Değerli okurlar,
Cumhuriyetin ilanından bugüne 99 yıl geçti. Biz de Yeni Adana gazetesi olarak, bu süre içerisinde Cumhuriyetin ülkemize ve ülkemiz insanına ne gibi yararlar sağladığının anlaşılması açısından, Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyete, Cumhuriyetten bugüne gelen süreci inceliyoruz. Bu uzun yazı dizisinde bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart 2003 tarihinde almış olduğu çok önemli bir kararla ilgili emekli Büyükelçi Sayın Onur Öymen’in “Baskılara Direnirken” adlı kitabından kritik alıntıları sizlerle paylaşıyoruz.
1 MART TEZKERESİ’NİN MECLİS’TE REDDEDİLMESİ
ABD ile Türkiye arasındaki görüşmelerde, Türk heyetine Dışişleri Bakanlığı Hukuk Müşaviri Büyükelçi Deniz Bölükbaşı başkanlık yapmaktaydı. Deniz Bölükbaşı o müzakerelerle ilgili bilgileri ve izlenimlerini 1 Mart Vakası başlıklı kitabında yayımladı. Oradan anlaşıldığına göre müzakereler çetin geçmektedir. Amerikalıların başlangıçtaki talepleri arasında 80 bin Amerikan askerinin, 250 uçağın ve 65 helikopterin Türkiye’de konuşlandırılması, bu askerlerin bir bölümünün Irak’a geçirilmesi, geri kalanının destek unsurları olarak Türkiye’de kalması, hava unsurlarının Türk hava sahasını üst uçuş amacıyla kullanılması gibi hususlar vardı. Pazarlıklar sonucunda Amerikalılar asker sayısında biraz indirim yapmayı kabul ettiler. Ancak esas mesele müzakere edilen “mutabakat muhtırasının” içinde neler olacağıydı.
Türk hükümeti ne istiyordu? Türk silahlı kuvvetlerinin Irak’taki PKK terör örgütü unsurlarıyla mücadele etmek için Irak’ın kuzeyine geçmesi, bir Kürt devletinin kurulmasına engel olunması, Musul ve Kerkük’ün Kürtlerin kontrolü altına girmesine izin verilmemesi, Türkmenlerin haklarının korunması gibi taleplerinin mutabakat muhtırasında yer almasını istiyordu.
CHP ise siyasal bir çözümün bulunmasını destekliyordu. Irak’ın egemenliği ve toprak bütünlüğü korunmalıydı. Bağdat’ta demokratik ve barışçı bir rejimin kurulması arzu edilirdi. Irak’a askeri müdahaleden söz edilirken uluslararası meşruiyet şartı önemliydi. Türkiye’ye büyük bir göç dalgasının geleceği düşünülmeliydi, Irak’taki Kürtlerin tek taraflı bağımsızlık eğilimleri ile Türkmenlerin durumu kaygı vericiydi.
Amerikan tarafı müzakerelerin başında Türk askerlerinin ancak sınırlı sayıda, dar bir bölgede Amerikalı subayların komutası altında görev yapmasına razı olabileceğini ifade ediyordu. Bu konularda Türk ve Amerikan heyetleri arasında çetin görüşmeler yapılıyordu. Türk tarafı askerlerimizin Amerikalı komutanın altında görev yapmasına razı olmuyordu. Aslında bu pazarlıkların yapılması bile Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden bir karar çıkartılması şartından vazgeçtiği gibi anlaşılmaz mıydı?
Müzakerelerin sonucunda 1 Mart Tezkeresi Meclis’e sunulmadan taraflar arasında bir mutabakat muhtırası yapılıyor. Bu çalışmalar hakkında muhalefete genel nitelikte bazı bilgiler verilmiştir ama mutabakat muhtırasının metni gösterilmemiştir.
