Mehmet BABACAN, Eğitimci- Yazar ve Şair


BEKTAŞİ KEMAL


    Bizim Bektaşi Kemal, yaştaşım bir öğretmendi.

     Kozluk ilçesinin (O zaman Kozluk Siirt’e bağlıydı. Şimdi Batman’a bağlı) 

     Şelmo nahiyesinde, tek öğretmen olarak çalışıyordu.

     Şelmo, Diyarbakır- Siirt yolu üzerinde, nahiye görevli küçücük bir köydü. 

     Köyün okuluysa, bir dershane ve bir ailelik lojmandan ibaret eski bir yapıydı. 

     Öğretmen bekâr olduğundan, ancak lojmanın bir bekâr odası kadar yeri kullanılıyordu.

     İlçe merkezinde ise bir Merkez İlkokulu, bir de Kız Yatılı Bölge Okulu vardı. 

     Ben Bölge okulunda çalışıyordum. 

     Hafta sonlarında, çevre köylerdeki öğretmenlerin tümüyle birlikte olurduk. 

     Bir Öğretmen Tiyatro ekibi kurmuştuk; akşam oyun yazıyor, sabaha oynuyorduk. 

     Çünkü 1950’li yıllarda, hele doğuda oyun bulma olanağı yoktu. 

     Biricik eğlencemiz, feodal yaşamın dürtülerinden ürettiğimiz Yeşilçam benzeri oyunlardı.

     Bektaşi Kemal, grubumuzun en olgun, en yetkin üyesi sayılabilirdi. 

     Kemal’in Bektaşilikle bir ilgisi yoktu. Bektaşi lakabını biz takmıştık.. 

     Çünkü ağır, oturaklı, sözü-sohbeti yerinde tavrıyla, bir dede imajı uyandırıyordu. 

     Dünya yansa, bir mendili yanmayacak kadar geniş umursamaz, ama dost yoluna ölmesini bilecek kadar da yiğit bir delikanlıydı. 

     Ayrıca, içki içtiğimiz zamanlarda da Kemal ne kadar içerse içsin,  oturduğu gibi kalkıp giderdi. 

     Yani içkiyi Kemal içerdi; içki Kemal’i içemezdi. 

     

                                                                      ***

 

     Milli Eğitim Müdürümüz İsmail Çınar, hem yakın köylüm; hem de Öğretmen Okulundan, meslek dersleri öğretmenimdi. 

     Tam anlamıyla baba bir insandı. 

     Beni de çok sever, zeki, yetenekli ve işlek zekâlı olarak tanımlıyordu.

     Şimdi anımsayamadığım bir nedenle okulumuza gelmişti. 

     İşini bitirince beni yanına çağırarak: 

     -Yakın köy okullarından birini görmek istiyorum; nereye gidebiliriz? Hem, sen de geleceksin” dedi. 

     En kolay gidilebilecek yer Şelmo idi. 

     Şelmo Diyarbakır yolu üzerinde, 25 Km. kadar uzaklıktaydı. 

     Kabul etti. Yola çıktık. Makam aracı jeepte, şoförle birlikte üç kişiyiz. 

     Arkadaşım Kemal’in yanına gidiyoruz. Durmadan Kemal hakkında övgüler düzüyorum.

      Ne var ki hep ilçede birlikte olduğumuz için, Kemal’in evine, okuluna hiç gitmemiştim. 

      Öğle tatili sırasında vardık köye. Öğrenciler yemek için dağılmış olmalı. 

     Lojmanın toprak düzeyindeki kapısı hafif aralıktı ve içeriden tıkırtılar geliyordu. 

     -Kemal Hoca, Kemal Hoca! Diyerek, kapıya hafifçe vurdum. Meğerse kapının menteşeleri çok gevşekmiş, ardına kadar açılıverdi. 

     Bir de ne görelim, içeride bir eşek var. Müdür Bey, sert bir sesle 

     -Çıkar şu hayvanı, dedi şoföre. 

     İçeriye bir göz attık: Genişçe çıplak bir oda. Kemal karpuz yemiş, kabukları atmadan kahveye gitmiş olmalı. 

     Kapıyı açık bulunca, eşek de girip onları yerken biz gelmişiz. 

     Odada, paslı bir somya; duvarda bir yüklük dolabı görülüyordu. 

     Bir sandalye bile yoktu. Ama karşı köşede elli kadar boş rakı şişesi vardı ki örümcek ağıyla sarılmıştı. 

     Övgüler düzdüğüm arkadaşımın odasıydı burası.

     Yer yarılsa da içine girsem, ancak kurtulacağımı sanıyordum. Dışarı çıktık. 

     O sırada Kemal de geldi. Tokalaşmalardaki gönülsüzlük gözden kaçmıyordu. 

     Ortada bir sorun olduğunu sezmişti, ama soramıyordu. 

     Bana attığı kaş- göz işaretlerine de ben yanıt veremiyordum.

