Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


Aksu Öğretmen Okulu - 22

v


 İSTANBULLU KALDI ADIM

1955-1956 ders yılında Aksu Öğretmen Okulu’nda üçüncü sınıf öğrencisiydim artık. Dün bir, bugün iki derken, iki yılı devirmiştik işte!

Genel olarak bir değişiklik yoktu; okulun tek şubeli olan sınıfımızda. Ancak dershanemiz değişmişti. Küçük derslik binasında da değildik biz, büyük derslik binasında da… Ya neredeydik? Kütüphane ile laboratuvar arasında sıkışmış bir derslikte…  Bizden başka bir sınıf yoktu bu binada.

Güzel giyinmesinden başka bir özelliğini bilmediğim okul müdürümüz Tahsin Aygün, önceki ders yılı sonuna doğru Ankara Öğretmen Okulu’na atanmış, yerine yeni bir müdür gelmemişti. Müdür Başyardımcısı Osman Aybastı “Müdür Vekili” olarak yönetiyordu okulumuzu yine.

Birkaç ay böyle geçtikten sonra, yeni bir müdür geldi. Enis Türköz’dü adı. Daha önce hangi okuldaydı? Nereden gelmişti bize? Merak edip sormadığım için öğrenememiştim. Bugünlerde okuduğum, Sercan Ünsal’ın “Bozkırda Bir Eğitim Pınarı Pamukpınar Köy Enstitüsü 1941-1954” adlı çok değerli bir inceleme ve araştırma ürünü olan 500’er sayfalık iki ciltlik eserinden öğrendim ki, 1954-1955 ders yılında Sivas’ın Yıldızeli ilçesi yakınındaki 1940’larda Pamukpınar Köy Enstitüsü olarak kurulan Pamukpınar Öğretmen Okulu’nda müdürmüş. Yani Aksu’ya oradan gelmiş.(*)

Daha sonra, bir bakıma kaderimin olumlu yönde değişmesini sağlayan bu öğretmenimi ayrıca anlatacağım.

Üçüncü sınıfta Türkçe dersimize yeni bir öğretmen giriyordu. Müdür Başyardımcımız ve beden eğitimi öğretmenimiz Osman Aybastı’nın eşi Naciye Aybastı…

Ne zayıf, ne şişman… Uzun boylunca ve yapılı…  Yüksek topuklu ayakkabı da giyince, tepeden bakıyormuş gibi geliyor; birkaç arkadaşımız dışında henüz 14-15 yaşındaki bizlere.

Giyimi uyumlu… Saçı başı düzgün, bakımlı… Bunlar güzel de bir de gülümseme olsaydı yüzünde!  Çok şey istiyorum ben de değil mi?

Tüm güzellikler toplanamaz ki bir öğretmenin üzerinde. Evet, bilincindeydim bunun, bilincindeydim de… Sanki şöyle bir şeyler okuyorduk biz davranışından, bakışından:

“Bildiğiniz öğretmenlerden değilim ben. Yanlış bir şey yapar ya da söylerseniz, gözünüzün yaşına bakmam, canınıza okurum.”

O belki öyle bir öğretmen değildi ama öyle algılıyorduk biz. Dolayısıyla soru soramıyorduk Türkçe derslerinde. Öğretmenin sorularına da korkuyla cevap veriyorduk.

Bitişiğimiz kütüphaneydi ama bir gün olsun kütüphaneye götürmedi bizi. “Ne gereği var! Zaten Bitişiğimizde. İsteyen gitsin.” diye düşünmüş olsa gerek. Bir ders yılı boyunca, ders dışı bir kitapla da girmedi sınıfa, bir gazete ya da dergiyle de…

“Ben Türkçe dersi öğretmeniyim. Ders dışı işlerle ilgim olamaz benim. Ders kitabı neyine yetmez öğrencinin!” diye mi düşünüyordu; bilemem.

Bir gün, okulun Kültür ve Edebiyat Kolu, önümüzdeki cumartesi akşamı şiir okuma yarışması yapılacağını, katılmak isteyenlerin isimlerini yazdırmalarını duyurdu.

Bu konuda hiç deneyimim yoktu ama neden bilmem, katılmak istedim bu yarışmaya. İlgili âbiyi bulup yazdırdım adımı.

Dördüncü, beşinci, altıncı sınıflardan sık sık sahneye çıkıp mikrofonu başarıyla kullanmasıyla ünlü büyüklerim dururken, çocukça bir cesaret değil miydi, onlarla yaşamaya kalkmam? Sınıfımızdan benden başka kimse yapmadı böyle bir hata!

En önemli kararı verip adımı yazdırmıştım da hangi şiiri okuyacaktım ben? Biraz düşündükten sonra Orhan Veli’nin İstanbul’u Dinliyorum şiirini seçtim.

Seçmesine sectim de “Bu şiiri nasıl güzel okuyabilirim?” diye düşünüp bir çalışma yapmadım . Türkçe öğretmenime de haber vermedim, bir başka öğretmenime de…

Bu tür yarışma ve eğlenceler cumartesi günleri akşam yemeğinden sonra, sahnesi olan yemekhanede yapılırdı. Toplantı saatini bildiren kampana vurulunca tüm öğrenciler, sahnenin karşısında aldılar yerlerini.

