Kuyruksuz insanoğlu kuyruksuz mu kalsın?
Her gün bir yokluk kuyruğu.
Sakın ola kuyruğumuza basmayın.
Kuyruk acısı unutulmaz.
Okkanın her altına düşüş/
Çöplüğe her süprülüş/
Bir kuyruk acısıdır aslında.
Kuyruk acısını unutmak dile kolay.
Amerikan “ Süttozu” nu unutabildik mi?
***
Demirözü Köyünde çalıştığım yıllardı.
Musa Perçem’le beraberdik.
Musa Hoca köyün yerlisiydi.
Ülke yönetiminin tüm gücüyle beslenmeye el attığı yıllardı.
Süttozu ve Vita Yağı olmasaydı bu günlere gelebilir miydik?
Diğer Bakanlıklar nasıldı bilmem de Milli Eğitim süttozuyla ayaktaydı.
Her öğrenciye içirilen sütün hesabı gramajına kadar verilmek zorundaydı.
Bir arkadaşımız çocukların süttozu hakkını ailelere dağıtmıştı da onu
kurtarabilmek için, kaşık kaşık geri toplamıştık evlerden.
Sadece beslenme teftişi için bir müfettiş görevlendirilmişti.
Rahmetli Mehmet Suyolcu adeta kendini adamıştı bu göreve.
Uzak olmayan köyler arasında yaya dolaşıyordu. Ne zaman, nerde
ortaya çıkacağı belirsizdi.
Günlük ilk ders saatinden sonra “ Beslenme Saati” miz vardı.
Ama biz karşı olduğumuz için, düzenli yapmıyorduk
Köylü de bizimle beraberdi.
Sanırım o yıllarda ilçede CHP’li olan tek köydü Demirözü
Müfettişin çevre köylere geldiği duyulunca birkaç gün süttozu verir,
kalanını saklardık.
***
Bir sabah ilk ders saatinde çıkıp geldi müfettiş. Meğerse doğrudan
bize gelmiş.
“ Günaydın arkadaşlar!
Fazla vaktim yok. Sizin uygulamayı görüp, Konur’ a geçeceğim. Günlü
bir soruşturmam var” diyerek geldi yanımıza.
Fena yakalanmıştık. Yarım saat sonra, yani beslenme saatinde her şey
ortaya çıkacaktı. Arkası soruşturma ve ceza demekti.
Bir çözüm bulmamız gerekiyordu. Ama böyle bir durum için hiç bir
hazırlığımız yoktu. İyi ki bakışlarımızla imleşirdik Musa Hocayla. Ben söze
girdim. Sinirli bir tavırla:
“ Yahu Musa Hoca! Bu Ayşe Teyze de iyice azıttı be. Aligilin kavgasına
karışmış, süttozunu hazırlayamamış gene. Öğleye yetiştireceğini söylüyor”
dedim. Bir de Musa kızdı Ayşe Teyzeye. Oysa öyle bir teyze yoktu.
“ Akraba oldukları için karışmıştır. Neyse bu kez idare edelim de iyice
bir uyaralım. Temizliği için tercih ettiğimizi biliyor, ondan nazlanıyor” dedi.
Müfettiş de temizliğe düşkün olduğu için, damardan bir girişti o sözler.
“ O kadar vaktim yok arkadaşlar, ben hemen gideyim” dedi, patikaya
Yöneldi Müfettiş.
İki köyün arası 2 km. kadar fundalık bayır idi. Yanına öğrenci vermemizi
kabul etmedi. Oralardan daha önce de geçtiğini söyleyerek, dersin yarısında
çıkıp gitti. Atlattık diye sevinerek dersi tamamladık.
Dinlenme arasında bir çocuk koşarak geldi:
“ Öğretmenim, deminki müfettiş düşmüş, şu bayırın başındaki
çalının arasında yatıyor” dedi. Çocuğa sus dedik. Biz iki tarafından
sessizce bastırdık. Yüksekçe bayırın başındaki çalının arasına yatmış,
bizi gözetliyordu.
“ Hasta mısınız Müfettiş Bey? Geçmiş olsun” sesiyle kalkmaya
davrandıysa da Musa Hoca izin vermedi, beline basmıştı ayağını.
“ Be utanmaz adam” dedi Musa. “ Buradan bizi kaç gün, kaç ay,
kaç saat gözetleyebilirsin? Sana ne yapayım ben şimdi?” dedi.
Ben de uyarmıştım:
“ Bak Müfettiş Bey, Musa Hoca çok acımasızdır. Öğrenci iken de
boksörmüş zaten. Seni ben bile kurtaramam” demiştim, İsmet Paşa
benzeri.
Yalvarışı içler acısıydı. Önce döveceğimizi sanıyor, kafasını gözünü
korumaya çalışıyordu. Dövmeyeceğimizi anlayınca “ Ne olursunuz
kimseye söylemeyin. Ben size çok güzel raporlar vereyim” demeye
başladı yattığı yerden. Öğrencilerin görmesine izin vermemiştik.
Bıraktık Sayın Müfettişi. Kaçarcasına gitti.
On gün sonra raporlarımız ulaştı elimize. Kimseye söylemeyelim
diye elini çabuk tutmuş olmalıydı. Raporlar birer destandı sanki.
Meğer biz neymişiz be? Birer afetmişiz de kendimizden haberimiz
yokmuş.
Gerçi söz vermemiştik ama biz de ağzımıza sahip olduk. Yalnızca
düğün ve bayramlarda söylemedik. Mitinglerde ağzımızdan kaçmış
olabilir. Çok görülmemeli, süt çocukluğu işte.
O süttozları, içenlere bir yarar sağladı mı bilmeyiz de içmeyenlere
böylesine başarı belgesi düzenletecek kadar “ Aldatma Gücü” yüksek
bir nesneydiler.