EYVAH
Yıllarımı aldılar yalan
zamanlar
eyvah, bir sana sevgimdi
dünyada muhkem kalan
onu da rüzgâra savurdular
Adınla kaldım bir başıma
günlerin harmanında ihtiyar. -REFİK DURBAŞ
Salâh Birsel'in "Yaşlılık Günlüğü"nü okumaya devam ediyorum. Türkçenin büyük ustası,1980-1985 yılları arasında yazdığı günlüklerinde, yaşlılık günlerinin kaydını tutmuş.
gündelik hayata, edebiyata, yaşlılığa, belleğe ilişkin gözlemlerini o benzersiz, o güzel üslubuyla bırakmış bize... Ruhu şad olsun.
Ne kadar yadsımaya çalışsam da, Oktay Rifat'ın İstanbul Türküsü'nü kendime özgü bir ezgiyle söylesem de, yaşlanmanın hüznünü derinden bir yerlerde duyumsamadığımı söylersem yalan olur.
"İSTANBUL TÜRKÜSÜ
Kasımpaşa kıyıları tersane
Bir kız sevdim alimallah bir tane
Her dem sevdalıya kız mı bahane
Top çiçeğim deste gülüm
Canım İstanbullum
Aman aman bahane" -OKTAY RİFAT
Bizim evde uyduruk ezgilerle şiirler söylediğime alışıktır eşim, bazen gülümseyerek bazen sessizce uzaklaşarak katlanır bu türkülere... Arada da başını sallar "ne yapsa yeridir" der gibi... O zaman, ben de bir başka türkü tutturuyorum; yine uydurduğum ezgiyle...
YAŞAMA SEVİNCİ
Sokakta giderken, kendi kendime
Gülümsediğimin farkına vardığım zaman
Beni deli zannettiklerini düşünüp
Gülümsüyorum. -ORHAN VELİ KANIK
Salâh Birsel, 1 Şubat 1983 tarihindeki yazısında bellekten, kendi belleğinden söz ediyor.
"Gün gün belleğim beş para çalışmıyor. Gerçekte belleğim öteden beri yufkadır. Salâh Bey Tarihi'ni yazarken onca gırgırı, onca düşman çatlatan bakışı, onca baş sallaşmasını nasıl anımsayıp da yazdım, hâlâ kafama şaşarım." diyor.
Sevgili Salâh Birsel, eski deyişle söyleyeyim; herkes aynı dertten muzdarip... Belli yaşın üstünde olan herkes, çocuklukta, delikanlılıkta, belleğin körpe yaşlarında yakalayıp da
senin deyişinle "torbaya attığı şeyler, yıllar sonra zıp diye, yine ortaya" çıkmasa, yandı.
Yine senin deyişinle söylüyorum, "Yaşamak bellektir. İnsanlar belleklerini yitirince ölür"
Ben, hiç de zorunlu olmadığım halde, her gün çalışma masama oturup yazıyorum. Hep yazacaklarımı yetiştiremeyeceğim telaşına kapılıyorum. Eşimin deyişiyle, biletimiz koçanından ayrılmış, elimize verilip uğurlanacağımız günü bekliyormuşuz.
Ben ölümün soğuk soluğunu duymuyorum henüz; yaşlandım, yorgunum; ama mutlu yazılar yazmak istiyorum.
Arada bir yerden, bir ses duyuyorum; Refik Durbaş'ın sesi bu! Kendine sesleniyor:
YADİGÂR
Yollar ve yolculuklar ile
avuttun ve aldattın kendini
Şair, anılarından başka
ne kaldı ömrüne yadigâr
Hani sevgilin idi rûzigâr? -REFİK DURBAŞ
(rüzgâr: 1.zaman devir 2. dünya 3. yel)
"Yaşamak bellek"se bakayım yaşıyor muyum? Eğer yazmak istediğim dizeleri anımsar da yazabilirsem; yaşıyorum diyebilirim. RÛZGÂR sözcüğü, Fuzûlî'nin şiirini çağrıştırdı.
MURABBA
"Perîşan-hâlin oldum sormadın hâl-i perîşanım
Gamından derde düştüm kılmadın tedbîr-i dermânım
Ne dersin rûzgârım böyle mi geçsin güzel hânım
Gözüm cânım efendim sevdiğim devletli suıtânım" -FUZÛLÎ
Bir deneme daha, bakalım rüzgâr sözcüğünün "yel" anlamıyla kullanıldığı çok sevdiğim dizeleri anımsayabilecek miyim?
SAÇLARI
Bilmeyorum ne vardı saçlarında..
Rüzgâr mı delice eserdi,
Gözlerim mi öyle görürdü yoksa..
Saçlarının her haali hoşuma giderdi. - ÖZDEMİR ASAF
İSTEYORUM
Rüzgâr mı dedim
Isterim ki saçların dağılsın.
Gece mi dedim..
Hemen düşüncelere dalmalısın.
Aşk der demez
Kalbin hızlı çarpmalı
Sabah, dememe kalmadan
Uyanmalısın. - ÖZDEMİR ASAF
"UÇTU UÇTU GENÇLİĞİM UÇTU" AMA YAŞIYORUM ÇOK ŞÜKÜR...
LADES
Uzayacağa benzer,
Tutuştuğumuz lades.
İşi gücü bırakıp,
Mezarlığa nazır,
Bir eve taşındım.
Ölüm;
Sen beni aldatamazsın.
Aklımda…. -BEHÇET NECATİGİL
HOŞÇA KALIN.