Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


Aksu Öğretmen Okulu – 49/ELLERİ ALMANYA’DA, YÜREĞİ TÜRKİYE’DE


ELLERİ ALMANYA’DA, YÜREĞİ TÜRKİYE’DE

“Türkçülüğün en büyük adamı

Gazi Mustafa Kemal’dir. Çünkü

düşünmek ve söylemek kolay,

fakat yapmak, özellikle de başarıyla

sonuçlandırmak çok güçtür.”

ZİYA GÖKALP

Türkçülüğün Esasları kitabının yazarı Ziya Gökalp’e göre Türkçü olmak için Türkçe’yi sevmek en başta gelir ama yeterli değildir.

Türkçülük, Türkiye’yi ve Türk milletini yükseltmek demek olduğuna göre her konuda, her dalda bu hedefe yönelik olmalı çalışmalarımız. Sözgelişi, “Bunlardan en önemlilerinden biri de Ahlâki Türkçülüktür” der yazarımız.

“Eski Yunanlar estetik sanatında, Romalılar hukukta, Museviler ile Araplar dinde, Fransızlar edebiyatta, Anglo-Saksonlar iktisatta, Almanlar mûsiki ve fizik ötesi-matematik biliminde, Türkler ise ahlakta birincidir.” diyen Gökalp, bu yargıyı Mete Han’ın yurt sevgisini örnek vererek kanıtlamaya çalışır:

O dönemin güçlü devletlerinden Tatar Hanı, Mete Han’dan, çok sevdiği atını kendisine hediye olarak göndermesini ister. Mete Han, beyleri toplayarak ne düşündüklerini sorar. Söz alan beylerin birçoğu, “Tatar Hanı’nın sizin en sevdiğiniz atınızı istemeye hakkı yoktur. Vermeyelim.” der.

Mete Han, “Tatar Hanı’nın amacı, savaş çıkarmak için bahane aramaktır. Bir at için ülkemi ve halkımı savaşa sokmam ben. Yenen ve yenilen için de savaş felakettir.” görüşünü savunur. Gönderir, en sevdiği atını düşmanına.

Tatar Hanı, “Mete’nin gözü korktu benden” diye düşünüp bu kez en sevdiği gözde hanımlardan birini ister. Mete’nin beyleri, buna “kesinlikle hayır.” derlerse de Mete Han, beylerine savaşın tehlikelerini biri bir anlatıp “Kendi zevkim için halkımı ve ülkemi tehlikeye atamam.” diyerek beylerini ikna edip bu isteğe de hayır demez.

İyice şımaran Tatar Hanı, bu kez, Hun ülkesinin hiçbir ürün yetişmeyen, ormanı, madeni olmayan, üzerinde insan yaşamayan bir arazi parçasının kendilerine verilmesini ister.

Hun ülkesinin beyleri, bu öneriyi de görüşürler kurultayda. Tatarlar’ın ilk iki isteğine hayır demeyen Mete’nin buna da evet diyeceğini sanan beylerin çoğu, “İşimize yaramayan bu arazinin verilmesinde sakınca yok.” derlerse de Mete Han:

“Vatan bizim mülkümüz değildir. Kıyamete kadar doğacak çocuklarımızın, torunlarımızın hakkı vardır; vatanın her karış toprağında. Dolayısıyla hiç kimsenin yetkisi olamaz bu konuda. İşte şimdi, savaşmaktan başka çaremiz yoktur.” der.

Var mı itirazı olan?

Yurdumuz ve ulusumuzun çıkarlarını, kendi zevkimiz ve çıkarlarımızdan üstün görmekten daha önemli ne olabilir?

Bu konuya böylesine önem veren sevgili yazarımız Gökalp, bundan sonra meslek ahlâkını ele alır. Mesleğimiz ne olursa olsun, o işin kurallarını kendi rahatı ve çıkarları için ihmal eden kişinin adı ve unvanı ne olursa olsun, beş paralık değeri yoktur.

