"Başka sanat bilmeyiz, önümüzde dururken
Söylenmemiş bir masal gibi Anadolumuz
Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken,
Sana uğurlar olsun... Ayrılıyor yolumuz!" -FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
Bugün ADANADA'yım... İlk öğretmenliğimden başlayarak, sonsuzluğa uğurladığımız güne kadar unutmadığım sevgili arkadaşım Prof. Dr. Erman Artun'la beraberim. Tekirdağ'daki öğretmenlik yıllarında başlayan dostluğumuz onun gidişiyle sonlanmadı. Anılarımızda yaşıyor, yaşayacak...
Erman'ın uzmanlık alanı Halk edebiyatıydı; yazdığı kitapların çoğu elimde, kitaplığımda.
Bugün değişiklik yapmak istedim; yazımı, âşıklara ayırıp, onların şiirleriyle bezemek istedim... Kim geldi usuma? Tabii ki, Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nin unutulmaz hocası, sevgili Erman Artun...
Yazıma ondan bir alıntıyla başlamak istiyorum:
Adana Âşıklık Geleneğinde “Karacaoğlan Çığırma"
"Adana, âşıklık geleneğinin sürdürüldüğü bir kaç ilden biridir. Âşıklık geleneği, Adana kültür varlığının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Adana’da âşıklar, sazlı (telden), sazsız (dilden), doğaçlama yoluyla, kalemle veya bir kaç özelliği birden taşıyan geleneğe bağlı olarak şiir söyleyenlere âşık, bu söyleme biçimine âşıklık- âşıklama, âşıkları yönlendiren bu kurallar bütününe âşıklık geleneği adını veriyorlar."
Her bölge ve yörenin kültür, dil ve beğenisiyle oluşan âşıklık geleneği az da olsa farklılıklar gösterir; Adana halkının dünya görüşünün yanı sıra estetik anlayışı da âşık şiirlerinde görülür.
Bütün Adanalı âşıklar, yörede çok köklü, eskilere dayalı bir Karacaoğlan türküleri söyleme geleneği olduğunda birleşiyorlar. Buna yörede “Karacaoğlan çığırmak” adını veriyorlar.
HAYDİ BİRLİKTE KARACAOĞLAN ÇIĞIRALIM
Sazsız çığırıyoruz; ama, önemi yok... Biz tınısını duyarız ta yüreğimizin derinliklerinde..
KOŞMA
Ağlayı ağlayı düştüm yollara
Karışayım bozbulanık sellere
Adı sanı bilinmedik illere
Gitmeyince gönül yardan ayrılmaz
Ahım kaldı şu gelinin ahdinde
Deremedim güllerini vaktinde
Karanlık gecede kolum altında
Yatmayınca gönül yardan ayrılmaz
Gözüm kaldı şu kaplanın postunda
Azrail de can almanın kastında
Döne döne teneşirin üstünde
Yunmayınca gönül yardan ayrılmaz
Hadini de Karac'oğlan hadini
Aramazlar gurbet ile gideni
Ak göğsün üstünde çakır dikeni
Bitmeyince gönül yardan ayrılmaz
SEMAİ
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
Elif’in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar
Gamzesi sineme batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak
Elif'in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye
Karac'oğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklenmiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye
Sevgili Adanalı şiir seven dostlar; Yeni Adana Gazetesi'ne yazmaya başladığım günden beri, beni okuyorsunuz "İnadına Şiir " adlı köşemde. Beni, siz Adanalılarla buluşturduğu ve bana, bu yüz yıllık gazetede yazma olanağı sağladığı için Sayın Prof. Dr. Süleyman Bozdemir'e teşekkür ve minnet borçluyum.
Yöneticilere ve gazete emekçilerine de teşekkür ediyorum; bana verdikleri değer ve emek için...
RUMELİ'NE DE UZANALIM, RUMELİ'DEN ÂŞIK ALİ TANBURACI'YA...
Ben Kırklareli doğumluyum. Annem- baba Edirneli... Rumeli kökenliyiz. Bizim yörenin kültür, dil ve beğenisiyle oluşan âşıklık geleneği biraz farklı... Önce, biraz tanıyın bizim
Âşık Ali Tanburacı'yı...
Âşık Ali Tanburacı, Kırklareli, 1899- 1982
Aşık Ali Tanburacı 1899 yılında Kırklareli’de doğmuş, İdadi Mektebi'nde okurken öğretmeni Niko Tavridis’ten ders almış, ustası Halil Çavuş’tan bir çok Rumeli türküsü öğrenmiştir.
Balkan Savaşları'ndan sonra, işgal edilen Edirne’de çarpışan askeri grup içerisinde o da vardır ve Yunanlılara esir düşer. Milos’a sürgüne giderken trenden atlayıp Bulgarlara sığınır. Vidin’de 2 yıl tutsak kalır. Bu sürede kendi yaptığı tanburasıyla o yöredeki Rumeli türkülerini derleyerek küçük bir kitapçığa kaydeder.
1924 yılında tanburasıyla yarattığı hoşgörüden yararlanarak Türkiye’ye kaçar. Vahit Lütfü Salcı ile birlikte “Kırklareli Halk Musikisi Cemiyeti”ni kurarlar. Aynı yıl Kırklareli’de bulunan Süvari Alayı’nda askerliklerini yapan değerli müzik adamları Yesari Asım Ersoy, Hafız Numan Bey, Tanburi Selahattin Bey ve Naci Tekyay'la tanışırlar.. Bu değerli müzik insanlarıyla Rumeli türküleri üzerine çok değerli çalışmalar yaparlar.
İlerleyen yıllarda Neyzen Tevfik, Refik Fersan ve Tanburacı Osman Pehlivan gibi üstatlarla birlikte çalışma şansı elde ederler. Rumeli türkülerinin açığa çıkmasına katkı sağlarlar.
Âşık Ali Tanburacı, Kepirtepe Köy Enstitüsü'nde bağlama ve tanbur dersleri verir. Ankara Radyosu sınavlarına girer ve kazanır; fakat memleket hasretine dayanamayarak geri döner. Sonra hep Kırklareli'de yaşar. 27 Ocak 1982 yılında sonsuzluğa uğurlanır.
Kazandırdığı türkülerden bir demet:
Edirne’nin köprüsü taştan kaldırım
Kaldırımdan düştüm de beni kaldırın
O kızın uğruna beni öldürün
Ateş de düştü kahpe cihan ko yansın
Sevdiceğim gül yastığa dayansın
Edirne’nin ufak tefek taşları
Yaktı beni o yarimin kaşları
Bir omuzdan bir omuza saçları
Ateş de düştü kahpe cihan ko yansın
Sevdiceğim gül yastığa dayansın
Kırmızı gülün alı var
Her gün ağlasam da yeri var
Bugün benim efkârım var
Ah bu gönül arzular seni seni yâr seni
Kırmızı gülü budarlar
Altına meclis kurarlar
Güzeli candan severler
Ah bu gönül arzular seni seni yâr seni
Kırmızı gülün pürçeği
Yâr önünde oynar köçeği
Neyleyim yârsız döşeği
Ah bu gönül arzular seni seni yâr seni
HOŞÇA KALIN.