     Ders vakti gelmişti. Zili çaldırdı Kemal. Dershaneye doğru yürüdüler. Ben girmekten yana değildim, kaçmaya fırsat arıyordum. Hocam, bunu sezmiş olmalı ki: 

     -Gel, gel dedi, kaşlarını çatarak. Girdik dershaneye. Otuz civarında öğrenci vardı. Beş sınıf birleşik olduğu belliydi. Sessizce, ayakta duran yabancılara bakıyorlardı. 

     -Öğretmen, planlarını getir, dedi Müdür. 

     Kemal’de hiçbir hareket olmadı. Duymadığını sandım ben. 

     Daha sertçe bir sesle, komutunu yineledi Müdür. Hiç telaş etmeden: 

     -Yok ki, dedi Kemal. 

     Bana çok uzun gibi gelen bir sessizlik kapladı ortalığı. 

     Müdür Bey, bana doğru döndü, dişlerini sıkarak ıslık gibi bir sesle: 

     -Ne yapayım ben şimdi? dedi. 

     Yanıt isteyen bir soru muydu, yoksa bir patlama mıydı, belirsizdi? 

     Sorusuna yanıt verilmemesine çok kızdığını bildiğim için, hiç duraksamadan:

     -Daha büyük olmak zorundasınız. diyebildim. 

     Kurşun gibi bir bakışla baktı yüzüme. Sonra, gözlerini tavana doğru kaldırıp, bir süre de öyle kaldıktan sonra, öğrencilere yöneldi.

     Sinek uçsa, kanat sesi duyulacak kadar sessizdi ortam. Soru sormaya başladı çocuklara.

     Soru cümlesi daha bitmeden yanıt geliyordu demek, abartı değildir. 

     Müdür Bey, bütün sınıfları soru yağmuruna tuttu. Yanıtsız kalan soru yoktu. 

     Belli ki bilgi düzeyi yüksekti. Ama o ölçüde de eğitim almışlardı. Parmak kaldırarak söz alınıyor, yanıtlar, diğerinin eksiğini tamamlayarak veriliyordu. 

     Dinlemesini bilen; düşüncesini açık yüreklilikle savunan bir kitle vardı karşımızda. 

     Müdür Bey’den yana  bakma cesaretim gittikçe artıyordu. 

     Çünkü onun sesi tatlılaşmış, yaklaşımları daha bir sevecenleşmişti. 

     Tüm hatlarıyla baba tavrına yeniden dönmüştü. 

     Öğrencilerden son derecede memnun olduğu belliydi. 

     Ama Kemal’in plansızlığına, ev perişanlığına ne diyeceğini, gerçekten merak ediyordum? 

     Ayrılırken, o konulara hiç girmedi Müdür Bey. 

     Biraz kırgınca da olsa, tokalaştı Kemal’le. 

     Ben bile arkadaşıma sarılamadım, ikilemler içindeydim.

      On dakika kadar sessizce yol aldıktan sonra “ Eee! ” dedi, Müdür Bey:.

      -Değerlendirmeye başla, demekti bu. Aramızda parola gibiydi. 

     İkilemler içinde kıvranırken sıkıntım üç olmuştu. Hemen bir yanıt vermek zorundaydım. Ama öyle bir değerlendirme olmalıydı ki hem arkadaşımı, hem de kendimi haşlanmaktan kurtarmalıydım: 

    -Sayın Müdürüm, arkadaşımın evini, odasını beğenmedim. 

    Her ne kadar, herkesin özgül yaşamı vardır dense de o özgül yaşamın, kişinin aynası olduğunu düşünürüm ben. 

     Ancak, plan- program konusuna gelince  dedim, yüzüne baktım. Sözün sonunu merakla bekliyor gibiydi. Devam ettim: 

     -Hocam bilirsiniz, ben asla plansızlığı savunmam. 

     Hatta planlı- programlı çalışmanın başarıyı arttıracağına inanan biriyim. 

     Ama Hocam, o planları- programları öğrencilerimiz bu düzeye gelsin diye yapmıyor muyuz? Bu sonuca ulaşabilmenin aracı- gereci değil mi onlar?

     Baba insan İsmail Çınar dayanamadı: 

     -Yahu çocuk, demin orda koskoca bir yumurta yumurtladın, söyleyeceklerimi kursağımda bıraktın. Şimdi de daha büyüğünü yumurtluyorsun. 

     Ne olacak seninle benim halim?” derken, gülümsüyordu. 

     -Hocam, o yumurtalardan çok güzel civcivler çıkar, inanın. diyebilmiştim, koltuklarım kabararak…

     -Ama dur, sözüm bitmedi daha, dedi.

     -Öğretmenlik bir sanattır deyişimizin yanlış olmadığını bir kez daha gördük.

      Planı savunuyorsun. Başarıyı arttırıcı etkisine inanıyorum, diyorsun. Seni tanımasam, sıkıştığı için böyle söylüyor, diyebilirdim. Oysa seni çok iyi tanıyorum.. 

     Şimdi bir düşünmeni istiyorum: 

     Ya bu arkadaşın bir de planlı olsaydı…?”   

1
1.08.2023 03:38:48
555

1
1.08.2023 03:40:46
555

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00