Mehmet BABACAN, Eğitimci- Yazar ve Şair


GÖNÜL DÜNYAMIZ


      İlkokul 3. Sınıftaydım

     Öğretmenimiz rahmetli Ahmet Aydın’dı.

     Halk ozanı olan Babamla iyi dosttular. Cumada babamla görüşmüşler, akşam oturmasına

geleceğini söylemiş. İlk kez gelecekti. ( Köy öğretmenleri öğrenci ailelerini sıkça ziyaret ederek

 – taşımalıdan önce yani- öğrencileri etkileyen sosyal ve pedagojik etmenleri tanımaya çalışır

Ona göre önlem alırlardı. Bu ziyaretlere “ Akşam oturması” denirdi)

     Dar gelirli bir aileydik. Evimiz iki katlı küçük bir yapıydı. Alt katı ahır ve samanlık; üst katıysa

bir oda ve kilerden oluşan, Dedemden kalmış bir yapıydı.

     Olacak ya o gün resim dersinde “ Evinizin planını çizin” demişti öğretmenimiz. Ben de çok

güzel  bir ev çizmiştim. Planımda alt katı gene ahır ve samanlıktı. Üst katı görmeliydiniz. Bir

oturma odasının çevresinde Ninemin, Annemle Babamın ve de kardeşimle benim yatak

odalarımız vardı. Kiler ve yemek odası da unutulmamıştı. Öğretmenim çok beğenmişti.

Arkadaşlarıma göstermemiştim.

 

                                                                              ***

     Babam “ Öğretmen akşam bize gelecek” dediğinde sanki üstüme bir dağ yıkılmıştı.

     Kaçabileceğim bir yer yoktu ki.

     Akşam yemeğinden sonra eşiyle birlikte geldi öğretmenim.

     Babam “ Hocam evimiz dar, kusurumuza bakmayın” diyerek, yer minderine buyur

ederken kafamı kaldırıp bakamıyordum. 

     Öğretmenim de hiç yadırgamadı, kuruldu yer döşeğine, başladı ada çayını içmeye.

     Hal- hatır sorgulamasına giriştiler.

     Babam ilginç bir adamdı. Bağlamasız bir halk ozanıydı. Âşık sözcüğü adının yerine

geçmişti sanki. Halk âşık diyor, ama mürekkep yalamış olanlar şair demeyi yeğliyorlardı.

Güzel bir sesi vardı. Kış günleri semt komşuları toplanır kitap okuturlar, doğaçlama şiir

söyletirlerdi. Dedemden kalmış Muhammed Hanefi, Hazreti Ali, Guddusi, Kesikbaş gibi

kitaplar vardı. Onları Yemen’den getirmiş. Babam kitapları güzel bir melodi ile okurken,

erkekler sessizce, kadınlarsa dövüne dövüne ağlaşırlardı.

     Demem o ki Babam 1928’de 3. Sınıfa kadar okumuş birikimli, zeki ve uygar bir insandı.

Ortak payda bulmuş olmalılar ki okulla cami yakın olduğu için, öğretmenimle her Cuma görüşüyorlardı.

    Keçiboynuzu eşliğinde adaçayı içerek söyleşirken, Öğretmenim benim sıkıntımı görmüş

olmalı ki “ Mehmet, bugün yaptığın resmi getirir misin?”dedi. Bağrıma bir bıçak saplanmıştı.

Yırtıp  attım demek geçti içimden, yapamadım. Utanarak çıkardım verdim. Çizdiğim plan

ortaya gelince Babam epeyce bozuldu sanırım. Öğretmenin şikâyetçi olduğunu sanmış

olmalıydı belki.

     “ Oğlum, niye yalan yazdın?” derken sesinde bir hüzün, bir acı vardı. Kuşkusuz yalanıma

üzülmüştü. Yalanı hiç sevmezdi çünkü. Ama öfke yoktu sesinde. Böyle bir ev sunamamanın

acısı olmalıydı bunalımı.

     Öğretmenim hemen söze girdi “ Hayır hayır Şair, çocuk asla yalan söylemedi. Ben onlara oturduğunuz evi çizin demedim ki. Herkes evinin planını çizsin dedim. O gönlündeki özlem

evinin planını çizdi. Dileyelim ki yaşamında gönül evine kavuşsun.

     Çocuklardan isteğimin yeterince net olmadığını, çocuğun çizgilerini görünce anladım.

Köyde böyle ev olmadığını bilmez miyim? Bilerek geldim bugün size.

     Şair, bu resim seni sevdiğim kadar önemli benim için. Bu çocuk özlemlerini betimleyip bir

sisteme  sokabiliyor. Yönlendirilmeye hazırım, diyor”

     Çayından bir yudum daha aldıktan sonra sürdürdü sözünü:

     “ Teyzem sen de iyi dinle. Eski kuşakların terbiye edeceği sanılarak yaptıkları bazı yanlış

davranışlar vardır ki yürekler acısı. Her insanın gönlünde yatan birtakım özlemler vardır.

Büyükler gizlemeyi becerirler de çocuklar saflıklarıyla kolayca açığa vururlar. Sözlerinde, davranışlarında ya da oyunlarında ortaya koydukları hareket ve tavırlar, iç dünyalarının

aynası gibidir. Onları anlayıp dinlemeye çaba harcamadığımız için, daha doğrusu, çocuk bir

şeyden anlamaz diyen o lanet yargı yüzünden, suç işliyoruz. Önemsemeyerek, ayıp sayarak

ya da suçlayarak kurduğumuz baskılar, bizim günahımızdır. Bilinci verilmeden getirilen her

yasak,  suç için ekilmiş acı tohumlardır. Bizim işlediğimiz bu suçun bedelini de neyleyim ki çocuklarımız ödüyor” demişti öğretmenim.

 

                                                                                              ***

 

     Eğitimcilik yaşamımda, bu söylemin bana yol göstericiliği çok oldu

     Yani çocukların o masumca eğilimlerini anlamamakla ya da yalmış anlamakla, onları

yalancılığa, hatta suça teşvik edişleri, uzun yıllar gözlemledim.

     Şimdi çıkıp da “ Ey savcılar! Çocuğa karşı sergilediğimiz bu yaklaşımlar, suça teşvik

değil midir? Hatta suç ortaklığı sayılmaz mı?” desem, haksız mıyım?

     Önemsiz gibi görünen bu çocuk duygular, bazen saplantı halinde kalırmış. O takıntılar

ileri yaşlarda bireyi, ne pahasına olursa olsun, hayata geçirmeye zorunlu bırakabilirmiş.

     Bu açıdan düşünüyorum da ben mimar olsaydım, kesinlikle bin odalı bir ev yapardım.

     Neyleyim ki 1 + 1’de oturuyorum.

    

YAZARLAR

  • Salı 31.1 ° / 13.6 ° Güneşli
  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • BIST 100

    9645,02%-0,50
  • DOLAR

    32,56% 0,14
  • EURO

    34,81% 0,49
  • GRAM ALTIN

    2417,74% -0,61
  • Ç. ALTIN

    4073,33% 0,00