Mehmet BABACAN, Eğitimci- Yazar ve Şair


BABACAN’DAN ANILAR: ÇİÇEĞİMDEN TAÇYAPRAKLAR


Her insanda yeteneğin az- çok bulunduğu, ama çokça rastlantıyla ortaya çıktığını sıkça söyleriz. Bazen de bir ustaya rastlanır. Benim en düşük not aldığım ders resim dersiydi. Nedense sevememiştim. Dayanma gücüm kısaydı. Dersin ilk 15- 20 dakikasında benim işim bitiyordu. Boyayıp çıkıyordum. Ne yaparsam yapayım benim notum, onluk sistemde 5 idi.

Oysa Resim Öğretmenimiz Sezai Tuncakan, birçok yönden donanımlı bir öğretmendi. Hatta övünmeyi fazlaca sever; katıldığı yarışlarda, şanssızlık eseri hep ikinci gelmişliğini, kendisi anlatırdı.

Doğum yeri neresiydi bilmem de, bir Antalya sevdalısıydı Sezai Bey. O sevda yüzünden, Antalya’dan bir kartpostalı tablolaştırmak istemiş, Öğretmenler odasının bir kapak duvarını tuval seçmişti.  Bizim dershanemiz de Öğretmen Odasının biraz ilerisindeydi. Bir tatil sırasında dershaneye gitmek için, koridorda ağır ağır yürüyordum. O sırada Sezai Beyle bir konuk öğretmen, resmin karşısında konuşuyorlardı. Konuk: “ Hocam, resmin yukarısı iyi de yarıdan aşağısı perdeli gibi görünüyor. Bana mı öyle geliyor?” dedi, nazikçe. Sezai Hoca hemen söze girdi: “ Hocam, bilirsiniz resme üstten başlanır. Üst taraf bile tamam değil daha. Alt tarafa resim demem ben” deyişini duymuştum.

***

Dersaneden çıkarken koridorda karşılaştım Sezai Hoca ile. Konuğu yolcu etmiş, Öğretmen Odasının kapısındaydı. Beni görünce: “ Gel gel. Şu resmi tenkit et bakayım” dedi.  Şaşırdım. Benim yargımı önemseyeceğini hiç beklemezdim. Resme baktım, gerçekten yarıdan aşağısı bulanık gibiydi, ama benim görüşüm müydü; yoksa demin duyduğum yargının etkisi miydi? Öğretmenim, bu konuda benim fazla becerim olmadığını biliyorsunuz. Ancak 5 alabiliyorum deyince: “ Hayır hayır. Herkesin bir görüşü vardır” dedi. Öğretmenim, ısrar ettiğiniz için söylemek zorundayım. Güzellik yukarıdan başlıyor, aşağıya doğru inildikçe bozuluyor. Hele en alt kısımları, vallahi ben bile yaparım, dedim. Fırlarcasına karşıma geçip, yüksek sesle: “ Hayret be! Bu nasıl olur?” deyince, ürktüm. Eleştirime kızmış mıydı yoksa? “ Yahu ben seni nasıl fark etmedim? Sende yetenek var.” dedi. Sonraki zamanlarda, birçok kez : “ Şu renklerdeki armoniye bakın” diyerek, resimlerimi örnek gösterdiyse ve notumu 8- 9’lara çıkardıysa da, dersi sevdirmeyi pek başaramadı.

***

Rahmetli Sezai Öğretmenimle 10 Kasım anımız da unutulur gibi değildir. Eskiden 10 Kasım’da yas tutulurdu. Anmanın ötesinde gama- kedere bürünme etkinliği olurdu. Değerleri iyi bir moral altında kavramakla, yıkık bir moral içinde kavramanın farklı olduğunu düşünmüyorduk, nedense. Her taraf ışık sızmayacak kadar kapatılırdı. 10 Kasım hazırlıklarına epey önceden başlamıştı Sezai Hoca. Uygun bulduklarından oluşturduğu bir ekiple 10 tane tablo hazırlamış; onları da dönerli bir aygıta bağlamıştı. 9 Kasım günü beni çağırdı. Elinde 10 sayfalık bir yazı vardı:

“ Bunları yarın okuyabilir misin? Senin ses tonunu beğeniyorum” dedi. Okurum öğretmenim, okuma- yazmam var, dedim, gülüştük. “ Hayır, basit bir okuma değil konu. O hazırladığımız tablolar var ya. Her birisi bu sayfaların tablosu. Bu sayfalarda bölüm bölüm Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilke ve kazanımları sergileniyor; o tablolarda da somutlaştırılıyor. Bu metinlerdeki sözler kulaklara; tablolarsa gözlere anlatacaklar. Bu metinlerle tabloların uyumu asla bozulmamalıdır. Titizliğim o yüzden” dedi.  Beni götürüp sahnedeki düzeneği gösterdi: Sahnenin suflör yerine bir cep feneri ampulü koymuş; çevresine de bu metinlerin bir örneğini sermişti. Masaya oturarak konuşacakmışım. Hemen ampulün düğmesini açıp, oradan okuyacakmışım. Metne uygun olarak da tablolar değişecekmiş.

Gerçekten yas tutarken bile yapılanlar, yaparak- yaşayarak bir eğitim- öğretimdi  Gençlik yıllarımda ilginç bir özelliğim vardı. Bir metini ya da şiiri akşam birkaç kez okur, sonra yastığımın altına koyup yatardım. Sabahında ezberimde olurdu.  Gene öyle yaptım. Sabah ezberimdeydiler.

Neyleyim ki, konuşmaya başlarken ampulü yakmayı unuttum. Konuştum sonuna kadar. Tören başarıyla bitti. Sahnenin arkasına geçmemle Sezai Bey hışımla beni kucaklayıp silkelemeye başladı. Bir yandan da “ Ülen eşşoğlu eşşek, bana kriz geçirtmeye ne hakkın vardı, söyle?” diye, bağırıyordu.

Meğerse ben ampulü yakmayı unutunca “ Ey vah! Emeklerimiz mahvoldu” demiş; sonuna kadar ateş üstünde beklemiş. Sonraki gün gene beni çağırtmıştı, gittim. Gülerek: “ Gel eşşoğlu eşşek gel” dedi; devam etti: “ Dün ben sana kaç kez “ Eşek oğlu” dedim?” Bilmem öğretmenim. Ben korkumdan sayamadım, dedim. “ Gel 5 kez de anlaşalım. Babana mektup yaz. Olayı anlat. Baban da bana 5 kez eşek desin, ödeşelim” dedi. Üzüldüğü açıkça görülüyordu. Başarıya verdiği ödülden belli ki mahcuptu. Üzülmeyin öğretmenim. Biz o sözlerin takdir anlamına geldiğini biliriz, deyip gönlünü almıştım. Mekânı cennet olsun.

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00