1 Mart 2003 tarihinde, Meclis’te yapılacak görüşme ve hükümet tezkeresinin oylanmasından önce yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında herhangi bir karar alınmamış, hükümet tezkeresinin onaylanması yönünde bir tavsiyede de bulunulmamıştır. Aslında MGK’nın Meclis kararlarını etkileyecek bir konumu, statüsü ve Anayasal yetkisi de yoktu. Ancak Amerikalılarla yapılan müzakerelere askerlerin de katılması silahlı kuvvetlerin tezkereye giden süreçte hükümetin çizgisinden pek de uzak olmadığı izlenimi vermekteydi. Her ne kadar ondan birkaç ay önce, o zamanki Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz’e “Siz Irak’a girerseniz biz de Kandil’e gireriz” tarzında güçlü bir tepki göstermiş olsa da o tarihten sonra köprülerin altından çok sular geçmişti. Şimdi Türkiye’de yeni bir hükümet ve yeni bir Genelkurmay Başkanı vardı. Gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında yeni Genelkurmay Başkanının nasıl bir tavır izleyeceği merak ediliyordu. Bir nezaket ziyareti vesilesiyle yaptığımız görüşmede Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök bana şöyle demişti: “Benim iki şapkam var. Biri devletin resmi görüşünü dikkate alan Genelkurmay Başkanı şapkam biri de kendi kişisel görüşlerimi temsil eden şapkam.” Özkök’ün bu sözleri belki şöyle yorumlanabilirdi. Ben devletin ve hükümetin talimatlarını yerine getirmekle görevliyim ancak bu tutumum her zaman resmi talimatları kişisel olarak benimsediğim şeklinde yorumlanmamalıdır.
Akıllardaki sorulardan biri de şuydu: Türkiye’ye gönderilmesi öngörülen Amerikan birlikleri Türkiye’den ne zaman ayrılacak? Bunun açık bir cevabı yok. Tezkere 6 aylık bir süre için yapılmış ama daha sonra defalarca uzatılacağına kesin gözüyle bakmak lazım. Geçmişte başka ülkelere gönderilen Amerikan askerlerinin o ülkelerle ne kadar zamandan beri bulunduğu hatırlanacak olursa Amerikan birliklerinin Türkiye’de çok uzun süre kalmasının düşünüldüğü anlaşılıyor. Örneğin 1945 yılında sona eren ikinci Dünya harbinden sonra Japonya’ya gönderilen Amerikan askerlerinden 50 bin’i ile bunların 40 bin kişiden oluşan aileleri ve 5.500 sivil memur hâlâ o ülkede bulunuyor. Bugün Almanya’da 32 bin Amerikan askeri var. (Başkan Trump son zamanlarda bu askerlerden 10 bin’inin Polonya’da konuşlanılacağım açıkladı) 1952 yılında biten Kore Savaşı sırasında Güney Kore’ye gönderilen Amerikan askerlerinden 23.468’i hâlâ orada. Bu örnekler, tezkere Meclis’te kabul edilseydi, Türkiye’nin ülkemizin en hassas bölgesinde Amerikan askerlerinin ne kadar süre kalabileceğini tahmin etmemize yardımcı olabilir.
I Mart Tezkeresi’nin Meclis’e sunulmasından önce CHP Grubu toplandı. Genel Başkan Deniz Baykal Amerika’nın Türkiye üzerinden Irak’a müdahalesi konusunda yukarıdaki bölümlerde dile getirilen görüşlerini açıkladıktan sonra “Bir grup kararı almayacağız ancak bütün milletvekili arkadaşlarımızın eğilimlerini belirtmelerini rica ediyorum” diyerek herkese teker teker söz verdi. CHP milletvekilinin istisnasız hepsi tezkereye ret oyu vereceklerini açıkladılar.
Ana muhalefet partisinin yaklaşımı belli olmuştu, iktidar partili milletvekillerinin tutumu ise Meclis’in 1 Mart tarihinde yapılacak gizli oturumunda ortaya çıkacaktı. Aslında AKP de grup kararı almamış ve milletvekillerini serbest bırakmıştı.
Bir bütün olarak bakıldığında bir yandan Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki terör unsurlarının bertaraf edilmesi bir yandan da Amerika’nın sınır ötesi operasyon yapması tezkerede bir arada yer almakla, her iki konuda da Meclis’ten yetki istenmektedir.
Bu iki husus ayrı ayrı oylansaydı sonuç farklı olabilir miydi? Muhalefet milletvekilleri Amerikan askerlerinin sınır ötesi operasyonuna karşı çıkıp, Türk askerlerinin terörle mücadele için Kuzey Irak’a geçmesine oy verirler miydi? Kuvvetle muhtemeldir.
