CENGİZ ARCAN


FELSEFE AKŞAMLARI


Perşembe akşamı katıldığım ‘’Felsefe Akşamları’’ gecesinde Dr. Ufuk Yaltıraklı Beyefendinin sunumunu dinledikten sonra soru cevap bölümünde dinleyicileri de dinledim. Harika bir gece oldu ve benim kafamda bir sürü sorular ve beyin fırtınası oluştu.

Gecenin diğer bir konuğu ise Almanya’da iki, Türkiye’de üç, dünyada ise beş yüz kişiden biri olan Şarap Degüstatörü Ahmet Tosun Beyefendiydi. Ahmet Bey şarap kültürüyle ilgili konuşması ve şaraplarının tanıtımını yaparken ‘’İlk yudumda yanınızdaki arkadaşınıza bakacaksınız, ikinci yudumda birbirinize gülümseyecek ve üçüncüde birbirinize sarılıp öpüşebilirsiniz’’ dedi. 

Ahmet Bey hoş, sıcakkanlı ve etrafına pozitif enerji yayan biri; konuşmalarıyla herkesi etkiledi. Şaraplar ise hepimizi fazlasıyla etkiledi fakat ben o güzel şarabı koklayarak ve korkarak içtim. Ya şarabın etkisiyle yanımda oturan ve hiç tanımadığım bayanı öpersem rezil olurum düşüncesi, esir aldı beni.

Şaraplar gerçekten kaliteydi ve bize şarap kültürüyle ilgili verdiği espriyle karışık bilgiler için Ahmet Beye çok teşekkür ederim. Şarap ve Aşk! Kim ne derse desin, bu iki kelime hakkında düşünmek gerek!

Yaşamın anlamı nedir?

Maddeye esir olmak mı, yoksa maddeyi kullanarak kendimize ulaşmak mıdır?

Peki, kullandığımız veya esir olduğumuz madde nedir?

Bilim adamları, son yıllarda ‘’madde’’ denilen bir şey olmadığını, o gördüğümüz ve elle tuttuğumuz maddenin yoğunlaşmış enerji olduğunu söylüyorlar. Belki de gördüğümüz her şey titreşimlerin hızlarına göre şekilleniyor.

Madde enerjiyse yaşam nedir?

Yaşamın zıddı ölüm dediler ve dinlediğim herkes pek açığa vurmasa da ölümden korkuyor ve dünyaya kazık kakmak istiyor.

Peki, ölüm nedir? 

Her şey zıddıyla anlam kazanıyorsa, ölüm gelince yaşam da yok olması gerekmez mi? Oysa ölenin ardından yaşam devam ediyor ve buna yaşayanlar tanıklık ediyor.

Evet, tanıdığımız biri için öldü diyoruz ama yaşam devam ediyor. Yaşam devam ediyorsa ölüm de yoktur. Yunus'un dediği gibi ‘’ölürse tenler ölür canlar ölesi değil’’

Öyleyse ölen kim? Veyahut o ölmeyen can nedir ve kimdir?

Daha doğrusu, biz kimiz, nereden geldik ve nereye gidiyoruz? Bence en önemli soru da budur!

Bilim gördüklerini ve elle tuttuklarını kanıtlarıyla bizlere açıklar fakat filozofların böyle bir görevi yok. Filozof, ‘’doğru bilinenin bir eksiği gediği var mı? Çirkinin üzerinde ufak bir güzellik, güzelin üzerinde küçükte olsa bir çirkinlik var mı?’’ diyerek araştırır. Nereye kadar? 

Sonsuza kadar, iğne deliğinden deveyi nasıl geçireceğini araştırır. Aslında her filozof sonsuzluk yolunun yolcusudur. Hiçbir şeyi açıklamak ve ispatlamak zorunda değildir ama büyük bir merakla hiç olmayacak şeyleri araştırır işte! Daha doğrusu anlamaya çalışır.

Filozof sonsuzluk yolcusuysa ona aşk yolcusu da diyebiliriz! Çünkü aşk, sonsuz bir yoldur; sadece yürünür!

