Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


Aksu Öğretmen Okulu – 26


 

DEĞMEYİN KEYFİME ARTIK!

 

Dışardan herkes: “Böyle uslu, böyle yavaş”

İçimden bir ses: “Savaş, savaş, savaş!..”

                               Behçet Kemal ÇAĞLAR

 

                Vay be! Aklımın köşesinden geçmeyen bir şey gerçek olmuştu;1956 – 1957 ders yılına girerken.

                Benim de bir mandolinim vardı artık. Annem sayesinde… Annemin besleyip büyüttüğü keçilerimizden birinin sayesinde…

                O kısır keçimiz olmasa, köyümüze koyun ve keçi gibi küçükbaş hayvan satın alan bir celep gelmese, satmam için annem izin vermese, mandolin alacak parayı nereden bulabilirdim ben?

                Nereden, kimden, nasıl, kaça satın aldım? Bu sorulara hiçbir yanıt yok belleğimde.

                Önemli değildi bütün bunlar. Benim bir mandolinim olmasıydı, önemli olan. Keyfime diyecek yoktu artık. Memnundum, mutluydum.

                Üç yıl sabretmiş, mandolini olan ve çok güzel çalan arkadaşlarıma hep imrenmiştim ama sonunda ermiştim ya muradıma!

                Şanslı bir çocuk, şanslı bir öğrenci, şanslı bir gençtim ben! Mandolinim olmasıyla tam olarak muradıma ermiş sayılmazdım belki ama hedefime giden yolda ilk adımı atmıştım ya! Vız gelirdi gerisi artık bana. Ne yapıp yapar, öğrenirdim bu âleti çalmasını.

                Onca arkadaşım başardığına göre, benim başım kel değildi ya!

                O yıl, her şeyden daha önemliydi bu arzum. Tarihten, coğrafyadan, cebirden, edebiyattan bile…

                Sevgili müzik öğretmenimiz Nihal Hanım’ın haberi yoktu, benim bu arzu ve heyecanımdan. O güzel, kibar ve genç hanım, ilgilenmiyordu nedense, kimin hangi müzik aletini çalıp çalmadığından.

                On, on beş yıl önceki Aksu Köy Enstitüsü değildi ki, müzik öğretmeni olarak çalıştığı okul. Ayrıca millî eğitim bakanı Hasan – Âli Yücel olmadığı gibi, ilköğretim genel müdürü de İsmail Hakkı Tonguç değildi. Kimse ona, “Her öğrencine mutlaka bir müzik âleti çalmayı öğreteceksin.” dememiş ki. 

                Öyleyse “Nihal Öğretmen”im değildi suçlu olan. Dolayısıyla okul müdürümüz ve denetlemeye gelen bakanlık müfettişlerinde de değildi suç.

Müzik dersi var mı okulda? Var… Müzik öğretmeni derslere girip çıkıyor mu? Evet… Yönetmeliğe göre programı uyguluyor mu? Evet…

                 Her şey usulüne uygun işte! Daha ne?

                Boş vereyim bunlara da, alayım elime mandolinimi yine. Boş durmak yok, teneffüslerde bile…

                Do, re, mi, fa, sol, lâ, si, do…

                En üstteki kalın telden, en alttaki ince tele doğru, sağ eldeki pena ile tellere dokunup sol elin parmaklarını uygun yerlere basarak…

                Şimdi de inceden kalına doğru: Do, si, lâ, sol, fa, mi, re, do…

                İlk anda, ilk günlerde ne zor geldi bana, sonraları çok kolay olduğunu gördüğüm bu basit iş.

                Kim mi yardımcı oluyordu?

                Mandolinin profesörü sınıf arkadaşım Manavgatlı Mustafa Söyler… Benden iki, üç yaş büyük olan bu arkadaşla daha rahat konuşup anlaşıyorduk. Neden mi?

                Çünkü o, köylümüz Aksu Köy Enstitüsü mezunu Hasan Ulukaya öğretmenin öğrencisiydi. Ulukaya Öğretmen, onun köyünde çalışıyordu hâlâ.

                Daha sonra İbradılı Hasan Çelik ile Salim Koçak ve başka arkadaşlar da yardımcı oldular ama en başta, en çok Mustafa Söyler

                Bana ilk öğrettiği basit bir çocuk şarkısı idi. Yanlış kalmadıysa aklımda, şöyleydi notası:

                Sol, sol, mi, mi;

Sol, sol, mii…

                Fa, fa, re, re;

Fa, fa, re…

                Doo, re, mi, fa, sol, la, sol, fa, mii, ree, doo!..

                “Bravo Erkan, bravo!..”

                “Aaa! Bir şarkıyı andırıyor bu.”

                “Tabii ya! Nedir sence?”

                “Dur, bir daha çalayım…”

                Hem notalarını söyleyip hem bir daha tıngırdattıktan sonra mandolini:

                “Buldum, buldum! Baltalar Elimizde şarkısı değil mi bu?” diye sordum sevinçle.

                “Evet Erkan, evet!.. Böylece ilk şarkını çalmış oldun mandolinle. Tebrikler!..” diye kutlayıp yüreklendirdi beni.

                Kısaca şu demekti ki bu; Mustafa Söyler, Hasan Çelik, Salim Koçak, Zekâi Ünal, Seyfi Kubilay kadar olmasa da ben de yapabilecektim bu işi.

                Mandolin çalmak, ilk kez o yıl karşılaştığımız cebir dersi kadar zor değildi ya…

                “Baltalar elimizde

                Uzun ip belimizde

                Biz gideriz ormana

                               hey ormana!..”

diye şarkı söylemek dururken, bana neydi, genellikle x+y2 şeklinde başlayan cebir denklemlerinden!

                Bilmediğim ama öğrenmeyi çok istediğim bir işe başlamanın, o yolda ilk adımımı atmanın mutluluğunu duyuyordum. Bebeklerin ayağa kalkıp anne babalarının yardımlarıyla da olsa ilk adımı attıklarındaki sevinci yaşıyordum.

                Değmeyin keyfime artık!

                Arkası gelecekti bunun elbet. Hangi bebek, ilk adımını attıktan sonra, ikinci adımı atmak istemez? Var mı öyle bir bebek yeryüzünde?

                Gerçekten de bir süre sonra, “Dere geliyor dere” şarkısını da çalmaya başladım, “Kızılcıklar oldu mu?” yu da… “Alnımızda bilgilerden bir çelenk” diye başlayan Öğretmen Okulları Marşı’nı da çalmaya başladım; “Ankara, Ankara güzel Ankara” marşını da…

                Tutmayın artık beni!

YAZARLAR

  • Salı 31.1 ° / 13.6 ° Güneşli
  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • BIST 100

    9645,02%-0,50
  • DOLAR

    32,56% 0,14
  • EURO

    34,81% 0,49
  • GRAM ALTIN

    2417,74% -0,61
  • Ç. ALTIN

    4073,33% 0,00