Şiirler hiç bitmesin, çiçekler hiç solmasın... Yayla çiçekleri hiç solmasın, hani KARACAOĞLAN'ın, "Elif'in uğru nakışlı/ Yavru balaban bakışlı/ Yayla çiçeği kokuşlu/ Kokar Elif Elif diye" kokusunu sevdiğini dile getirdiği yayla çiçekleri... Hani "iliklemiş düğmelerini" Elif Elif, diye diye çözdüğü Karacaoğlan'a sevdiğinin kokusunu getiren yayla çiçekleri...
"Çukurova bayramlığın giyerken/ Çıplaklığın üzerinden soyarken" dağları cennete benzeten, dağların bağrında gönenen o dağ çiçekleri hiç solmasın!..
KÖROĞLU da; "Bizim yaylanın uşağı/ Belinde Aydın bıçağı/ Yaylanın türlü çiçeği/ Kokuşun Ayvaz geliyor" diyor.
"Akar abıhayat biter yemişler/ Aslan gibi bu dağlarda kalmalı" diyor Köroğlu; abıhayatın aktığı dağlarda çiçekler solar mı?..
Solsa solsa bağda, bahçede yetiştirilen çiçekler güller solar; Köroğlu da:
"Sevdiğim karşımda salın
Bilmez misin âşık hâlin
Yâre gönderdiğim gülün
Yapracığı solmasaydı" diye dua eder.
Köroğlu, "Nazlım salınır gezersin/ Dertli bağrımı ezersin/ Beyaz kâğıda benzersin/ Yazar m'ola kalem seni/ Yeni bahçenin narısın/ Kırmızı gülden arısın/ Koç Köroğlu'nun yârısın/ Böyle misin bilem seni" derken; bir ozan da:
"Hiç susmasın bal damlayan dillerin
Hiç solmasın gonca ile güllerin
Kalem tutsun pamuk gibi ellerin
Hep genç kal bükülmesin bellerin" diye dua eder.
Kır çiçeklerinden söz açılır da GELİNCİKLER unutulur mu?
"Gelincikler tek tek göründü mü çayırlarda
İşi iş kasabanın
Su yüzlü çocuğun işi iş
Bir de poyraza döndü mü hava
Başlar masmavi damarlar fışkırmaya yanaklarından
Faytonların turuncu tekerlekleri
Yansır gaz tenekeleriyle çevrili bahçelerde
Asılı çamaşırlarından bir tutam çivit kokusu alıp gider
Gelincikler tek göründü mü çayırlarda.
Öylesine uzundur ki kasaba
Gelinciklerden bükülmüş bir ibrişim gibi
Gidip gelen mektup zarflarıyla tarif edilebilir ancak
İçlerinde kar serpintisi
İçlerinde bozkır.
Yeter ki görünsün gelincikler
Önce tek tek görünsün sonra topluca
Usta bir doğramacı gibi kırmızılar doğrar kasaba
Gelincikler indi mi çayırlardan.
Unuturuz sonra alıp başını gitmeyi de
Yeter ki iki dudak arasına konsun gelincikler
İpince bir ıslığa yerleştirilsin
Türküler süzsün tüveyçlerinden
Kahveler eski renklerine boyanır yeniden
Biralar çiğ ışıkta bile parlak
Yıkanır tertemiz oluncaya kadar yaşamak.
Gerçekte bir sevinç, bir mutluluk yok değildir yüreklerimizde
Sevgiler umutlar yok değildir
Öyleyse neden çabuk küseriz birbirimize
Çabuk öfkeleniriz
Durup durup böyle hüzünlenmemiz neden
Anlamıyoruz da ondan mı yoksa
Bir bütün olduğunu mutluluğun
Umudun bir bütün olduğunu
Seziyor muyuz yalnızca
Baktıkça gelincik tarlalarına uzaktan
Öyle bir arada güzel
Yaşamanın lezzetini
Kanımızı tutuşturdukça gün günden
Buğusunu saldıkça
Bir tütün dumanı gibi yaktıkça genzimizi."
- EDİP CANSEVER
Gelincikler şiiri, uzun bir şiir, tümünü yazmak isterdim. Seçmem gerekiyordu, bu kadar seçtim sizin için... Çok yazar, uzun yazar; ama güzeldir CANSEVER'in şiirleri...
"Her şeyin fazlası zararlıdır ya,/ Fazla şiirden öldü Edip Cansever" der Cemal Süreya... Biz okurları da o "fazla şiirler" yaşatacak onu sonsuza kadar diyoruz.
ŞEFİK EREN SINIĞ (1925- 1949)
Mezarında renk renk çiçekler açar ŞEFİK SINIĞ'ın...
Dünyanın bütün çiçekleri ve kaderleri ona benzeyen, geniş ovalarda kokuları kaybolup giden kır, dağ çiçekleri, mezarını örtüyor 1940'tan beri...
Öğretmen Şefik Sınığ bu şiirle ölümsüzleşmiştir:
"Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin...ve sonra öleceğim.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yasamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yasadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Simdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya."
-CEYHUN ATUF KANSU
Şefik Öğretmen ve Dünyanın Bütün Çiçekleri'nin öyküsünü, ilk kez Emekli Öğretmen Mümtaz Başkaya kaleme almış ve Öğretmen Dünyası Dergisi'nin Nisan 2000 tarihli 244. sayısında yayımlamıştır.
1925 yılında Konya Seydişehir'de dünyaya gelir. Küçük yaşta hem öksüz hem yetim kalır. Denizli'nin Çivril ilçesinde yaşayan eniştesi sahip çıkar ona. Orada da Isparta Gönen Köy Enstitüsü'nün Tarım Öğretmeni olan Osman Gürkan Küçük Şefik'le ilgilenir.
Şefik de Enstitü'yü bitirir, öğretmen olur. Afyon'un Dinar ilçesine bağlı Sütlaç köyünde göreve başlar. Yakın arkadaşı komşu köyde öğretmendir. Bir hafta sonu Bostancı köyünde buluşurlar, gençlerle top oynamaya başlarlar, futbol topu patlar. Şefik Öğretmen ve arkadaşları, topu onarmak için okula girerler. Okulun duvarı ansızın çöker. Şefik Öğretmen altında kalır.
Binbir güçlükle Çivril'e taşınır; ancak hekimler çaresizdir. Şefik Öğretmen, Sütlaç köyüne geri götürülür.
Artık ölüm döşeğindedir öğretmen, bilinçli bilinçsiz, sadece öğrencilerini sayıklamaktadır. Son nefesini vermeden son sözlerini söyler "Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin."
Takvimler 1949 yılının Ekim ayını göstermektedir; Çivril'de toprağa verilir. O gün cenaze törenine katılanlardan biri, şair Ceyhun Atuf KANSU'ya anlatır yaşananları...
Çocuk doktoru olan ve meslek yaşamı boyunca Anadolu'nun en ücra köşelerini dolaşan ve Talip Apaydın'la da arkadaş olan Kansu, öylesine duygulanır ki, bu eşsiz dizeleri inci gibi dizer...
Şefik Öğretmen'in yattığı o yüksekçe tepe, özellikle de ilkbaharda renk renk çiçeklerle bezeniyormuş.
Kır ve dağ çiçekleriyle... Dünyanın bütün çiçekleriyle... Ruhu şad olsun.
HOŞÇA KALIN.