CENGİZ ARCAN

Tarih: 11.09.2022 12:21

DAMAT CENGİZ PAŞA  

Facebook Twitter Linked-in

Saklamaya gerek yok; bir çok Berlinli benim iç güveyi olduğumu bilir.

Bazen arkadaşlarla şakalaşırken “Kaynanam Merkel’i hep takdir etmişimdir. Emperyalizme boyun eğmemek için o saygınlığına ve sevilmesine rağmen siyaseti bıraktı. Onun yerine söz sahibi olan kayınpederden korkuyorum. O emperyalizme baş kaldıracak adam değil. Ağa babasından emir gelince beni hemen kapı dışarı eder. Neyse ki karı ile aram iyi de şimdilik beni idare ediyorlar.” diyorum...

Berlin güzel bir şehir. Ormanla iç içe. Bazen köyde miyim şehirde miyim karıştırıyorum... Bizim İslamcılar var ya; hani o İslam’ı da bitiren dinciler; burada olsalar betona çevirecekleri öyle büyük yeşil alanlar var ki!

Bu Almanlar aptal valla; bizimkiler hemen gökdelenleri dikip para altında kalırlardı!

Neyse, ben bugün yine ormanlık alana çıktım. Ne me lazım, karı beni kapı dışarı ederse barınacağım bir yer keşfedeyim dedim.

Harika! Böğürtlen bolluğu var. Doğa bol bol rızık vermiş. Tencere kaynatmaya hiç gerek yok; doğa karnımızı doyuracak bir şeyler veriyor illaki.

Böğürtlenler ve çalılıkların altında yatıp barınmak için de çok elverişli yerler var. Kim ararsa arasın bulamazlar valla; tabii ki yılandan çıyandan korunmak lazım. Ne de olsa onların da barınakları buralarda.

Benim böyle zulalı yerler hep dikkatimi çeker. Ne ekilir, ne biçilir? Ne saklanır, nasıl barınılır? Aslım köylü ya; doğada nasıl yaşanır, merak ederim hep.

Neyse böğürtlenlerle karnımı doyurdum. Eve dönmeyi düşünürken önüme kızılcık ağaçları çıktı. Mübarek ağaç pıtrak gibi meyve dolu. Bereket ki yanıma torba almışım; başladım toplamaya...Üzerimde böcekler, bir taraftan dikenler; tabiat veriyor ama biraz emek istiyor tabii ki!

 Şifa bunlar şifa!...

Eski insanlar doğanın dilini bilirdi, verdiği rızıkları tanırdı. Rahmetli annem bahçemizde ektiklerinden başka, yaban otları da toplar yenilecek içilecek bir şeyler yapardı. Daha sonraları insanlar şehirli oldu; medeniyetin şehirde olduğunu zannetti. Doğadan uzaklaştılar ve doğanın rızıklarını unuttular.  Bir iki kuşak böyle geçti ama bakıyorum da yeniden eskiye dönüş var. Gençler doğayı ve yaban otları merak etmeye ve ot toplamaya başladılar. Doğaya dönüş; bu iyiye işaret...

 

Torbamı kızılcıklarla doldurdum. Yan tarafta da kuş burnu ağaçları ve meyveleri gözüme takıldı...Biz bunlara köyde “köpek gülü” derdik. Kimse yüzüne bakmazdı bu çalılık ağaçlara ve meyvelerine. Daha sonraları ülkemize güzel bir bayan Başbakan oldu. Başbakan bizim “köpek gülü” dediğimiz kuş burnundan çay yapıp içiyormuş. Kuş burnu denilen köpek gülleri “Tansu Çiller’in güzellik çayı” oldu mu? Oldu(!) Şimdi şeherli hanımefendilerin hepsi bu  güzellik çayından içmeye başlamış. Bizim köy kadınları da bu köpek güllerini toplayıp toplayıp şeherli hanımefendilere “güzellik çayı” diye satmaya başladılar...

Efendim biz bu medeniyeti hep şehirlerde aradık durduk ya!

Ne varsa bu şeherlerde?

Medeniyet mi?

Nerde var?

Tek dişi kalmış canavarın o tek dişi bile kalmamış!

Sen medeniyet arıyorsan tabiata bak. Ağaçları ve hayvanları incele.

Arılara bak, karıncaya bak!

Kurt’a kuşa bak!

Aslan yürekli aslana bak, ceylana bak!

Olmadan yenilmesin diye kendini ekşiten, daha sonra “ gelin beni yiyin” dercesine kendini tatlandıran erik, elma, armuda bak!

Hoyrat ellerden kendini dikenlerle koruyan, dünyanın en yüksek frekanslı canlısı güllere bak!

Daha ne sayayım sana, evrene aklın fikrin yetmiyorsa hiç olmazsa bastığın toprağa bak!

İşte medeniyet burada. Sen medeniyeti ve cenneti gönlünde kurduysan şehir şehir gezmenin ne anlamı var?

Bak hayvanlara, otlara ve böceklere; örfünü, kültürünü, töreni yaz. Oku, yaz ve yaşa...

İste medeniyet bu!

Şehirlerin çöplerinden çıkardıkların değil,

Tabiat ananın bağrından çıkan medeniyet bu.

Paylaşmak,

Sevmek ve saygı duymak,

Merhametli ve adaletli olmak.

Elimde kızılcık torbası eve vardım. Arkadaşa “al bunları hoşaf yap” desem, anlamaz. Şimdiki kadınlar alışmış marketten alınan hazır yiyecek içeceklere. En iyisi ben kendim yapar kendim içerim. İçerim valla, doğanın verdiklerini tozuyla toprağıyla, böceğiyle birlikte yer içerim.

 

Ah birde şunu söyleyeyim. Ormanın içinde yaşlı ağaçlar çok. Kim bilir kaç nesil insanlar görmüştür. Önünden nice insanlar, yılanlar çıyanlar geçmiştir. Hepsini hafızasına yazmıştır; beni de yazacaktır. Benden öncekileri bana aktardığı gibi benden aldıklarını da sonra gelenlere aktaracaktır.

Evet, sırtımı yaşlı bir ağaca yaslayıp gözlerimi kapadım.

Hiçbir şey düşünmeden ve huzur içinde; kelimelerle anlatamadığım bir enerji okyanusunun içindeyim sanki...Evrenin içinde yüzüyorum ya da evren benim içimde dalgalanıyor.

Neyse bu da bir deli mektubu oldu yine...

Daha fazla yazarsam okumaya sıkılırsınız. Zaten fazlası kitaplık olur.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —