Mehmet BABACAN, Eğitimci- Yazar ve Şair


KABADAYI


 Durmuş Ali emminin lâkabı  “Kabadayı” idi.

     Niye böyle dediklerini bilmiyorum.

     Belki de çok seyrek duyulan söylemini etki altında kalmadan, hiç bir şeyden korkmadan, düpedüz söyleyiverişi yüzündendi.

     Eğer kabadayılık söyleminde bir parçacık yiğitlik varsa, kesin kes bu yüzdendi…

     Kabadayı  etiketiyle  anılan  bu  kişi  ayağı  yalın, başı kabak, bağrı açık altmışına merdiven dayamış bir fukaraydı. Gerçekten fukara mıydı? Ya da neyin  fukarası neyin  zenginiydi? Hâlâ düşünür dururum?

     Biz 8- 10 yaşlarında çocuklardık. Bir yandan hocaya gidip Kur’an ve Müslümanlık öğreniyor; diğer yandansa yaramazlığın kitabını yazıyorduk.

     Kabadayı bizden pek ayrılmazdı. Bizi arkadaş görüyor olmalıydı. Biz de onu üzmemeye özen gösterirdik.

     Bıçak gibi poyrazın ayazında dişlerimizi sıkarken, orta yaşı geçmiş bu yarı çıplak

adamın vücudundan buhar çıktığını görünce ısınıyor muyduk, yoksa daha mı çok üşüyorduk, bilmiyorum.

     Kimileri ona deli diyordu. Aslında deliliği filan yoktu. İşine gelmeyenler öyle diyordu.               Daha doğrusu kimlik kartının eskimişliğiyle büyük olduklarının sananlara göre deliydi o. Bizim koca gövdeli bir arkadaşımızdı o. Altmışına varsa da çocuk yüreğini yitirmemişti. 

      Onca yıl geçti aradan. Nur içinde yatası Kabadayı unutuldu gitti belki. Ama yıktığı                kaleyi halâ  unutamadım. Nasıl mı?:

     Oruç ayında poyrazlı çok soğuk bir gündü. Bulgur çorbasıyla oruç tutmanın üstüne akşamları da, ayak yalın- baş kabak titreye titreye teravih namazına katılıyorduk. Camiye

gelmekle yoklamada bulunmuş oluyorduk aslında.

     Caminin şaşmaz bir düzeni vardı. Genellikle büyükler imamın ardında iki saf oluştururdu. Birinci safta ağır toplar; ikinci safta kraldan önce kralcılar bulunurdu. Üçüncü saf çocukların safıydı. 6- 7 kişilik bir gruptuk. Safımızın en başında da Kabadayı yer alırdı. Onu deli sayanlar, her akşam camide boy gösterişini delilikten saymıyorlardı nedense. Hatta diğer namazlara da gelsin istiyorlardı. Aç mısın,  susuz   musun  diyen  yoktu?   Ama illa namaza gelsin istiyorlardı. Belki de tanrı namazsız kalmasın diyeydi, kim bilir? Biz çocuklar kaçıncı sınıftan sayılıyorsak, Kabadayı da o sınıftandı. Yerini hiç yadırgamaz; bacağı kadar çocukların arasında olmaktan gocunmazdı. Büyük geçinenlerin açıkça horlamaları bile etkilemezdi onu. Tepki göstermeyişine korku- utanma gibi dürtüler değil, olsa olsa hoşgörü ya da boş vermişlik neden olabilirdi.

 

                                                                             ***

 

     Fırtınalı bir akşamdı. Kendimizi zor atmıştık camiye.  Elimiz- ayağımız donuyor, içimiz titriyordu. Ezan biter bitmez her zamanki düzende saflar yerini aldı. Bir an önce bitsin istiyorduk. Kabadayının çocuk takımı ip gibi dizilmişti.  Ne de olsa eğitimliydik. İmamın “Allahüekber” demesiyle el bağlayıp namaza başladık. Bize inat eder gibi imam uzunca bir ayet  okuyordu. Soğuktan koyun  gibi birbirimize sokulacaktık nerdeyse. Titrememek için dişimizi, kaslarımızı sıkmaktan vücudumuza ağrılar giriyordu. Ayağı üşümüş insanların karın gurultuları koro gibi oluyordu.

     Korkulan ses  Kabadayıdan geldi. Kendini çok sıkmış olmalı ki ses çok ince çıkıyordu. Uzunca süre devam eden sesin, kedi ya da horoz sesine benzer tarafı da yoktu.  Ne olursa olsun, çocuklar için yaman bir  gülüşme kaynağıydı. Kahkahalar içinde kendimizi dışarı attık. Biz gülmekten katılıyorduk, ama Kabadayının kılı bile kıpırdamamıştı. Hiç bir şey olmamış gibi namaza devam ediyordu. Merak içindeydik. Acaba büyükler ve  imam ne diyecekti? Günah ya da ayıp mı sayacaklar; yoksa falakaya mı yatıracaklardi?

     Onca ayaza fırtınaya karşın, merakımızdan kapının dışında titreşiyorduk.

     Çok sürmedi namaz bitti. İkinci saftakiler daha erken ulaştılar Kabadayıya. Azarlamakla ısınıyor gibiydiler. Lâfları çok çeşitli de değildi. Herkes özetle aynı  şeyleri söylüyordu.

   “ Böyle şeyler çok insanın başına gelebilir,  gelmiştir de.  Madem ki oldu; namazı terk etmen gerekirdi. Çünkü abdest bozulmuştur. Abdestsiz namaz kılınmaz.”  Sırası gelen yaklaşık aynı sözleri yineleyip duruyordu. Azarlama sırası birinci safa geldi. Bu saftakiler  daha bilgiç, daha keskindiler. Aralarında üstüne duvar yıkıldığı için özürlü kalmış bir amca vardı. Cücali miydi, iyi anımsayamıyorum? O daha da keskin çıktı. Vücut özürleri yüzünden, yaşamla barışık olmayan biriydi o. “Bak Durmuş Ali”  dedi. Oysa yaşça daha küçüktü. “ Abdest var ya abdest o, ibadetin kalesidir. O kale olmadan ibadet olmaz. Sen o kaleyi yıktın” demesiyle, sessizce oturan Kabadayının ayağa fırlaması bir oldu. “Kes be!” diye bağırdı. Sonra topluluğa sırtını dönerek “Bir osurukla yıkılan kalenin a..na koyum” dedi, çekip gitti.

     Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.

     Deminki kükreyenler şok olmuş gibiydiler.

     Belki de gülmek istiyorlardı da bağnazlıkları gülmeyi de yasaklamıştı onlara…. 

     Yalnızca İnce Hoca  “ Arkadaşlar bu meseleyi dallandırmayalım” gibi bir laf etmişti, nedense…

     Mekanları cennet olsun.

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92