SANİYE VİLDAN GÜZEL - İNADINA ŞİİR


AŞKIN HÂLLERİ


 

Aşk, edebiyatımızın en eski, vazgeçilmez konularından biridir.

Arapça bir sözcük olan aşk; bir kimseyi, bir mesleği, bir yolu, canla, gönülle kendini feda edercesine sevmek, ona bağlanmak, onsuz yaşayışı haram bilmektir.

Savunduğumuz değerlerin başında barış, demokrasi, özgürlük gelir. Bütün bunların temelinde insanın insana sevgisi vardır; aşk, sevginin daha özel bir biçimidir.

Sevgi ile aşk birbiriyle bağlantılı kavramlardır; ancak her aşkta sevgi olmasına karşın, her sevgide aşk yoktur.

Okuduğum bir kaynakta yazdığına göre aşk; sevgi (hubb) ismi verilen duygunun yoğunlaşmış hâlidir. Dolayısıyla her sevgi, aşk diye tanımlanamaz.

Yine sözü uzattım; amacım aşk sözcüğünü irdelemek değil; bizim şiirimizden örnekler vererek bu duygunun nasıl değiştiğini anlatmaya çalışmak...

Aşk; şiirimizde, eski mesnevilerimizde, halk öykülerimizde geniş biçimde işlenmiştir.

Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Hüsrev ile Şirin ya da Âşık Garip, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi yapıtlarda iki sevgili birbirine kavuşmak için çileli serüvenler yaşar, öykünün sonunda muratlarına ererler. Bazen de kader onları ayırır.

Divan şiirinde aşkın yansımalarına baktığımızda kavuşamamanın verdiği acı, ızdırap, keder, gam, hayal kırıklığı hep karşımıza çıkar.

Aşkın psikolojisinde, tanımında da söylediğim gibi; kendini adama, gönülle canla kendini feda edercesine sevme, bağlanma söz konusudur.

Divan şiirinde de âşık, karşılığında ne elde edeceğini sormadan, kendini adamaktan çekinmez. Âşık için yüce bir konumda olan aşk duygusunun öznesi-sevgili de yüce bir konumdadır.

16. yüzyıl Türk edebiyatının en büyük şairi olan FUZÛLÎ, aşkı derinden duymuş ve duyurmuştur.

GAZEL

Âşık oldur kim kılar cânın fedâ cânânına

Meyl-i cânân etmesin her kim ki kıymaz cânına

Cânını cânâna vermektir kemâli âşıkın

Vermeyen cân i'tirâf etmek gerek noksânına

Vasl eyyâmı verip cânâna cân râhat bulan

Yeğdir andan kim salar cânın gam-ı hicrânına

Aşk resmin âşık öğrenmek gerek pervâneden

Kim yanar gördükde şem'in âteş-i sûzânına

Aşk derdinin devâsı kâbil-i dermân değil

Terk-i cân derler bu derdin mu'teber dermânına

Hiç kim cânân için cân vermeğe lâf etmesin

Kim geliptir bu sıfat ancak Fuzûlî şânına

Bugünkü Türkçeyle:

"Âşık dediğin, canını sevgilisine feda etmelidir. Canına kıyamayan hiç kimse boşuna sevgiliye meyl etmesin."

"Âşıklığın en mükemmel hâli, canını sevgiliye vermektir. Can vermeyen kişinin eksikliğini itiraf etmesi gerektir."

"Kavuşma günleri sevgiliye can verip rahata eren âşık, canını ayrılık derdine salan âşıktan daha üstündür."

Âşığın aşk usûlünü, görür görmez mumun ateşine yanan pervaneden öğrenmesi gerektir."

"Aşk derdinin devası mümkün değildir. Bu derdin en geçerli dermanına canı terk etmek derler."

"Hiç kimse sevgili için can vermekten söz etmesin. Bu sıfat ancak Fuzûlî'nin şanına yaraşır."

Hiç kuşkum yok; aruz ölçüsünü anımsayan şiirseverler bu gazeli ölçüsüyle okuyup geçmişe öğrencilik günlerine gitmişlerdir.

ÇAĞIMIZA GELELİM: "TARİHE KARIŞTI ESKİ SEVDALAR."

ÇOBAN ÇEŞMESİ

Derinden derine ırmaklar ağlar,

Uzaktan uzağa çoban çeşmesi.

Ey suyun sesinden anlayan bağlar,

Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi?

Gönlünü Şirin'in aşkı sarınca,

Yol almış hayatın ufuklarınca;

O hızla dağları Ferhad yarınca,

Başlamış akmağa çoban çeşmesi.

O zaman başından aşkındı derdi,

Mermeri oyardı, taşı delerdi.

Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi,

Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi!

Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,

Kerem'in sazına cevap veren bu

Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...

Sızmazdı toprağa çoban çeşmesi

Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,

Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda;

Ateşten kızaran bir gül arar da,

Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi.

Ne şair yaş döker, ne âşık ağlar,

Tarihe karıştı eski sevdalar:

Beyhude seslenir, beyhude çağlar

Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi.

FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

Şair, Anadolu’da ıssız bir yerde akan çoban çeşmesine bakıyor; çeşmenin pek çok efsaneye tanıklık ettiğini düşünüyor.

Şair, çoban çeşmesini kişileştiriyor ve geçmişe duyduğu özlemi dile getiriyor. Geçmişte yaşanan efsanevi aşkları, doğal güzellikleri, tüm dert ve sıkıntılarına karşın Anadolu insanının doğayla iç içe süren yaşantısını özlüyor.

Artık ne şairler yaş dökmekte ne de âşıklar ağlamaktadır. Hepsi geçmişte kalmıştır.

Gerçek aşktan ve âşıklardan iz, eser kalmamıştır. İnsanlar artık aşka ve geleneklere önem vermemekte gittikçe maddi bir yapıya bürünmektedir. Çoban çeşmesinin çağıldaması boşunadır, artık eski sevdalar tarihe karışmıştır.

Son şiiri size yorumsuz sunuyorum; yoruma gerek de yok zaten!..

Birini seçmek ve onunla

yaşamaktan ibaret kaldı

aşk.

Artık kimse, kimse için dağlar aşmıyor, ırmaklar

geçmiyor,

diyar diyar gezmiyor.

Mecnun bütün çölleri

tüketmiş,

kimseye çöl kalmamış

yeryüzünde.

Kurumuş vahalarda

seraplar bitmiş.

O olmazsa öteki,

o olmazsa bu,

o olmazsa şu…

Fark etmez, fark etmez.

İlle de o.

Yalnızca o...O, O, O, O

diyen kalmadı.

Kimse kimsenin O'su

değil.

Artık değil...

MURATHAN MUNGAN

HOŞÇA KALIN.

Adnan Gökçe: Doğanın ritmi: Akrilik+tebeşir

YAZARLAR

  • Salı 27.1 ° / 18.7 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Çarşamba 30.1 ° / 19.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Perşembe 25.8 ° / 16.9 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    10082,77%1,69
  • DOLAR

    32,41% 0,05
  • EURO

    34,75% 0,03
  • GRAM ALTIN

    2434,82% 0,00
  • Ç. ALTIN

    3907,21% 0,00