Ali MARALCAN- EMEKLİ KURMAY ALBAY


BÜYÜK TÜRK ULUSUNUN ÖZGÜRLÜK VE EGEMENLİĞİNE KAVUŞTUĞU"KUTSAL SAVAŞ" 26-30 AĞUSTOS 1922 BAŞKOMUTANLIK MEYDAN MUHAREBESİ ZAFERİNİN 100. YILDÖNÜMÜ KUTLAMASI


“Saygıdeğer Efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı'nı, ondan sonra düşman ordusunu tamamıyla yok eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekâtımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım.

Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ye zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek güç ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren büyük bir eserdir.

Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”

"Efendiler, savaş, savaşma sonunda meydan savaşı, yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir; Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan savaşı, milletlerin bütün varlıkları ile, bilim ve teknik alanındaki seviyeleri ile, ahlakları ile, kültürleri ile kısacası, bütün madde ve ruh gücü ve faziletleri  ile ve her türlü araçları ile çarpıştığı bir imtihan alanıdır."

"…30 Ağustos Savaşı, Türk tarihinin en önemli bir dönüm noktasıdır. Milli tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Ama Türk milletinin burada elde ettiği zafer kadar kesin sonuçlu ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni cereyan vermekte etkisi kesin bir meydan savaşı hatırlamıyorum.”

 "Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk Devleti'nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz hayatı burada şeref tacını giydi Bu meydanda akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçuşan şehit ruhları. devlet ve Cumhuriyet'imizin ölmez koruyucularıdır. "

"30 Ağustos’ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk Milleti’nin yanımda bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür. Eğer ben, izahta izhar-ı acz edersem, beni mazur görünüz. "

Mustafa Kemal Paşa

19 Mayıs 1919'da Samsun kıyısından başlayan yolculuk, 9 Eylül 1922'de İzmir’de sona erdi. Ama bu son, bir başlangıçtı da...

İstiklâl Savaşı, İzmir rıhtımlarında başladı ve orada bitti. Adına Milli Kurtuluş Hareketi denilen büyük ve çağdaş hareketin kuruluş ve inşa devri ise bu bitişten sonra başlayacaktır.

Çünkü zafer, Gazi Mustafa Kemal için gaye değil, vasıtaydı...

 

BÜYÜK TAARRUZDAN ÖNCE YUNAN ORDUSUNUN SAVUNMA HAZIRLIKLARI

 

Sakarya Meydan Muharebesini kaybettikten sonradır ki Yunanlılar, artık bir taarruz gücü olmaktan çıktılar. Eskişehir-Afyon doğusu hattında savunmaya geçtiler, 26 Ağustos 1922’ ye yani Türk genel taarruzuna kadar bu hatta kaldılar.

1921 sonbaharından 1922 yazına kadar cephelerde sessizlik vardır. Yunanlılar, bir yandan Türk ordusunun genel bir taarruzunu imkânsız görüyorlar, bir yandan da Afyon savunma hattını yeni mevzilerle güçlendiriyordu. Bölgedeki bu mevzileri inceleyen bir İngiliz kurmay subayın verdiği raporda, "Türkler bu mevzileri dört-beş ayda geçebilirlerse, bir günde düşürdüklerini iddia edebilirler" diyordu. Hâlbuki aylarca önceden Yunan ordusu tarafından çok çeşitli ve değişik engellerle güçlendirilmiş bu Yunan mevzilerini kahraman Türk Ordusu 4 günde yardı ve yerle bir etti.

Ankara’da ise Büyük Türk Ulusu, tüm komutanlık niteliklerini kişiliğinde toplayan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya bu büyük evladına, hak ettiği armağanı vermekte gecikmedi. T.B.M.M. 22 Ağustos - 13 Eylül 1921 tarihlerinde dünyanın zayiatı en çok ve 22 gece ve 22 gündüz süren en uzun Sakarya Meydan Muharebesini kazanan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya 19 Eylül 1921 tarihinde Mareşallik rütbesini ve Gazi ünvanını verdi.

