Belli ki kaybetmiş manasını, içtenliği kalbini süsleyen berceste. İlkel bir yabaniliğin kan donduran bıçkın hamallığında ezilmiş yüreğin, çok üstüne gelmişler belli ki. Belli ki çok kırmışlar, incitmişler seni. Her karşına çıkan soğuk bakışlarını o masum yüzünde ısıtmış, ateş olmuşsun; yarasını sende sarmış, hayat olmuşsun; renklerini kaybedenler boyalarını çalmışlar düşlerinin, ölüm karasına süzülmüş kalbin… Güvendiğin ve inandığın kim varsa bir parça koparmış senden. Kimi inancını çalmış, kimi güvenini kırmış, kimi gülüşünü, umudunu yıkmış kimi…
Hiç sevilmemiş, hoyratça hırpalanmışsın hep!
İçinde doldurulması imkânsız kocaman bir boşluk oluşmuş, ruhuna yapışmış bu boşluk, yüzüne yansımış. Dolmak için bağırmışsın, feryat etmişsin duyan olmamış.
Huzursuzluğun ve yalnızlığın, içindeki boşluğu ateşlemiş hep, ayağa kaldırmış, isyan etmişsin; asırlarca kendi küçücük gökyüzünde bunalan nefesin on bin çiçek kokusuyla yarattığın yıldızlarını kemirip durmuş.
Kendi ellerinle yarattığın on bin umutlu yıldızların bir bir düşmesi ne demektir bilirim. ….
Bunca acının ve hor görülmenin içinde itilmişliğin sancıları sertleşirken aynalara küsmüş gözlerinde nefretle dolmuş yüreğin. Haklı olarak kaçmışsın herkesten, adil olmamış hayat sana. Hiç iyiler çıkmamış yollarına…...
İşte, destanlara ve efsanelere konu olacak merhamet ve sorumluluk duygumun gülümseyen güneşiyle çalıyorum kapını.
Karşına çıkan tüm hokkabazların, zalimlerin duygularına vermiş olduğu yıkımları onarmaya geliyorum. Çektiklerinin yalancı ve üçkâğıtçıların hesabına yazılan ve geri ödenmesi şart olan bu borcu üryan kalbimle ödemeye, ben geliyorum.
Geçmişe ait ne varsa canını yakan, söndürmeye geliyorum. Unutma, kitaplarda yazmaz; yürek arştan büyük!
İçtenliği kalbini süsleyen berceste belli ki kaybetmiş manasını gözünde.
Yılların biriktirdiği tortu ve seni şekillendiren katılığın kalıbını ezber bozan şefkatimle tarihin çöplüğüne atmak istiyorum. Pek kolay olmayacak biliyorum ama ben sabrın en şahikasında yaratılan bir tunç aşk heykeliyim.
Gidişin kopardı dalından nehirlerimi
Yüzü iç çekişen sokağında ne ad ne tat…
Cümleler yetim ve yitik
Sabahların sürmeleri boncuk
Demir içirilmiş nükteleri
Hangi mevsime koşar aynası aklın
Uzatsana dudaklarıma gözlerini
Riyasız aşk içindir gönül meyhanem
Donacak güvercin ruhu sevdanın
Bir kadeh sürgüne gönderilen güz havası
Bir kadeh seni tanıyanların hatırası
Diline sığdırdığın meze beyaz yalan bir dilim kavun
Bilmem kaç asırlık tufan suskunluğu
Yataklara düşmüş son şiirim gece çıkar ölüsü
Ay’ın kirpikleri içmez tülünü düşlerin
Şarap kapılı kaç masal daha izleteceksin?
Yaz şarkıları bırakmıştım saçlarına
Ekmek kırıntıları üflesin fallara yağmur, gülümse
Gündüz tuttuğun buseyi vazoda mı unuttun?
Yoruldum artık, azaltır gölge çürüğünü ıssız gül
Fallar umrumda değil!
Yaz şarkıları bırakmıştım kapına
Isınsın için…
Kafanın üstünde yürümeyi bırak artık!