SIRA GELDİ AİLE AHLÂKINA

Yazarımız, bu konuda şöyle der aynen:

“Eski Türkler hem demokrat hem feminist idiler.

Zaten demokrat olan toplumlar feminist olur. Müslümanlıktan önceki atalarımızın Şamanizm denen din inancı, kadındaki kutsal kuvvet inancına dayanır.”

Bildiğiniz gibi “feministlik”, kadınla erkeğin her alanda eşit olduğu inancıdır. Gerçekten de Orta Asya’daki atalarımız, kadınla erkeğin eşit olduğuna inanan ve bu inancı yaşamın her alanında uygulamış bir toplum oluşturmuş.

Sözgelişi bir hükümdar emrinin geçerli sayılması için mutlaka, “Hakan ve Hatun emrediyor ki” diye başlaması gerekirdi. Her kararı han ve hanım birlikte konuşur, tartışır, birlikte oluştururlardı. Öyle ki hakan, tek başına bir elçiyi kabul edemezdi. Yanında mutlaka eşi de olmak zorundaydı.

Şölen, kurultay, ibadet ve ayinlerde, savaş ve barış meclislerinde mutlaka hakanın yanında hatun da bulunurdu.

Hakanın, yönetimde eşit olan ortağı hanıma “Türkan” (kraliçe) unvanı verilirdi. Eski Türklerde bayan eş yalnız bir tane olabilirdi. Sonraları kuma ya da cariye adıyla başka hanımlar girmişse de saraya, onlar mutlaka başka ülkelerden olur; asıl eşin hiçbir hakkına sahip olamazdı.

Atalarımızın, Yunanların Venüs’üne karşılık Ayzıtadında bir doğum tanrısı vardı. Ayzıt, kadınların doğumunda yardıma koşar, üç gün boyunca başucunda beklerdi. Yalnız bir şartı vardı; namusunu korumamış hiçbir kadının yardımına gitmezdi.

Ayzıt için biri yaz, biri kış mevsiminde olmak üzere iki kez bayram yapılırdı.

Orta Asya’daki atalarımız, her ay onlarca kadın cinayetinin işlendiği bugünkü toplumumuzdan kat kat ileriymiş de haberimiz yokmuş bizim!

HASANOĞLAN DESTANI

“Benden Selam Olsun” deyip “Yunus Emre Destanı”nı yazan Hasanoğlanlı şair ve yazar Bahattin Gemici, bu kez de “Hasanoğlan Destanı” (*) adlı yapıtıyla çıktı karşımıza.

40 yılı aşkın süredir Almanya’da yaşayan Gemici:

Ellerim Almanya’da

Yüreğim Türkiye’de

diyen, Ankara/Nallıhan doğumlu bir öğretmen.

Yazar Ahmet Özer’in dediği gibi, “Eğitim ışığını aldığı, öğretmenlik bilincini kazandığı Hasanoğlan’ı hiç unutmamış o.” Yoksul bir halk çocuğunun vefa duygusuyla, “Hasanoğlan’da çalışan ve yetişen tüm öğretmenlerimize ve Köy Enstitüsü ülküsünü yaşatanlara…” adadığı bu güzel kitabıyla borcunu tamamıyla ödemiş. Ne mutlu, Bahattin Gemici gibi borcunu ödeyebilenlere!

Tüm eğitimciler ve özellikle siz sevgili Hasanoğlanlılar! Benim gibi siz de seveceksiniz bu destanı.

Ellerin ve ayakların nerede olursa olsun, yüreğin Türkiye’de ya sevgili şairimiz; bu yeter de artar bize.

------------------------------------------------------------------------------

(*) Hasanoğlan Destanı, Bahattin Gemici, Ürün Yayınları, Ankara 2023, 176 Sayfa.

bgemici@aol.com;Tel.0049 1575 9156 550; urinyayinlari@gmail.com, Tel. 0312 425 39 20

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00