Tezkere onaylanıp Amerikan askerlerinin Irak topraklarına geçmesine izin verilseydi, uzun süre tartışılan Amerikan askeri yardımının miktarı ne olacaktı? Yabancı basına bakılırsa 6 milyonu hibe olmak üzere Türkiye’ye yapılacak yardım 15 milyar dolardan ibaret olacaktı. Bu başlangıçta Türk hükümetinin talep ettiği miktarın çok altındaydı. Yine de Meclis’in kararı parasal menfaatlere değil, uluslararası hukukun gereklerine ve Türkiye’nin stratejik çıkarlarına dayalı olmalıydı.
1 Mart 2003 tarihindeki, Meclis toplantısında gizli oturuma geçilmeden önce CHP usul tartışması talep etti. Genel Sekreter Önder Sav bir konuşma yaparak öncelikle uluslararası hukukun meşru saydığı hal ve koşulların var olup olmadığının araştırılması gerektiğini söyledi. Sav, hiçbir ülkenin parlamentosunda Amerika’nın savaş eğilimine destek kararının çıkmadığını, İngiliz işçi Partisi milletvekillerinin yarıdan çoğunun savaş karşıtı bir bildiriyi imzaladıklarını söyledi. Sav, konuşmasının sonunda Atatürk’ün Dolmabahçe önünde demirlemiş düşman zırhlılarına bakarak “Geldikleri gibi gideceklerdir” dediğini hatırlatarak İskenderun limanına demirlemiş olan “düşman gemilerine” ve Türkiye’ye akın akın gelen Amerikan askerlerine “geldikleri gibi gitsinler” dedi. Önder Sav daha sonra düzeltme yaparak İskenderun limanındaki düşman gemileri sözlerinin ABD gemileri olarak düzeltilmesini istedi. CHP grup başkan vekili Kemal Anadol da anayasanın 92. maddesinin tahlilini yaparak tezkerenin usul açısından yanlış olduğunu söyledi. Bu konuşmalardan sonra Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın önerisi üzerine Meclis gizli oturum kararı aldı.
O sırada, Meclis’in önünde toplanmış olan 50 bin kişi “Savaşa hayır”, “Amerika’nın askeri olmak istemiyoruz” sloganları atarak protesto gösterisi yapıyordu. Tezkereye halkın destek vermediği açıktı.
Kamuoyu yoklamaları halkın % 80’inin tezkerenin reddini istediğini gösteriyordu.
Muhalefetin ve kamuoyunun cevabını beklediği can alıcı sorulardan biri şuydu: Irak’a geçecek Türk birlikleri o ülkenin kuzey bölgesinde yerleşmiş olan PKK teröristlerini tamamen tasfiye etme imkânına sahip olacak mıydı? Muhtıra buna imkân veriyor muydu? Şimdiye kadar açıklanan hiçbir belge Türk ve Amerikan taraflarının böyle bir mutabakata vardığını göstermiyor. Bölükbaşı’nın kitabındı, eğer 1 Mart Tezkeresi kabul edilseydi Türk askerleri Irak’ın 40 kilometre derinliğine kadar olan bir alanda konuşlanabileceği ve PKK ile mücadelede kısıtlayıcı koşullar bulunmayacağı iddiasına yer veriliyor. Ancak başka kaynaklarda askerlerimizin çok daha sınırlı bir bölgeye girebileceği yolunda iddialar var. Örneğin, Amerika’nın eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz’e göre varılan mutabakatta Türkiye’nin Irak tarafına 10 bin ila 15 bin asker göndermesi, bu askerlerin de sınırın en çok 18 kilometre derinliğine kadar konuşlandırılması ve yerlerinden edilmiş şahısların ihtiyaçlarının karalanması için o bölgede kamplar kurması öngörülmüştü. Başka bir kaynak Türk askerlerine Türk-Irak sınırının en çok 15-20 kilometre derinliğine kadar girme hakkı verileceği ama daha güneye, Kandil Dağı’na kadar inerek terör örgütünü tamamen tasfiye etme olanağı tanınmayacağı ileri sürülüyor. Bölükbaşı’nın kitabında yazılanlarla Abramowitz’in ve onun iddialarına yakın rakamlar veren Kaya Karen’in söyledikleri arasında büyük fark var.
