Can UĞURATEŞ-Sırası Geldikçe


BEYRUT’TA GERÇEKLEŞEN PATLAMA

İsrail ve bölgede etkin olan Hizbullah, İsrail tarafından vurulma ihtimalini reddeden açıklamalar yapmış olsa da oluşan konjonktürde, sabotaj, çok kuvvetli bir ihtimal olmayı sürdürüyor.


 

Bayrağındaki sedir ağacıyla, ebediyeti ve istikrarı simgeleyen Lübnan, 04 Ağustos’ta, başkenti Beyrut’un liman bölgesinde meydana gelen patlamayla, büyük bir yara aldı. Patlamanın etkisiyle, önemli büyüklükte bir alan, farklı seviyelerde hasar gördü. Ölü ve yaralı sayısı da üzücü ama en önemli hasarı, her zaman olduğu gibi, kuvvetle muhtemel hedeflenen barış aldı. Çünkü Lübnan, Ortadoğu coğrafyasının, en özel yapısal karakterinde olan ülkesi konumunda bulunuyor. Günümüz Ortadoğu ve Doğu Akdeniz mücadeleleri ile Karadeniz bölgesi, Hazar havzası ve Libya’ya uzanan güç dengesi mücadelesindeki konumuyla da önem arz ediyor. Lübnan, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası Suriye, Ürdün ve İsrail arasında önemli bir mücadele alanı konumundayken, günümüz konjonktüründeki jeopolitik konumuyla da önemi giderek artıyor.  

Lübnan, 1918’e kadar Suriye bütünlüğünde Osmanlı toprağıydı. Sonrasında yine Suriye bütünlüğünde ama Fransız mandasında varlığına devam ederken, özellikle Beyrut, bölgenin önemli bir turizm ve ticaret merkezi olma konumunu korudu. Fransızlar, bölgeden ayrıldıklarında, Suriye’nin bütünlüğünün bozulmasıyla, Lübnan’ın devlet olarak teşkiliyle, bölgede varlıklarını daha dar alanda ancak en etkin konumda yürütmeyi hedeflediler. Bu maksatla da daha 1926’da hazırladıkları bir anayasayla, hedefledikleri oluşumu başlattılar. Bu anayasa kapsamında, Fransız idaresi ardından, Lübnan bağımsız bir devlet olacaktı. Bu gelişme, doğal olarak Arap entelektüelleri tedirgin etti. Çünkü bu durum, daha o dönemde gelişmiş olan, Büyük Suriye idealine önemli bir darbe anlamına geliyordu (Bu gün ortalık toz dumanken, Mısır’ın, sembolik konumda da olsa Suriye’ye asker gönderme çabası ve söylemleri, bu idealin devamlılığının göstergesi olabilir. Çünkü Büyük Suriye, Suriye ve Mısır dâhil arada kalan geniş bir alanı kapsıyor). Ancak Fransızların uzun yıllar devam eden görüşmeler ardından, 1946’da bölgeden çekilmesiyle, Lübnan bağımsız bir ülke olarak Dünya tarihinde yerini aldı.

Lübnan bağımsız bir ülke olarak tasarlanırken, etnik, siyasi, dini, mezhepsel yapısı ve coğrafik konumuyla, Ortadoğu’nun İsviçre’si, Uzakdoğu’nun Hong Kong’u olması düşünülmüştü belki, çok iyi niyetli bir çıkarımla. Aslında, o yönde bir gelişmeyle, belki bölgeye çok önemli katkıları da olurdu. Ya da Ortadoğu’nun göbeğine, zamanı geldiğinde fitili kolaylıkla ateşlenebilecek bir bomba konmuştu ki bu gün, bu düşünce, daha doğru bir değerlendirme gibi görünüyor. 1975’de Beyrut’ta, Aziz Maruni Kilisesi önünde gerçekleşen silahlı saldırıyla da bu bombanın fitili ateşlendi.  13 Nisan 1975’de, Filistinli mültecileri taşıyan bir otobüse, Hıristiyan Falanjist Milisler tarafından yapılan saldırıda, aralarında kadınların ve çocukların da olduğu 27 kişinin hayatını kaybetmesiyle başlayan iç savaş, 15 yıl sürdü ama sonrasında da gerginlik hiç durulmadı.

Özellikle, Kudüs ara sokakları dâhil yoğun bir çatışma dönemi sonrasında, 14 Mayıs 1948’de İsrail Devletinin kurulmasının ardından, uluslararası tüm girişimlere ve Birleşmiş Milletlerin ardı ardına gelen kararlarına rağmen başlayan ve günümüzde de devamlılığını sürdüren Filistin sorunuyla, Lübnan da yüzleşmek zorunda kaldı. 1950’den itibaren, Lübnan, mülteciler nedeniyle sıkıntılı dönemlere sürüklenmişti ki o dönemin Filistin Kurtuluş Örgütü, sıklıkla, Lübnan sınırları içinde oluşturduğu kamplardan yaptığı saldırılarla, Lübnan’ı, İsrail için hedef konumuna getiriyordu ve İsrail de uyguladığı katı siyasetle vurmaktan çekinmiyordu. Gerginlik öyle bir boyuta ulaştı ki 1978’de, ülkeyi güneyden kuzeye işgale başlayan İsrail’in, çekinmeksizin, Lübnan’da, Batı Beyrut’ta bulunan Filistinli mültecilerin barındığı Sabra ve Şatilla kamplarını 16-18 Eylül 1982’de vurmasıyla, üç binden fazla Filistinli hayatını kaybetti.  İsrail, 1985’de kademeli olarak geri çekildi. Ancak devam eden iç savaş, 1989’da yapılan Taif Antlaşmasına kadar devam ederken, 1990’a gelindiğinde, Beyrut, batısına Müslümanların, doğusuna Hıristiyanları hâkim olduğu, ikiye bölünmüş bir kent haline geldi.  

 Lübnan halen üniter bir yapıda devletken, yönetim, Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında %50 oranında paylaşılıyor. Lübnan’da halen, meclis tarafından seçilen cumhurbaşkanının Maruni, meclis başkanının Şii, başbakanın Sünni, 128 kişiden oluşan parlamentonun %50’sinin Müslüman, %50’sinin Hıristiyan olması gerekiyor. Böyle bir yapının başarılı olarak idame ettirilmesi, Büyük Ortadoğu Projesi ya da Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında kesinlikle kötü örnek konumunda kalıyor. Çünkü daha önce Girit, sonrasında Kıbrıs yönetim şekillerinde oluşturulan benzer yapıların, maksadının çok farklı olduğu bilinen bir gerçek.

Böyle bir konumda olan Lübnan’ın, başkenti Beyrut’un liman bölgesinde bulunan, bu denli yoğun miktarda depolanmış patlayıcının, üstelik patlayıcının özelliği nedeniyle tetiklenmesi gerekliliğinden ve ekranlara yansıyan görüntülerden hareketle, büyük patlama öncesi gibi görünen daha küçük patlamalar, akıllara sabotaj ihtimalini getiriyor. İsrail ve bölgede etkin olan Hizbullah, İsrail tarafından vurulma ihtimalini reddeden açıklamalar yapmış olsa da oluşan konjonktürde, sabotaj, çok kuvvetli bir ihtimal olmayı sürdürüyor.

 

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00