Filozofça düşünceler toplumları ileri taşır ama filozoflar her toplumda ve çağda deli damgası yiyerek horlanmış hatta öldürülmüşlerdir.

Filozof, anlamak ister. Dünyaya anlaşılmak için değil de anlamak için geldiğini bilir! Anlamak için, tanımak için girdiği ormanda çiçeklerle koklaşır, böceklerle oynaşır. Bazen kurtla, yılanla çıyanla cebelleşir. Bazen yaralanır canı yanar, bazen de oynaşırken huzur bulur mis kokularla mest olur. Zaten mutluluk denilen şey, her şeyi zıtlarıyla birlikte tanıyıp kabullenmek değil midir?

Filozof ormanda duygularıyla yol alır, mantığın kendisini frenlemesine müsaade etmez.

Bizler günlük hayatımızda akıl ve mantığımızı kullanarak çıkarlarımız peşinde koşar ve zenginleşiriz fakat mutluluğu hiçbir zaman yakalayamayız çünkü mutluluk yaşadığın ortamı ve kendini tanımakla yakalanır. Bu da duygularla olur. Tabii ki bu yolun bazı yerleri taşlı dikenli olabilir ve yaralanabilirsiniz fakat kan içinde kalsanız da çevrenizi ve kendinizi tanıdıkça, anladıkça huzur bulacaksınız.

İnsan tanımadığı şeylerden korkar ve korkan insan huzur ve mutluluğu yakalayamaz.

Filozof duygularının peşinde koşarken akıl ve mantık kullanmaz mı? Bilemiyorum! 

Bence akıl ve mantıkla gemlenmemiş duygular çılgın bir ata benzer ve bizi nereye atacağı belli olmaz. Duygular iyi bir at olup bizi her yerde gezdirir fakat bizim de iyi bir binici olmamız gerekir.

Peki, duygular ‘’at’’ ise, akıl ve mantık ‘’gem’’ ise, binici ‘’biz’’ isek bu biz dediğimiz kim? İş yine geldi dayandı ‘’Ben kimim?’’ sorusuna!

Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum? 

Varoluşumuzun anlamı nedir? 

Kendime ve yaşadığım ortama anlam katacak olan benim. Bunun için çevremi ve kendimi anlamam gerekir. Anlamam için oynamam, kendi oyunumu oynamam gerekir. Tabii ki bu oyunu seyredenler olacaktır belki olmayacaktır; hiç önemli değil. Ben oynayacağım ve ben seyredeceğim; bu da yeterli değil mi?

Oyunun içinde savaşlar ve sevişmeler olacak! Mutluluğu ve barışı yakalamak için savaşı göze almak gerekir. Bu zamanın Hümanistleri gibi ‘’savaşa hayır’’ diyerek ve ‘’düşman al sana bir bumba’’ diyerek barışa ulaşılmaz. 

Barışa savaşmayı göze alanlar, barışı hak edenler barışa ulaşır.

Barışa, duygulardan atı olan, akıl ve mantıktan oluşan gemleri elinde tutan süvariler ulaşır.

Evet, ben bunları sorgulayarak kafamı yormuşken ve yarın olan seçimden uzaklaşmışken, seçimin üzerimize yüklediği negatif baskıdan kurtulmak için bunları kaleme aldım. Yazdıklarımın doğru veya yanlış olduğunun iddiasında değilim! Sadece yazdım ve seçim atmosferinden uzaklaştım, sizlerle de paylaşmak istedim.

Tanrı bile kendisinin sorgulanmasını isterken bizler hiçbir şeyi sorgulamadan yaşamamız konfor alanımızın bozulmasından korkumuzdan mıdır acaba?

Ne yaparsak yapalım, bizler bir hiçiz

Hiçlikten gelmiş ve hiçliğe gidiyoruz!

Oylarınızın vatana ve Türk milletine hayır getirmesini diliyorum!

Sevgiyle ve dostça kalın!

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00