Şurası muhakkak ki, açıklanan hiçbir belgede Türk askerlerinin, Kandil dahil, Irak’ın kuzeyinde PKK’nın bulunduğu her bölgede görev yaparak bu örgütü tasfiye etmekle görevlendirilebileceğine dair bir atıf yok.
Bu tablodan çıkan sonuç şu: Türkiye Amerika’nın arzu ettiği müdahale için gerekli izni verseydi bile Türk askerine terörle mücadelede sınır ve koşullar getirilecekti. Yani PKK, Kandil ve civarındaki bir bölgede Türk askerlerinin müdahalesinden çekinmeden serbestçe varlığını sürdürecek, adeta Türk silahlı kuvvetleri ile komşu olacaktı. Böyle vahim bir durumun yaratacağı ciddi güvenlik sorunlarının Türkiye’ye nelere mal olabileceğini düşünmek zor değil.
Aynı derecede vahim olan Türkiye’nin, topraklarına komşu bir bölgede PKK örgütüyle mücadeleyi başka bir ülkenin çizdiği sınırlar içinde yapmaya razı olmasıdır. Böylece Türkiye uluslararası hukuktan kaynaklanan saldırıya karşı korunma ve sıcak takip haklarının sınırlanmasını kabul etmiş görünüyor.
Yetki sınırlaması acaba bundan mı ibarettir? Bölükbaşı’nın kitabında mutabakat muhtırasının tam metni verilmiyor ama Türk askerlerinin kendisine ateş açılmasa bile PKK unsurlarına karşı imha harekâtına girişme hakkına sahip olacağı belirtiliyor.
İşte can alıcı soru burada: 1 Mart Tezkeresi’ne esas teşkil eden mutabakat muhtırasının içeriği nedir? Bu konuda Bölükbaşı’nın kitabında yazılanlarla Fikret Bila’nın kitabında yazılanlar örtüşmüyor. Bila’nın kitabının 7. ekinde mutabakat muhtırasının tam metni veriliyor. Eğer bu metin gerçekten üzerinde mutabakata varılan metinse, orada Türk silahlı kuvvetlerinin PKK tarafından bir saldırıya maruz kalmadıkça ateş açmayacağı ifadesi yer alıyor. Yani PKK’yı tamamen bertaraf etme yetkisi verilmemiş görünüyor.
Bu konudaki tartışmalar 1 Mart Tezkeresi’nin Meclis’e sunulmasından on beş yıl sonra bile devam ediyordu. 1 Mart tarihinde CHP milletvekili olan Sayın Şükrü Elekdağ, Fikret Bila’nın kitabında yer alan metne dayanarak basında ve televizyonlarda ilgililere açık çağrıda bulunup Bölükbaşı’nın ifadelerinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını sordu. Elekdağ 10 Ekim 2017 tarihinde Hürriyet'ten ipek Özbey’e verdiği mülakatta, Bila’nın kitabım kaynak göstererek muhtıranın ilgili bölümünün metnini verdikten sonra şöyle diyor: “Mutabakat Türk askerine PKK unsurlarına karşı silah kullanmayı yasaklıyor. Yani mutabakat muhtırası kuzey Irak’a girecek olan Türk askeri birliklerine PKK teröristlerini imha etmek için operasyon yetkisi vermiyor. Türk askeri sadece kendini savunmak için silah kullanabilecek.”
Elekdağ çeşitli medyalarda yaptığı açıklamalarda, o dönemin yetkilileriyle bizzat yaptığı konuşmalarda bu görüşünü yadsıyacak bir bilgi alamadığını söyledi ve muhtıranın metninin açıklanması için çağrıda bulundu. Maalesef onun bu çağrılarına cevap almak mümkün olmadı.
