,17
  • EURO

    34,91% 0,40
  • GRAM ALTIN

    2434,93% 0,50
  • Ç. ALTIN

    3991,84% -0,04