Ön iki sıra sandalyeli olur, öğretmen ve ailelerine ayrılırdı. Öğrenciler için tabure denen arkalıksız oturaklar… Ben, mümkün olduğunca önlerden bir yer kaptım.

Öğretmenler ve eşleri yerlerini aldılar. Okul müdürü Enis Türköz de gelip en önde ve sahneye tam ortadan bakan koltukta yerine alınca, iyice sessizliğe büründü salon.

Mehmet Âkif Ersoy, Mehmet Emin Yurdakul, Necmettin Halil Onan ve Ârif Nihat Asya‘dan yüksek sesle okunan, milliyetçi duygularımızı kamçılayan şiirlerle başladı yarışma. Bu arada son sınıflardan bir âbi, Ayhan Hünalp’İn “Saçların Alnına Dökülecek” adlı oldukça uzun ve duygusal bir aşk şiirini okudu. İlk kez duyduğum bu şiiri çok beğendim. Öyle güzel okudu ki âbimiz, yarışmacı olduğumu unutturup yaşattı bana şiirde anlatılan duyguyu.

Alkışlar bitince, adımın söylendiğini duymayayım mı mikrofondan? Uyanıp daldığım hayallerden, yürüdüm sahneye doğru. Benden çok yüksekteki mikrofonu ufacık boyuma göre ayarlarken sunucu, “Bu çocuk da mı yarışmacı?” der gibi şaşkınlık mırıltıları uçuştu salonda.

Başımı kaldırıp şöyle bir süzünce izleyenleri, “Sesinizi kesin lütfen!” demişim gibi sanki, dinlemeye hazır bir duruma geçti herkes.

Şiiri yazdığım kâğıdı çıkarıp cebimden, “Şimdi size Orhan Veli Kanık’ın İstanbul’u Dinliyorum adlı şiirini okuyacağım.” diye bir giriş yapıp bağırıp çağırmadan başladım okumaya:

“İstanbul’u dinliyorum,  gözlerim kapalı;

Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor

 Yapraklar, ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda,

Sucuların hiç durmayan çıngırakları;

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.”

Ne ezberlemiştim bu şiiri, ne de herhangi birinden yardım almıştım. “Şurasını şöyle, burasını böyle okursam daha mı iyi olur?” gibi bir çalışmam da olmamıştı. Yarışmadan önce, bir öğretmen

gözetiminde deneme de yapılmadı. Bırakın bunları, bu yarışmaya katılacağımı, sıra arkadaşıma bile söylememiştim.

Düşünüyorum da şimdi, doğru değildi; benim yaptığım. Bir yarışmaya katılan, iyi hazırlanmalı; emek harcamalı; değil mi ya!

Kimdi, Kültür ve Edebiyat Kolu rehber öğretmeni, anımsamıyorum. Demek ki, o da biraz savsaklamış görevini. “Rehber Öğretmen” dediğin böyle mi olur?

Başarılı mıydım, bilmiyorum. El, vücut ve mimik hareketleri ile desteklenmeyen, anlama göre dize ve kıtalarda etkili bir tonlama yapmadığım düz bir okumaydı benimkisi.

Şiiri bitirip de bir adım geri çekilince mikrofondan, öyle bir alkış koptu ki salondan, şaştım kaldım. Ben mi alkışlanıyordum, okuduğum şiiri mi?

“Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü

Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü”                                                                                diye yüksek sesle de okunamazdı bu şiir;

“Ben bir Türk’üm, dinim cinsim uludur.

Sinem özüm ateş ile doludur.”                                                                                                                                    diye gurur duyup caka satarak da…

Sahneden inip yerime oturuncaya dek devam etti alkışlar. Benden sonra birkaç yarışmacı daha okudu şiirini. Son yarışmacı da inince sahneden sıra geldi, öğretmenlerden oluşan jürinin kararına.

Sağımda solumda oturanlar, “birinci sensin” diyorlardı ama böyle bir olasılık aklımın ucundan bile geçmedi. Ben olsaydım jüride, kuşkusuz ki, Saçların Alnına Dökülecek şiirini okuyana verirdim birinciliği. (Şair bu şiirini, “Saçların Alnına Düşecek” olarak değiştirdi daha sonra.)

Biraz sonra jüri masasından bir öğretmen çıktı sahneye. Birinciliği Ârif Nihat Asya’nın Bayrak adlı şiirini okuyana, ikinciliği Ayhan Hünalp’in “Saçların Alnına Dökülecek” şiirini, üçüncülüğü de Mehmet Âkif Ersoy’un Çanakkale Şehitlerine şiirini okuyanın kazandığını duyurdu.

Dereceye giremedim ama “İstanbullu”  kaldı adım bir süre. (Devam Edecek)

                                                                                                                                                                                                      ----------------------------------------------------------------------------                                                                       (*) Bozkırda Bir Eğitim Pınarı Pamukpınar Köy Enstitüsü 1941-1954, Sercan Ünsal, Barış Kitap,  2 Cilt,  Ankara 2022                                                                    

YAZARLAR

  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00