MUSTAFA KEMAL PAŞA TAARRUZ PLANININ ANA ESASLARINI NASIL TESPİT ETMİŞTİ

“Efendiler, düşman ordusunun cephe ve teşkilat durumu ile, ona karşı, Batı Cephesi'ndeki kuvvetlerimizin esas olarak iki ordu halinde kurulup düzenlenmiş olduğunu söylemiştim. Öteden beri tasarlamış olduğumuz saldırı plânımızın ana çizgilerini de bildireyim:

Düşündüğümüz, ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin  bir kanadında ve mümkün olduğu kadar dış kanadında toplayarak, bir imha meydan savaşı vermekti. Bunun için elverişli bulduğumuz durum, .ana kuvvetlerimizi, düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat gurubu güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar olan alanlarda toplamaktı. düşmanın en hassas ve önemli noktası orasıydı. Çabuk ve kesin sonuç almak, düşmanı bu kanadından vurmakla mümkündü.

Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, bu bakımdan gerektiği gibi bizzat incelemeler yapmışlardı. Hareket ve saldırı plânımız çok önceden tespit edilmişti.”

 

FEVZİ (ÇAKMAK) PAŞA TARAFINDAN HAZIRLANAN TAARRUZ PLANININ ÖZÜ VE ESASI NEYDİ?

 

 Fevzi Paşa’nın hazırladığı planın özü ve esası şöyleydi.

″Aylardır üzerinde çalışılan planın esası, silahça ve sayıca bizden üstün olduğunu bildiğimiz düşmanı, bir darbede çökertmektir. Bunu ancak bir baskınla sağlayabiliriz. Bunun için kuvvetimizin büyük kısmını, tam bir gizlilik içinde, Afyon’un güneyinde toplayacağız. Afyon ile 40 km. batısındaki Çiğiltepe arası, asıl taarruz cephesidir. Asıl taarruzu Birinci ve Dördüncü Kolordumuz yapacak. Asıl taarruz cephesinde düşmandan üç kat daha fazla kuvvet toplayacağız. Kalecik Sivrisi ile Tınaztepe arasındaki 12 kilometrelik kesim, yarma yeridir. Bu kesimde düşmandan 6 kat daha fazla kuvvetimiz olacak. 2. Ordumuz, karşısındaki düşman kuvvetlerini oyalarken bu kolordularımız düşman cephesini yaracak, Süvari Kolordusu ile birlikte Sincanlı ovasına inecekler. Böylece düşmanın İzmir'le her türlü bağlantısını kesmiş olacağız. Bu düşmanı çevirip "imha ettikten sonra kalan parçaları kolayca yakalar ve yeneriz. Çünkü her yerde düşmandan daha üstün bir durumda olacağız"

KOMUTANLAR TOPLANTISI

28 Temmuz'da Akşehir'de ordu takımları arasında düzenlenen futbol maçını seyretme bahanesiyle başka komutanlar da Akşehir'e davet edildi. 28/29 Temmuz gecesi Atatürk, Büyük Taarruz'un ayrıntıları konusunda komutanlarla görüş alışverişinde bulundu. Bu toplantıda Nurettin Paşa hariç diğer komutanlar, özellikle Yakup Şevki Paşa, planı uygun bulmadı.

Hesaplaşma bir ömür kadar yakındı.

Paşalar harita üzerinde son durumları tartıştılar.

Türkler saldıracaktı.

Ancak bazı paşalar buna itiraz ettiler. Harp Okulu´nda strateji öğretmeni olan Yakup Şevki Paşa taarruz planına itiraz etti:

"Nakliye kollarımız yetersiz, yürüyen birliklere cephane yetiştirebilmeleri mümkün değil" dedi.

