Oxford Üniversitesi’nin dünya çapındaki
Yalan Haber Araştırması’na göre, dünyanın
en tiksindirici medyası, bizim medya çıktı.
Yılmaz Özdil 9.6.2021- Sözcü
İsmet Abi (Sezgin)
İlhan Amca (Şeşen)
Kristin Yenge (Derviş)
Aziz Dede (Nesin)
Şiir Dede (Fazıl Hüsnü Dağlarca)
Erozyon Dede (Hayrettin Karaca)
Can Baba (Yücel)
Orhan Baba (Gencebay)
Erkin Baba (Koray)
Neşet Baba (Neşet Karataş)
Müslüm Baba (Gürses)
Tanju Baba (Okan)
Güzide basınımızın arşivinde soyadları yok hiçbirinin.
Ve
Baba… (Demirel)
Mahkeme, kendisine mülk olmasa da kadı.
Babaların babası.
Bununsa ne adı var ne soyadı!
Yeğen, Damat, Ana, Bacı da caba.
Bilmem ki eşi var mıdır daha
Böyle salya sümük bir Basının
Şu yer yuvarlağında acaba?
Tam Beşiktaş Pazarındaki çığırtkan satıcı ağzı.
Tam bir ayak takımı muhabbeti.
Ciddiyetten uzak,
Güvenden yoksun fırıldaklı bir şamata.
Rüzgar kuvvetli esmeye görsün:
Riya üstüne riya, hata üstüne hata…
Hep düşünürüm,
“Basın Ahlak Yasası”
neden lazım olmuştur bu kuruluşa?
Bir nedeni olmalı mutlaka.
Öncekilerin attığı maya
Adamakıllı tutmuş ki
Mal bulmuş mağribi gibi
sarılmışlar bu adama.
Muhakkak evdekiyle problemleri var…
Yoksa her gördükleri erkeğin yapışıp pantolon paçalarına
72 puntoyla manşet atmazlar ilk sayfalarına:
“Baba konuştu, Baba sustu”
“Baba kalktı, Baba oturdu”
“Baba aşağı, Baba yukarı…”
Halk, dövünüp duruyormuş:
“Kurtar bizi Baba!” diye.
Yok böyle bir şey.
Tümü kandırmaca.
Ne babası, ne kurtarması.
Bu olsa olsa gazetenin palavrası
Ya da
-İlerde ne olur ne olmaz- kaygısıyla
Yatırım yuvarlaması.
“Kelin ilacı olsa başına sürer.”
Adamın elindeki zaten keli kadar;
O da darbeden darbeye.
Hiç biri –bir ikisi hariç-
dik duramadı 28 Şubat soruşturmalarında.
Hep inkar, hep takiyye.
Hep arkadan dolanma.
Yürekler kaç kıyye gelir? diye
Sual etmeye bile gerek yok.
Basın, okuldur.
Halkın her kesiminin okulu
Basın yönlendirir insanları iyiye, kötüye;
Doğruya ya da yanlışa.
Parmak izleri vardır çünkü,
ülkelerin kuruluşlarında ve yıkılışlarında.
Dik duracaksın, dik.
Ya kemik gibi olacaksın, ya çelik.
Ama asla, açık seçik okunamadığı için
çöp sepetine atılmış bir kağıttaki
silik yazı olmayacaksın.
İşte gazetelerimizin yürekler acısı durumu bu…
Baba’nın konusunu da bu bulamaca daldır çıkar.
Göreceksin ki olay,
Başlıbaşına bir “Stokolm Sendromu.”
Adamlar, Baba’da maden buldular,
Onun için, tespitlerini perçinletmeye kararlılar.
Ve illa “Baba”yı kazıyacaklar körpe beyinlere;
Çok matahmış gibi.
Sanki başarıdan başarıya koşmuş da,
Sanki her dili özgürce konuşturmuş da,
Sanki terörü ve anarşiyi bitirmiş,
Mutluluğu yurdun dört bir yanında tutuşturmuş da
bir meşale gibi,
dolayısıyla da yüzü gülmüş insanların.
Tam tersine, berbat yönetilmiş bir Türkiye!
Partizanlık, tehdit, şantaj, işkence.
Pahalılık, yokluk, alavere dalavere…
Şöyle çevir birazcık başını geriye;
Göreceksin:
Darbelere çanak tutmuş bir idare.
“Üç defa gelmiş de beş defa gitmiş de.”
Basın,
bu eksiyi bile artı olarak geçiriyor adamın künyesine.
Sonuç ne?
İster istemez darbe üstüne darbe…
Şimdi kalkmış darbeye göz kırpıyor bir de.
Hem de Ergenekon dehlizinin üzerinde.
Utanmazlık denilen şey, işte bu. İşte bu!
İşin en korkuncu, dudak uçuklatanı ise şu:
Kendisine gelip dayanıyor
yığınlarca soruşturmanın ve kovuşturmanın ucu.
