Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


Aksu Öğretmen Okulu – 34


 

 

MERDİVEN BAŞINDA İKİ HANIM

Zulmün her türlüsü

Kötü kardeşler

Hiç biri

İnsana göre değil

İlhan Berk

 

(Ağustos 1957’de Beyşehir’den Seydişehir’e giderken otobüste düşündüklerimi, kendi kendime verdiğim sözü yazmıştım geçen hafta. Devamını okuyalım şimdi de:)

İki mi, üç saat mi sürdü yol, bilmiyorum; ikindi ezanı ile birlikte vardık Seydişehir’e.

Ne yapacaktım ben şimdi, ilk kez geldiğim bu ilçede? Tamam, hedefim ablama gitmekti de burada değildi ki o. Bu ilçeye bağlı Muradiye köyünde…

Burada kim vardı, bana yardımcı olabilecek?

Komşumuz  “Derelinin İsmail” denen İsmail Zincirlitaş amcanın bakkal dükkânı yok muydu burada? Vardı, vardı ya! O bana yardımcı olurdu mutlaka.

Bunu düşününce, içim rahat olarak yürüdüm; otogardan çarşıya doğru.  Gördüm ki Beyşehir gibi, Seydişehir de daha büyük ve daha kalabalıktı; Akseki’den. Ve Konya’nın bu iki ilçesi de ne benim köyüme benziyordu, ne de ilçem Akseki’ye. Dağ da yoktu çevrelerinde, tepe de… Dolayısıyla inişli yokuşlu değildi; caddeleri, sokakları.

Çarşıya varınca, alıcı gözle bakarak yürüdüm; ana caddede. “Mahallede değil çarşıda, merkezde dükkânı Dereli İsmail’in” demişlerdi. Kime, ne diye soracaktım ki? 

Birkaç dakika sonra buluveriyorum dükkânı. Evet, evet yanılmıyorum; benim aradığım şu köşedeki bakkal işte!

Girenler de var, çıkanlar da… Birkaç kez geçerek önünden, açık kapı ve pencereden İsmail Amca’yı da gördüm. Oldukça tenha bir zamanını kollayıp girdim kapıdan içeri. Önümdeki müşterinin işi bitip de sıra bana gelince:

“Hayırlı işler İsmail Amca, dedim; ben Gödene’den komşunuz Bıçığın Osman’ın oğlu Hüseyin!”

Dikkatle bakıp:

“Aa, tabii ya! Ama birden tanıyamadım. Ben görmeyeli büyümüş, delikanlı olmuşsun sen. Hoş geldin yeğenim. Gel otur bakayım şöyle yanıma.” deyip tabureyi işaret etti.

Bu arada hem yeni gelen müşterilerin istediklerini verip parasını aldı; hem de köyden haberler sorup geliş nedenimi öğrendi.

“Enişten burada çalışıyor; inşaat işçisi olarak. Sabah gelir her gün, akşam döner köyüne. Sık sık uğrar dükkâna. İş çıkışı belki yine uğrar.”

“Keşke uğrasa!”

“Üzme canını sakın! O uğramazsa başka köylüsü uğrar. Ne yapar yapar, kısa zamanda gönderirim ben seni ablana.”

Gerçekten de çok özlemiştim; bir yıldır görmediğim güzel ablamı. Yalnızca güzel değil, aynı zamanda akıllı ve kibar ablamı…

Neden mi böyle uzak bir yere gelin gitmişti o? Çünkü bizim köyün doğal yapısı gereği dağ, bayır aşmak gereken zor işlerine uygun değildi yaratılışı onun. Aksine sanat yönü güçlüydü. Oya, dantel, nakış, dikiş, yemek gibi işleri seviyordu daha çok.

Bu yüzden işte, Seydişehir’den bir dünür gelince, hasret çekme pahasına, sırf kızlarının rahatını düşünerek istemeye istemeye evet demiş annem, babam. Ve tabii ablamın da rızasını alarak…

Bizim yörelerde anne, baba evlenme konusunda kızlarına da baskı yapmazlar, oğullarına da. Çocukları “hayır” demişlerse zorlamazlar kesinlikle. O nedenle boşanma da fazla olmaz; bizim oralarda, kavga gürültü de…

Dalıp gitmiştim de ben düşüncelere, bakkal İsmail Amca’nın:

“Oo… Hoş geldin Eğitmen Bey!” demesiyle kapıya yöneldi gözlerim hemen. 

Fötr bir şapka vardı başında, içeri giren beyin.

“Hoş bulduk, İsmail Efendi.” dedi sevecen bir sesle.

“Gel bak, gel; kimi getirdim sana. Tanıyabilecek misin bakalım?”

Eğitmen Bey, dikkatli baktı ama ilk kez gördüğü için tanımadı beni elbet.

“Kusura bakmasın delikanlı ama tanıyamadım.”

“İyi olacak hastanın, doktor ayağına gelirmiş derler. Gelininiz Perûze Hanım’ın kardeşi, Hüseyin…”

“Ya! Hoş geldin delikanlı.” deyip tokalaşmak için uzattığı elini eğilip öpüverdim.

“El öpenlerin çok olsun. Ne iyi etmişsin! Ne zaman geldin? Ablan yolunu gözleyip duruyordu zaten. Çok sevinecek şimdi.” deyip sigara, çay, şeker gibi bir şeyler alıp parasını ödedikten sonra, teşekkür ederek ayrıldık.

“Yaklaşık bir saat çeker köyümüz yürüyerek. Yorulur musun?” diye sordu.

“Bir saat nedir ki eğitmenim! Dört saat bile yürürüm ben yorulmadan.”

“Memnun oldum işte şimdi; senden bunu duymakla. Bak, şu karşıda görünen, bizim köy Muradiye… O köy benim köyüm ve ben o köyde eğitmenim işte. Sen de öğretmen okulunda okuyorsun değil mi? Kaçıncı sınıftı?” diye konuşa konuşa dere tepe aşmadan, yokuş iniş çıkmadan vardık köye.

Köyün merkezindeydi; “Eğitmen Bey”in evi.

“Hediye! Perûze! Biz geldik.” diye yüksek sesle ünleyip bir süre bekledikten sonra açtı kapıyı.

Üst kata çıkan merdiven başında iki güzel hanım duruyordu. Onlardan biri, bir yıldır görmediğim Perûze Ablam’dı işte!

 

YAZARLAR

  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9716,77%-0,05
  • DOLAR

    32,47% -0,17
  • EURO

    34,91% 0,40
  • GRAM ALTIN

    2434,93% 0,50
  • Ç. ALTIN

    3991,84% -0,04