Mustafa Kemal Paşa ise gülerek şu cevabı verdi.      "Biz de cephane ikmalini düşmandan yaparız paşam."

Ancak Mustafa Kemal´in bu esprisine Yakup Şevki Paşa gevşemedi. Ve sert bir şekilde cevap verdi:

Yakup Şevki Paşa

"Afyon mevzilerini incelettim biz burayı bir günde, iki günde yaramayız, hayal görmeyelim. Ayağı çarıklı askerlerle o sarp, vahşi arazide düşman mevzilerinin karşısında çakılıp kalırız."

Bu söz üzerine Mustafa Kemal soğukkanlı bir şekilde sordu kendisine:

"Peki, ne yapmamızı tavsiye edersiniz?"

Yakup Şevki Paşa yanıt verdi hemen;

"Uygun bir yerden cepheden saldırırız. Düşman geri çekilirse takip ederiz. Böylece tek dayanağımız olan orduyu tehlikeye atmamış oluruz."

Ancak İsmet Paşa söz aldı ve;

"Uğraşa uğraşa ancak bir yılda düşmanla az çok denk hale gelebildik. Bir daha bu gücü yaratamayız. Bu yüzden bu sefer kesin sonuç almak, savaşı bitirmek zorundayız. Tehlikesine rağmen bu planın uygulanmasından başka çare görmüyorum" dedi.

Bu sözü Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Paşa da destekledi.

Ama Yakup Şevki Paşa bir kez daha itiraz etti:

"Yapmayın, Türk milletinin bütün varı bundan ibaret. Şimdi siz onu bir noktaya yığarak tehlikeye atıyorsunuz, buna razı gelemem!"

Bu sözü duyan Mustafa Kemal´in sesi keskinleşti ve tok bir ifadeyle şunları söyledi:

"Varımız bundan ibaretse, kesin sonucu bununla almak zorundayız."

Yakup Şevki Paşa durmuyordu. Ayağı kalkarak itirazını sürdürdü:

"Buna karar verenler, tarihe karşı büyük vebal altında kalırlar. Adama vatan haini derler."

Bir ara durakladıktan sonra yalvarır gibi bir tonla sözünü şöyle bitirdi:

"Ve hepimizi Meclis´in önünde asarlar!"

Ortalık buz kesmişti. Herkes susmuştu, bir heykel gibi Yakup Şevki Paşa´ya bakınıyordu. Ama her zaman olduğu gibi yine son sözü, Mustafa Kemal söyledi:

"Korkmayın Paşam. Tarihe ve millete karşı bütün sorumluluk bana aittir!"

MUSTAFA KEMAL PAŞA GENELKURMAY BAŞKANI, CEPHE KOMUTANI, 1. VE 2. ORDU KOMUTANLARINA NASIL BİR EMİR VERDİ

20/21 Ağustos 1922 gecesi 1. ve 2. Ordu Komutanlarını da Cephe Komuta Merkezine çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe komutanı'nı da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe komutanı'na o gün vermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde yolların düzeltilmesi v.b. çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerde de benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı.

24 Ağustos 1922'de Komuta Merkezimizi Akşehir'den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut Kasabasına getirttik, 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut'tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe'nin güneybatısındaki Çadırlı Ordugahı naklettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır bulunuyorduk. Sabah Saat 5.30'da topçu ateşimizle saldın başladı.

BAŞKOMUTAN KOCATEPEDE

“26 Ağustos 1922, Cumartesi... Başkomutan Atatürk sabah saat 04.00 civarlarında uyandı. Emir erini uyandırıp kahve istedi. Yaver Muzaffer (Kılıç) uyanıp giyinmeye başladığı sırada Atatürk'ün çadırının önünde "Allahım! Sen Türk milletini ve ordusunu muzaffer eyle!" dediğini duydu. Kahvesini içti. Gün doğmasına bir saat kala, atıyla Kocatepe'nin zirvesine doğru ilerledi. Birkaç er fenerle yolu aydınlatıyordu. Atatürk konuşmuyor, sadece ufka bakıyordu. Fevzi Paşa, İsmet Paşa ve Nurettin Paşa da Kocatepe'deydi.