Bir avuç zengin, bir yığın aç, dağlar kadar borç…
Bilmem hangi camide Cuma namazı,
Bilmem nerede iftar programı.
Bilmem kimin nikah merasimi..
Hep göz boyama oyunu.
Aldatmak üstüne kurulu bir düzen.
Bütün bunlara rağmen
gene Baba, gene Baba.
Boşuna değil bu ısrar;
Bu ısrarda beylerin mutlaka çıkarları var.
Dilerim, taş düşer başlarına BABA kadar.
Eco, Sülo, Tayyip, Gandi cıvıklığı da bir başka rezalet!
Gerçi onu düşünecek olan bu adların sahipleri;
Ama “Baba”ların durumu öyle mi ya?
Örneğin
Açıp telefonu o yazara(!) ya da sayfa sekreterine
“Nerden baban oluyormuşum?” diye sormuyor,
soramıyor
ve
sormak istemiyorsa hiç birisi
Demek ki sıfatlarından memnun her birisi.
Belki de bir “harem saltanatı”nın
gizli hazzı yalıyordur
sanal da olsa duygularının dış çeperlerini sinsi sinsi;
kim bilir!
Temel konu aslında şu:
Baba özlemi çeken birkaç medya arsızının;
O kör olası gemlenemeyen libidosuna
Beni de alet ederek
Benim adıma da
Ben de onaylıyormuşum,
Ortak beyin fırtınası
Ya da herkesin ortak düşüncesiymiş gibi
“Baba” sözcüğünü her gün sayfa sayfa
yaprak yaprak
bir bahane bularak
manşetlere taşıması.
Çok meraklıysa bu adamlar
Adım başı, satır başı
O politikacıya şu şaire “Baba” demeye,
Hakları yoktur genellemeye.
Bir de ikide birde
Atatürkümüz!” , “Efendimiz!” diye bağırmıyorlar mı!
Çile üstüne çile.
Çünkü bu;
yüzyıllardır “Sen de benim gibi düşüneceksin,
düşünmek zorundasın,
biz çoğuz… hesabına gelirse…” baskısının
şuuraltı yorgunluğu,
şuur üstü cimnastiği!
En iyisi ve en kestirmesi
Baba’daki a’nın sonuna bir iyelik –m’si koyarlar,
“Babam geldi”
“Babam gitti” derler;
Ya da ne bileyim
Gencebay bir gün davetliyse bilmem ne galerisine
Erkin Korayla birlikte
“Babalarım geldi, Babalarım gitti” diye de
döşenebilirler gazetelerine,
olur, biter.
Böylece beni de karıştırmamış olurlar
o iğrenç kepazeliğin içerisine.
“Baba” başlıklarını gördükçe gazetelerde
Midem bulanıyor, içim sıkılıyor, utanıyorum;
derhal atıyorum yere :
Küstah, yılışık, laubali ve pespaye…
Bunlar, gazeteci filan değil,
Bunlar, kapı önüne oturmuş
dedikodu yapan mahalle karıları.
“Kim kimle yattı,
Daha önce kimle yatmıştı,
İlerde kimle yatma ihtimali var.
Yatarsa bu ilişki ne kadar sürer.”
Bunun çetelesini tutan,
Punduna getirirse uygunsuz fotoğrafıyla tanıtan
Özel hayatın sivilceleri, keneleri…
Bunlar, ona buna kara çalan fikir fukaraları,
Bunlar, tu kaka dedikleri politikacının
beyaz kağıttaki kirli karaları.
Bunlarda öyle yurt murt duygusu yok,
insan sevgisi yok,
meslek sorumluluğu yok.
Bir yandan bağırırlar avazları çıktığı kadar:
‘Şeriat geliyor!’ diye
Öte yandan yarışa girerler ramazanda
30 kupon karşılığında Kur’an’lar hediye;
Tekke ve zaviye kitapları,
tefsirler, mealler, yasinler bedava.
Tek gayeleri reyting,
Tek amaçları tiraj,
Tek ilkeleri döneklik kursundan sertifika almak,
arkasından staj.
Gerisi kamuflaj.
Yanındaki kıza yan baktı diye
silaha sarılan budalaların cirit attığı bu ülkede
Nasıl oluyor da
Bazıları, her önüne gelene
“Baba!” diyor, anlamıyorum.
Acaba hangi dürtü ağır basıyor,
öne çıkıyor, tetikliyor bu söylemi?
Ölçü nedir? Algı nedir? Bulgu nedir?
Örneğin neden Tatlıses baba değildir de
Tanju Okan babadır?
Nasıl bir klinik vak’adır,
Nasıl bir ruh bozukluğudur bu?
Psikolojik, pedagojik, sosyolojik
ya da adını koyamadığım
başka …lojikler mi vardır
bu çelişkilerin,
bu tutarsızlıkların,
bu aldatmaların içinde?
Bilmiyorum!
Bildiğim :
“Baba” diye manşet attıkça sayfalarına
………..larıdır
................adına.
Nisan 2004 - 2012-10-22