Sanırım 7- 8 yaşlarındaydım.
Deniz kıyısındaki Sipahili Köyünde ( O zamanlar Gülnar ilçesine bağlıydı, Şimdi
Aydıncık ilçesine bağlıdır.) yerfıstığı kazıyorduk. Mehmet Dayımgille birlikte bir ağanın
fıstık tarlasını kabala tutmuşuz. Çocuklar da başarılıydı bu çalışmada. Bellerle kazılan
toprağın içinden fıstıkları bulup çıkarmakta yarışa bile giriyorduk.
Dayımla arkadaş gibiydik. Benimle oynar, şakalaşır ve bolca da tava getirirmiş beni.
İyi yorulurdum, ama çokça da birinci gelirdim.
Bir ara Dayımla Havva yengemin köyümüze gitmeleri gerekti. Onlar, daha önce
bulgur kaynatıp toprak dama sermişler. Artık hava yağmura dönüyormuş. Onun
için, gidip toplamaları gerekiyormuş.
Babam da bir öneri getirdi:
- Babadıl Çayı üzerindeki su değirmeninde epeydir duran un çuvalını eşeğe
yükleyivereyim. Yeğeniniz de sizinle gelsin. Unu, siz içeri alıverirsiniz. Kendisini de
bir gece misafir edersiniz gayrı. Yarın sabah eşeğimize binip gelsin.
Öneri kabul gördü ve aynen uygulandı. Damdaki buğday iyi kurumuştu.
El değirmen taşında bir miktar da bulgur yapmaya çalıştık. Taşı ben çevirdiğimde
kırılan bulgurların daha güzel olduğunu söylüyordu Dayım. Yengem de:
- Bu çocukta bir keramet var, diyor, benim de kuyruğum tava sapı oluyordu.
İyi yorulmuştum. Uyku gözümden dökülüyordu.
Eski köy evleri iki katlıydı. Alt kat ahır, samanlık; üst kat ise bir oturma odası ve
mutfaktan oluşurdu. İşlev olarak da oturma odası gece yatak odasına dönüşürdü.
Mutfak ise hem mutfak, hem kiler, ham de kıyısındaki az boşlukla aile yakınlarına
misafir odası olabilirdi.
Havva Yengem oturma odasının bir kenarına kendi yer yataklarını serdi. Karşı
alt köşeye de benim yatağı serdi “ Burada yatacaksın” dedi. Bir yandan da akşam
ateşinden kalma sönmemiş kömürün üstüne de ibrikle ( Yörüklerde ona IRBIK denir)
su koydu. Bunun anlamını öğrenmiştim delikanlılardan. “ Cephe savaşına hazırlık”
diyorlardı buna. Yatağa yattım, savanı başıma çektim, ama uyku uçmuştu. Dayımgil
de yattılar. İçeride ışık yoktu. Epey sonra yengemin fısıltısı geldi kulağıma “ Dur len,
çocuk uyumamıştır daha” Dayımın yanıtı gecikmedi:
- Pestil gibi olmuştur o şimdi. Boşuna mı tavladım? Yorulsun da erken uyusun
diye onca yağ çektim Velede. ( Kıkır kıkır gülüştüler.) ( Ben de güldüm ve son gülen
iyi gülermiş Dayı, dedim içimden.)
İçeride hiç ışık yoktu. Hışırtılarını duyuyordum. Sonunda sereserpe uyuyakaldılar.
Onlar pestil olmuşlardı. Yavaşça kalktım. Kırdığımız bulgurdan bir bardak kadar getirip
ocaktaki ırbığın içine alabildiği kadar doldurdum. Yattım yerime. Uyumuşum.
Bağıran bir sesle uyandım. Dayımın sesiydi bu. Ahırdaki yıkanma yerinden bağırıyordu:
- Kız bu ırbığın içi pilav dolu, bu neyin nesi? Diyordu. Yengem de yanına gitti,
ses kesildi.
Benim yaptığımı bilmemek mümkün değildi. Döverlerse de, söverlerse de katlanacaktım.
Korkmuyor da değildim hani. Şafak uykusuna gene uyumuşum.
Kahvaltıya uyandırdılar beni. Korka korka oturdum sofraya. Hayret! Kızgınlık belirtisi yoktu.
Sanki hiçbir şey olmamıştı. Sanki ben rüya görmüştüm.
“ Demek ki dile getirilemeyecek kadar büyük bir ayıp işlemişim” diye düşünmeye, kendimi
suçlamaya başladım. Beni bir dövseler, hatta bir azarlasalar rahatlayacak gibiydim.
Oysa sevecen davranıyorlardı. Sahile gideceğim diye acele edişim, aslında kaçmaktı.
Uzunca bir süre Dayımın da, Yengemin de yüzüne rahatlıkla bakamadım.
*
Aradan 3- 4 yıl geçmişti.
Dayımın bize geldiği bir gündü.
Benim hakkımda şikâyete başladı Ninem.
- Mehmet kardeş, sen bir akıl ver bana. Bu çocuğun anası işte kardeşin, iyi tanırsın.
Kendi halinde bir kadındır. Babası dersen, kedi yese pis demez, sessiz- sedasız bir adam. Yahu
bu çocuk kime çekti? Nasıl böyle bir şeytan doğdu? Yaramazlık yapmadığı gün yok gibidir.
- Canım Halacığım! Ben, onun nasıl bir şeytan olacağını Irbıkta pilav pişirdiği gün anladım.
- Dur hele dur, ırbıkta pilav ne demek ülen? Anlatmazsan bırakmam, diye yapıştı Ninem.
- Boş ver Hala, önemli değil dediyse de, elinden kurtulamadı. Sonunda anlatmak zorunda
kaldı. Hem de tüm ayrıntılarıyla:
Meğerse Dayımgil de benden utanıyorlarmış.
- Bir gece sabredemedik de, 7 yaşında çocuk ayıbımızı yüzümüze vurdu, diye birbirlerini
suçlayıp dururlarmış.
Allah rahmet etsin, mekânları cennet olsun. Gerçek insandı onlar…