Türk topçusu, saat 04.30'da ateşe başladı. Ateş 05.30'a kadar sürdü. Bu sırada avcı hatları karanlıkta ilerleyip Yunan mevzilerine yanaşmıştı. Saat 06.30'da Tınaztepe alındı. Saat 07.00'de Toklutepe ve Kaleciksivrisi alındı. Saat 09.00'da Belentepe zapt edildi. 12.000 süvari (Fahrettin Altay'ın 5. Süvari Kolordusu) Sincanlı Ovası'na akıp Dumlupınar'ın doğusuna ilerledi. İzmir-Afyon demiryolu tahrip edildi.

27 Ağustos Pazar sabahı saat 04.00'te Kurtkayatepesi, saat 08.00 civarında Erkmentepe düştü, gözler Çiğiltepe'ye çevrildi. 57. Tümen Komutanı Albay Reşat Bey, zamanında Çiğiltepe'yi alamayınca Atatürk telefonla "Niçin hedefinize varamadınız?" diye sordu. Albay Reşat Bey, yarım saat sonra hedefe ulaşacağını belirtti. Atatürk yarım saat sonra Albay Reşat Bey'i aradığında, kendisine şu notu okudular: "Yarım saatte size o mevzileri almak için söz verdiğim halde sözümü tutamamış olduğumdan dolayı yaşayamam." Albay Reşat Bey intihar etmişti. Çiğiltepe o gün saat 17.30 civarlarında alınacaktı. Aynı gün 20.30'da da Afyon ele geçirildi.

28 Ağustos'ta Yunan ordusunun asıl cephesi yarıldı. Güneyden ve doğudan ilerleyen Türk kuvvetleri Yunan ordusunu ayırıp kuşattı. 29 Ağustos'ta da taarruz başarılı bir şekilde gelişti. Düşmanın kuzey kanadı, Eskişehir cephesi bozuldu, güneydeki kuşatma da devam etti. O akşam düşmanın iki kolordusu Türk ordusunca çevrildi.

 

DUMLUPINAR MEYDAN MUHAREBESİ

Türk ordusu düşmana kesin darbeyi 30 Ağustos'ta vurdu. 30 Ağustos günü düşmanın beş tümeni (40-50 bin kişi) Türk ordusunca kuşatılmış, çıkış yolları kapatılmıştı. Başkomutan Atatürk, 30 Ağustos'ta saat 14.00'te başlayan savaşı Çalköy yakınındaki 11. Tümen Karargahı olan Zafertepe'den (Dumlupınartepesi) bizzat yönetti. Düşmanın bir bölümü imha edildi, bir bölümü teslim oldu, kurtulanlar ise İzmir'e doğru kaçmaya başladı.

Atatürk'ün, bir gün sonra, 31 Ağustos'ta savaş alanında gördüğü manzara şuydu: "Karşıdaki sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bırakılmış toplarla, otomobillerle, sayısız donanım ve gereçlerle, bu kalıntıların arasında yığınlar teşkil eden ölülerle, toplatıp karargahımıza sevk edilen sürü sürü esir kafileleriyle hakikaten bir kıyamet gününü hatırlatıyordu..."

30 Ağustos 1922'deki bu savaşı, Aslıhanlar-Çal-İşören bölgesinde ve Çalköy'ün doğusunda bizzat 1. hatta 11. Tümen yanında bulunan Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk yönettiği için, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa bu savaşa "Başkumandan Muharebesi" adını verdi.