Ben de Bölükbaşı ile birlikte katıldığım bir panelde kendisine aynı soruyu yönelttim. O görüşünde ısrar etmekle birlikte muhtıranın resmi metnini ortaya çıkartmadı. Kuşkusuz aramızdan ayrılmış bir arkadaşın anısına saygı göstermek gerekir. Ancak gelecek kuşaklara tarihi gerçekler hakkında doğru bilgi vermek de o günlerde resmi sorumluluk taşımış olan herkese düşen bir görevdir. Fikret Bila’nın yayımladığı muhtıra metninin gerçekten iki ülkenin kabul ettiği bir metin olup olmadığı resmen açıklanmalıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, hükümetin 1 Mart tarihinde sunduğu tezkereyi kabul etmeyerek, böylece Amerikan askerlerinin Güneydoğu Anadolu’da Irak sınırına yakın bölgelerde yerleşmesine izin vermeyerek çok doğru ve onurlu bir karar almıştı. O tarihten sonra yaptığım çeşitli konuşmalarda 1 Mart Tezkeresi’ni geri çeviren bir Meclis’te görev yapmanın gurunu her zaman taşıyacağımı söyledim.
O kararın alınmasında payı olan 22. Dönem CHP milletvekilleri olarak her yıl 1 Mart tarihinde Ankara’da Anadolu Kulübü’nde toplanıp o Meclis’in bu tarihi başarısını kutluyoruz. Şunu da belirtmek gerekiyor ki, 99 AKP’li milletvekili de tezkereye hayır oyu kullanarak veya çekimser kalarak bu sonucun alınmasında önemli rol oynadılar. O tarihte CHP milletvekili olan arkadaşlarımızdan sadece beşi bu kitap yayına verildiği sırada TBMM üyesi olmaya devam ediyordu. Bu arkadaşlarımız 1 Mart’ın yıldönümlerindeki toplantılarımıza katılabilirlerse orada yapacakları konuşmaların, verecekleri demeçlerin CHP’nin bu konudaki onurlu çizgisini bugün de sürdürdüğünü ortaya koymak açısından anlamlı bir mesaj oluşturacağını düşünüyorum.
TBMM’nin kararı ABD için bir ilkti. O tarihe kadar Amerika’nın bir ülke üzerinden başka bir ülkeye asker göndermek isteyip, bunun için o ülkenin hükümetinin de onayını aldıktan sonra, aynı ülkenin parlamentosunun karşı koyması üzerine bu amacını gerçekleştiremediğinin başka bir örneği hatırlanmıyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin aldığı bu karar Amerika’da şaşkınlıkla, pek çok ülkede ise takdirle karşılandı. TBMM, kararlarını dış baskılarla değil, hukukun ve ülke çıkarlarının gerektirdiği şekilde alabileceğini göstermişti. Parlamenter sistemlerin başkanlık rejimlerine karşı üstünlüğü böyle durumlarda anlaşılabilirdi. Bazılarının gönlünde “Türkiye’de keşke başkanlık rejimi olsaydı” duygusu belki o tarihte filizlenmeye başlamıştır.
O tarihten sonra, ülkemizde hukuk ve siyaset alanında pek çok şaşırtıcı gelişme yaşandı. Acaba 1 Mart Tezkeresi’nin Meclis’te reddedilmesinin bu gelişmeler üzerinde etkisi olmamış mıdır? Tarih bu konudaki bütün bu soruların cevabını verecektir.
Meclis içtüzüğüne göre, 1 Mart 2003 tarihinde, yaptığı gizli oturumun zabıtları ancak on yıl yıl geçtikten sonra yayımlanabilecekti. Ancak, bunun için Meclis’in ayrı bir karar alması gerekiyordu. 2013 tarihinden itibaren CHP’nin bu amaçla yaptığı başvurular maalesef bugüne kadar Meclis çoğunluğu tarafından onaylanmamış ve dolayısıyla zabıtlar maalesef henüz açıklanmamıştır.
Değerli Okurlar,
TBMM’nin ABD’ye karşı şanlı bir direnişi olan 1 Mart 2003 tarihli teskerenin reddi, ABD’nin başına ilk kez geliyordu. Elbette bunun acısını siyasetçisiyle, askeriyle Türkiye’ye ödetilmiştir. Amerikan emperyalizmine karşı dik duruş, gelecek kuşaklara bir ders olması açısından çok önemlidir.