Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


Aksu Öğretmen Okulu – 27

Aksu Öğretmen Okulu – 27


                                                                SUÇ BİZDE Mİ YOKSA?                                                                 

sizi bilmem

sabahları severim ben

apaydınlık sabahları…

                               H.E.

                Kimi, “Tanrı yarattı beni” der; kimi, “Tabiat, yani doğa…

                Bana sorarsanız, ikisi de aynı kapıya çıkar. Sözcükler değişik yalnızca. Ama siz hangisini derseniz, kabulüm. Yok, hiçbir itirazım.

                Bence asıl önemli olan, dünyaya gelmek değil, geldikten sonraki yaşam… Herkesin bildiği gibi her çocuk, ailede şekilleniyor önce. 

                Bu dönemde en etkili ANNE elbet, sonra baba…

                Ve anaokulu… Ve ilkokul… Ve öğretmenler…

                Anaokulu yoktu elbet, bizim çocukluğumuzda. O dönemi köyümüzde köylümüz, komşularımız ve hısım akrabalarımızla yaşadık biz.

                İyi ki, 1940’lı yıllarda MEB Hasan Âli Yücel’le İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç el ele verip “Köy Enstitüleri”ni açmışlar. 2. Dünya Savaşı yıllarında 21 Köy Enstitüsü kurarak köy çocuklarını öğretmen olarak yetiştirip köylere göndermişler. 

            İyi ki desteklemiş, var gücüyle İnönü bu girişimi! İyi ki, padişahlığı kaldırıp cumhuriyeti kurmuş Atatürk! İyi ki o ileri görüşlü ve bilimsel kafalı insan, çevresindekileri ikna edip cesaretle o devrimleri yapmış.

            Yoksa mümkün müydü, okuyup yazmam benim?

            Başta Atatürk olmak üzere, onunla birlikte olan, 1938’den sonra da onun izinden giden herkese minnet borcum var benim.

            Onlar olmasa Aksu Köy Enstitüsü olmazdı. Aksu Köy Enstitüsü olmasa ilkokul öğretmenlerim İhsan Özel ve Ali Uyar olmazdı. Onlar olmasa kim okutacaktı beni ilkokulda?

            Ve onlar sayesinde Aksu’ya kapağı attım ben de.

            1, 2, 3 derken 4. sınıftaydım; 1956 – 1957 ders yılında. 

            Öncekilerden çok farklıydı o yıl. En önemli fark, sattığımız “bir kısır keçimiz sayesinde” mandolinimin olmasıydı. O başka… Onun dışında dersler çok farklılaşmıştı. Sözgelişi Türkçe yerine edebiyat, kompozisyon; matematik yerine cebir, uzay geometri; sosyal bilgiler yerine tarih, coğrafya; fen bilgisi yerine fizik, kimya, biyoloji…

            Ve bir de din dersi…

            İlk aklıma gelenler bunlar!

            Edebiyat dersimize Aksekili Mehmet Hamzaoğlu giriyordu. Köylü ve köy enstitüsü çıkışlı olmadığı belli oluveriyordu hemen: “Öğrencilerimi yakından tanıyayım, onların edebiyat yeteneklerini geliştirmek için çaba göstereyim” gibi bir düşüncesi yoktu.

            Cebir dersimize Ârif Yorgancı giriyordu. Yeni mezun genç bir öğretmendi. Karatahtanın başına geçerek tebeşiri eline alıp, “x+y2, eşittir” diye başladı mıydı, bizi unutuyordu artık.

            Tahta dolunca hemencecik silip yeni bir denkleme başlıyor; yazıları silmeden önce defterimize geçirmek için çırpınıyorduk biz de. 

            Gerçekle ne ilgisi vardı bu dersin ve bu denklemlerin? Nerde, ne zaman, nasıl işimize yarayacaktı? Derste ne biz böyle bir soru sorabildik, ne de akıl edip de anlattı öğretmen.

            Tarih ve coğrafya derslerinde de ders kitaplarında yazılanları yineleyip durduk. Ne öğretmen bize bir soru sordu, ne de biz öğretmene… Sormaya, tartışmaya, düşünmeye ne gerek vardı canım! Ne yazıyorsa kitapta, doğru odur! Değil mi ya?

            Tarih ve coğrafya öğretmenlerimi de anımsayamadım; fizik ve din dersi öğretmenini de… “Nasıl unutursun Hüseyin Erkan?” diye kızdım önce kendi kendime ama sınıf arkadaşlarım Seyfi Kubilay, Salim Koçak, Cevdet Can, Veli Özgen, Muhammet Özkan ve Hasan Çelik’e sordum; onlar da pek anımsayamadılar.

            Yalnızca biri, “Sanıyorum, cebir dersimize Ârif Yorgancı giriyordu; tarihe de Zeki Ceylan…” diyebildi.

            Kimyaya Selâhi Ertuğrul, biyolojiye Zeliha Karakapıcı’nın girdiğini söylediğimde, “Evet, evet” deyip itiraz etmedi kimse. Kompozisyon dersimize sonradan anılarını kitaplaştıran yazar Mustafa Şanlı da girdi; kısa bir süre. 

            İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’ndeki coğrafya öğretmenim Rauf Miral’i, tarih öğretmenlerim Niyazi Akı ile Mesut Talaslıoğlu’nu anımsıyorum da Aksu’da 4. ve 5. sınıftaki tarih ve coğrafya öğretmenlerimden hiçbir iz kalmamış belleğimde. Ne olumlu, ne olumsuz…

            İlginç değil mi?

            Psikoloji öğretmenimiz Şenay Can, eşi meslek dersleri uygulama öğretmenimiz Rıfkı Can ile sosyoloji öğretmenimiz Vedat Ak’ı unutmuyorum da tarih ve coğrafyaya öğretmenlerine gelince tıs!..  Yalnız benim değil, sınıf arkadaşlarımın da çoğunun benden farklı olmamasını nasıl yorumlarsınız? (*) 

            Suç bizde mi dersiniz?

            “Yaşlılık, normaldir.” mi derdiniz?  

            Ayıp, ayıp!.. Duymamış olayım. Ve bir daha duymayayım bu sözü sizden.

            Son 10 yılı saymazsanız, henüz 70’lerde geleceğe umutla bakan gençleriz biz!

            Kıkır kıkır ne gülüyorsunuz öyle?

            Buyurun, söyleyin; varsa bir diyeceğiniz.

 

Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

----------------------------------------------------------------------------------------

(*) Yazıyı bilgisayara aktaran kızım Dilem Gözde, burada bir parantez açıp şöyle yazmış: “Babacığım, gel bir de bana sor: Okulları bitirdikten bir yıl sonra bir, iki öğretmen dışında hepsini unuttum. Hatta bir yerde bir öğretmenim beni tanımış fakat ben onu çıkaramamıştım da bir türlü, çok mahcup olmuştum. Sizlere hayret ediyorum; onca ismi bunca yıldır nasıl unutmuyorsunuz diye.”

YAZARLAR

  • Perşembe 24.1 ° / 11.6 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51