Atatürk, 4 Ekim 1922'de TBMM'de Büyük Taarruz'u anlattığı uzun konuşmasında, bir yıl kadar önce başkomutan olurken söz verdiği gibi "Yunan ordusunun harimi ismetimizde tamamen boğulduğunu" söyledi. "Bu savaşın sonucu Yunanların ve Rumların kalbini sındırmıştır. Bu nedenle bu savaşa Rum Sındığı Meydan Savaşı demek çok uygun olur" dedi. 1363 Sırpsındığı Savaşı, Türklerin Rumeli'de tutunmasını sağlamıştı, 1922 Büyük Taarruz ise Türklerin Anadolu'da tutunmalarını sağladı.

Büyük Taarruz bir "mevzi" savaşı değil "imha" savaşıdır, "topyekun" bir savaştır. Atatürk, Büyük Taarruz'la, yenilmiş, dağıtılmış, silahları elinden alınmış, subayları esir edilmiş bir orduyu yeninden kurarak "bir husumet dünyasına" karşı zafer kazandı. Büyük Taarruz'u tarihte eşsiz kılan da budur.

 

“ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZDİR İLERİ”

Başkomutan Atatürk, bozguna uğrayıp İzmir'e doğru kaçan Yunan or-dularmın tekrar toparlanmalarına fırsat vermemek için 1 Eylül 1922'de Türk ordularma şu emri verdi:

"Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları... Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi'nde zalim ve mağrur bir ordunun esas unsurlarını inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ederek büyük ve necip (soylu) milletimizin fedakârlıklarına layık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. (...) Ordular! İlk hedefimiz Akdeniz'dir, ileri!"

Türk orduları, 9 Eylül'de İzmir’e girdi, 18 Eylül'de Anadolu'da Yunan askeri kalmadı. Türk ordusu 15 günde savaşa savaşa 400-500 km yol kat etti. Orgeneral Ali Fuat Erden buna "Motorsuz Yıldırım Harbi" demiştir.

Burada, yeri gelmişken, "Atatürk, ordulara Ege Denizi'ni işaret ettiği halde neden Akdeniz dedi?" sorusuna da yanıt verelim. Birincisi, Osmanlı coğrafya kitaplarında Anadolu'yu kuşatan deniz; İstanbul Boğazı'na kadar Akdeniz veya Adalar Denizi, İstanbul Boğazı'ndan sonra Karadeniz olarak adlandırılıyordu. Ege adı ise Yunan mitolojisine dayanıyordu. Ege Denizi kavramı bizde 1941'deki I. Coğrafya Kongresi'nden itibaren kullanılmaya başlandı. İkincisi, Sevr Antlaşması'yla Türklerin Akdeniz'le bağı kesilmiş, Türkiye bir kara devleti olarak Anadolu'nun ortasına sıkıştırılmıştı. Atatürk, "Akdeniz" hedefiyle bu çemberi kırıp Türkleri yeniden Akdeniz'e indirmek istedi. Yani "Akdeniz" hedefinin hem coğrafi hem siyasi bir anlamı vardı. 1 Eylül 1922 itibarıyla, bırakın 12 Ada'yı ve Ege Adaları'nı, Akdeniz (Ege) de elimizde değildi; kara ve deniz düşman işgalindeydi. Atatürk, Büyük Zafer'i kazanarak sadece Anadolu'yu, İstanbul’u ve Trakya'yı yeniden vatan yapmadı, aynı zamanda Türkleri de yeniden Akdeniz'e indirdi.

 

MİLLİ ŞAİR MEHMET AKİF BÜYÜK ZAFERİ NASIL DEĞERLENDİRİYORDU?

"Ne Muazzam Zaferdi O"

"Allahım ne muazzam zaferdi o, ortalık hercümerç oldu; beş altı saat içinde bir başka dünya doğdu. Ve biz mest olduk... Artık benim ne düşünecek, ne yazacak, hatta ne yaşayacak takatim kalmıştı. Bizim dilimiz tutulmuştu, ordu bizzat yazıyordu..."

(M. Akif, Haziran 1936)

Haziran 1936'da Mehmet Akif'le (Ersoy) son bir röportaj yapıldı. Röportajı yapan gazeteci yazar Kandemir, "Ya, Büyük Zafer üstadım? O anda ne duydunuz?" diye sordu. Akif'in bu soruya verdiği yanıtı Kandemir'den aynen aktarıyorum: "Kalbi durmuş gibi sarsılıyor, sonra bir anda yeniden canlanmış gibi, nereden geldiğini bilmez bir ışıkla gözlerinin içi gülerek, 'Ah' diyor. Ve bir lahza bırakıyor kendini bu eşsiz sevincim koynuna... Dalıyor. Ve sesinin ta içten dudaklarına dökülüşünü seziyorum: 'Allahım ne muazzam zaferdi o, ortalık hercümerç oldu, beş altı saat içinde bir başka dünya doğdu.' Tekrar gözlerini yumuyor. 'Ve biz mest olduk'. 'O zaman bir şey yazmadınız mı?. 'Artık benim ne düşünecek, ne yazacak, hatta ne yaşayacak takatim kalmıştı. Bizim dilimiz tutulmuştu. Ordu bizzat yazıyordu..."

Mehmet Akif'in yazmadığını Nazım Hikmet yazacak; adını da Kuvâyi Milliye Destanı koyacaktı. Orada, "şayak kalpaklı adam", sarışın bir kurttan söz ediyordu: "Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı / Yürüdü uçurumun kenarına kadar eğildi durdu / Bıraksalar, ince uzun bacakları üstünde yaylanarak / ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak / Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı..."

GERÇEK KOMUTAN, KOMUTANLIK SANATI VE ATATÜRK

Komutanlık yalnızca., bir birliğe komuta etmek, bir harekâtın yapılması veya işlerin yürütülmesi için emir vermek demek değildir. Komutan komuta ettiği birliğin, barışta savaşta; hem eğiticisi, hem öğreticisi, hem yöneticisi ve hem de gözeticisidir.

Komutanlık büyük bir haslettir. Yalnız rütbe ve makam sahibi olmakla komutan olunamaz. Geniş bilgisi ile, kuvvetli iradesiyle, adaletiyle tutum ve davranışı ile kıtasına kim sahip çıkabiliyorsa, zor şartlar altında, tehlikeli durumlar karşısında kıtasını kim peşinden sürükleyebiliyorsa, işte "Gerçek Komutan" odur.

Atatürk´ün, komutanlık sanatının en ince noktalarını şahsında topladığı, gerçek komutanlığın bütün niteliklerine sahip olduğu, yabancı ülkelerin ünlü komutanları ve devlet adamları tarafından da takdir ve kabul edilmiştir. Ünlü Fransız Mareşali Ferdinand Foch, Yunan Başbakanı Venizelos´a Atatürk´ten ve Türk askerinden bahsederken şunları söylemiştir:

"Bana 600 bin kişilik bir ordu verseler, Mustafa Kemal´in 50 bin askerinin üzerine gitmeye tereddüt ederim."

Büyük Taarruzdan sonra esir düşen Yunan Başkomutanı General Trikopis Mustafa Kemal Paşa´ya:

"— Siz bu muharebeyi nereden idare ediyorsunuz?

"— Atatürk, işte tam o süngülerin parıldadığını söylediğiniz yerde, askerlerin yanındaydım.

"— işte harp böyle kazanılır. Yoksa; 550 kilometre uzakta, durum gözle görülüp hüküm verilmeksizin bir harita üzerinde pergelle ölçülerek, İzmir körfezinde bir yattan idare edilmez. Edilir ama, netice böyle olur. . ."

Lloyd George kendisini Anadolu´dan çıkarmaya çalışan Mustafa Kemal için İngiliz Parlamentosunun kürsüsünden şunları söyledi:

"Yüzyılda bir dahi yetişir, bu yüzyılın dâhisi Mustafa Kemal´dir. Mustafa Kemal´in dehasına karşı elden ne gelir! Diyerek aczini ifade ediyordu.

SAYGIDEĞER VATANDAŞLARIM VE AZİZ TÜRK GENÇLERİ!

Fatih Rıfkı Atay Büyük Zafer'den söz ederken, "Nemiz varsa ona borçluyuz" diyordu: "Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı'nın, vicdanımız' Doğu'nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi'ne borçluyuz." Atay haksız miydi? Abartıyor muydu? Hayır. Atay sonuna kadar haklıydı. Büyük Taarruz öncesinde düşman Ankara yakınlarına gelmişti. Eğer Büyük Taarruz'u kaybetseydik her şeyimizi; Anadolu'muzu, vatanımızı kaybedecektik.

Büyük Zafer tüm mazlum milletleri olduğu gibi dünya Müslümanlarını da coşturdu. Afganistan Elçisi Ahmet Han, "Ey süngüleri nur saçan akıllı, yiğit İslam ordusu" diye başlayan mektubunda "Esirlik zincirlerini parçalayan" Büyük Zafer'in, "Yalnız Anadolu'ya değil, Asya'nın, Afrika'nın en uzak köşelerine, en ıssız yerlerindeki kulübelerine kadar 350 milyonluk koca bir İslam dünyasına nurlu sevinçler, neşeler saçtığını" belirtiyordu.

SONUÇ OLARAK

Dört yıl süren Milli Mücadele´de ordunun insan kaybı, kazanılan zafere ve mevcuduna kıyasla hafiftir. Savaş alanlarında, çeşitli hastalıklardan ve muharebelerde şehit olan subay sayısı 980´i bulurken 36.239 erde şehit olmuştu. Bu zafer, bugünün Türk askerine, gerektiğinde nelerin başarılabileceğinin örneğini verirken jeopolitik bir düşünceyi doğurmuştur. "Anadolu istila edilemez." Mondros, Mütarekesiyle başlatılan ve Serv Anlaşması ile gerçekleştirildiği zannedilen Türk Milleti´ni Anadolu topraklarından çıkarmak ve tarihten silmek isteyen zihniyetin son temsilcileri de Türk Bayrağı’nı selamlayarak, 13 Kasım 1918 günü M. Kemal Paşa’nın Adana’dan İstanbul’a geldiğinde 61 parça İtilaf Donanmasını gördüğünde söylediği “Geldikleri gibi giderler” vecizesine uygun şekilde: “geldikleri gibi gittiler.”

26 Ağustos 1071'de Malazgirt Savaşı'yla Anadolu'yu yurt yaptık, 26 Ağustos 1922'de başlayan Büyük Taarruz'la Anadolu'nun yurt kalmasını sağladık. Her iki zaferimiz de kutlu olsun...

Bu mutlu ve gurur dolu günleri bizlere armağan eden, bizlere özgürlük ve egemenliğimizi bağışlayan, bizleri ay yıldızlı bayrağımıza kavuşturan ulu önder Atatürk ve silah arkadaşları ile şehit ve gazilerimiz huzurunda saygıyla eğiliyoruz. Ruhları şad olsun!

KAYNAKÇA:

  1. NUTUK, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
  2. TEK ADAM CİLT 2 ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR
  3. GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER KAHRAMAN YUSUFOĞLU
  4. YÜZYILIN KİTABI SİNAN MEYDAN
  5. ŞU ÇILGIN TÜRKLER TURGUT ÖZAKMAN
  6. İHANET BASINI AYDIN KELEŞOĞLU
  7. ÇANKAYA FALİH RIFKI ATAY
  8. BAYRAK MÜCADELEMİZ VE İSTİKLAL MARŞI YAŞAR ÇAĞBAYIR
  9. KÜLLERİNDEN DOĞAN ÜLKE VE MUSTAFA KEMAL REFİK BAYDUR

 

 

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli
  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00