Mehmet BABACAN, Eğitimci- Yazar ve Şair


HABABAMLIK BİZDE DE VARDI


     Köy Enstitülerinin temel amaçlarından biri de “ Toplumu

sosyalleştirmek” idi. 

     Çünkü çağdaş toplum- ırksal kökenleri ve dinsel inançları 

ne olursa olsun- “ İnsan Hak ve Özgürlükleri” bazında bütün-

leşebilmiş toplum demekti. 

     O nedenle, bölgeler arası öğrenci değişimi 1950’ye kadar 

sürdürülmüştü. 

     Bu kapsamda, 1950’ de Diyarbakır-Dicle Köy Enstitüsün-

den Düziçi Köy Enstitüsüne gelmiş olan bir sınıfta başladım 

öğrenciliğime. 

  1. Sınıflar dört şube idi. A,B,C Şubelerinde Türkmen ve 

Arap kökenli çocuklar; D Şubesinde ise, Dicle Köy Enstitüsün-

den gelmiş Kürt kökenli çocuklar vardı. 

     Beni D Şubesine vermişlerdi. Kürt şivesi o kadar yoğundu 

ki anlaşmakta zorlandığım bile oluyordu.

     Bende de bir İstanbul şivesi yoktu. Yörük çocuğuydum.

Birtakım sözcükleri yuvarlıyordum, ama konuşkan ve dışa 

dönüktüm. 

     Neden o sınıfa verildiğimi Türkçe öğretmenim Melahat 

Özkazanç ağzından kaçırmıştı bir gün. 

     Bir sözcüğü yanlış kullandığımda “ Babacan, sen o sınıfa 

örnek olasın diye verildin” demişti.

 

                                               ***

      Bir yıl sonra öğrenci değişimi kaldırıldı ve benim sınıf arka- 

daşlarım Dicle Köy Enstitüsüne geri gittiler.

     Sınıf Öğretmenimiz Kimya Öğretmenimiz Saime Soysal ile 

yalnız kalmıştık. 

     Diğer 2. Sınıf şubelerinin mevcutları 70’i aşkındı.

     Saime Hanım’dan, diğer şubelerden öğrenci alarak, eski D 

Şubesini yeniden kurması istenmiş. 

     Bu öneri kısa sürede gerçekleşmiş ve 55 kişilik yeni bir sınıf 

oluşmuştu. 

     Başarı düzeyi yüksek bir sınıftı bu. 

     Diğer şubelerden öğrenci alınırken seçki yapıldığı gözden 

kaçmıyordu. 

                                               ***

    Bizim sınıf gerçekten başarılıydı, ders sıkıntımız yoktu. 

    Gençlik psikolojisinden kaynaklanan “ Haylazlıklar”dan 

doğan sorunlar olmaktaysa da, kamufle etme yollarında 

gittiçe ustalaşıyorduk.  

     Bunlardan “ Sınav Oyunu” tiyatro gibiydi.

    Bazı öğretmenlerin baskın şeklinde sınav yapmasına 

müthiş bozuluyorduk. 

     Yakındığımızda da “ Öğrenci her an hazır olmalıdır” 

diye kestirip atıyorlardı. 

     Oysa bir savaş bile ilan edilerek başlatılırdı.

     Ama birçok öğretmenimiz, sanki yakalamaya çalışır 

gibi bir tavırla, “ Kağıt çıkarın” buyruğuyla birlikte giriyordu

kapıdan.

   “ Falan gün sınav yapacağım” dese, kıyamet mi kopar?

     Böyle davrananlar da vardı elbette. 

     Onlarla bizim hiç bir sorunumuz olmuyordu.

      Elbette boş duracak değildik, bir şeyler yapmalıydık.

                                               ***

     Baskın sınav yapanlara karşı bir yöntem geliştirdik:

     Böyle davranan öğretmenlerin zaaf noktalarını iyi 

biliyorduk.

     Kullanacağımız yöntemin iki ayağı olacaktı:

  1. Sınıf çoğunluğu hazır değilse “ Ooo!” diye bir 

homurtu çıkaracaktı. 

  1. Oyalama etkinliğini ben yaratacaktım. 

Yani, öğretmeni oyalamayı ben başaracaktım.

     Öğretmen “ Kâğıt çıkarın” dediğinde sınıf çoğunluğu

  “ Ooo!” diye bir ses çıkarırsa, iş bana düşüyor demekti. 

    Oyalama konusunu o anda yaratmak zorundaydım. 

    Öğretmenin zaafıyla buluşabilecek günlük bir olay, 

çok merak edilen bir konu ya da çok önemli görülen 

bir ders konusu olabilirdi. Başarılı olursa ders süresi 

kaynar, sınav da yatardı. 

                                               ***      

    Gecemizin, gündüzümüzün 19 Mayıs heyecanıyla dolup 

taştığı günlerden biriydi. 

    Sınavın filan akıldan bile geçmediği bir gün.

    Meslek Dersleri Öğretmenlerimizden Fethi Taner , daha

kapıda “ kağıt çıkarın” diyerek girdi içeriye. “ Ooooo!” sesi 

elbette tavan yaptı. 

     Sınav olacak bir zaman mıydı yani? 

     Adana heyecanı içinde hayallerimiz yarışıyordu birbiriyle. 

     Düziçi Köy Enstitüsü olarak, 19 Mayıs Gençlik ve Spor 

Bayramı törenlerini, Adana Stadyumunda sergilerdik. 

     O gün Adana bir festival yaşardı. 

     Şehri gezmeye vaktimiz olmasa da, yatılı okul ortamından 

çıkış, bir özgürlük gibi gelirdi.

     Vefasızlık etmez, aynı gösterileri bir de Haruniye Halkına 

sunardık.  

     Gel gör ki, Bayrama iki gün kalmış, heyecan zirve yapmış, 

Fethi Hoca sınav istiyordu. 

     Sınıf iletisini vermişti. İş bana düşüyordu.

     Fethi Bey dolduruşa kolay gelen bir insandı. 

     Övünmeyi çok severdi. 

     Tek çocuğu 2 yaşındaki oğlu ile ilgili efsaneler yaratılabilirdi.

      Elimi gözümüm üstüne kapatarak “ Of!” çekmeye başladım. 

Fethi Bey yanıma yaklaşarak, ne oldu der gibi başını sallarken,

biraz da yakınan bir ses tonuyla:

     -Hocam, çocuk mu yetiştiriyorsunuz, eşkiya mı, anlayamadık? 

      Telaşlandı, elimi çektirdi gözümün üstünden:

     -Ne oldu çocuğum, merakta bırakma bizi? 

     -Öğretmenim, az önce gelirken oğlunuza rastladım. Gözüme 

o kadar tatlı görünüyordu ki, kucaklayıp öpmek istedim. Önüne

çömelirken gözümün üstüne öyle bir yumruk attı ki, sırt üstü 

düştüm.     

     Öğretmenim anlayamadığım şey şu: 

     Haydi ben boş bulundum da düştüm. 

     Yahu 2 yaşındaki bir çocukta böyle kuvvet olur mu? 

     Bu nasıl bir varlık?  

     Fethi Hoca:

     -Babasına çekmişten, başladı.

     Meğerse onların sülalesinde ne boksörler, ne güreşçiler,

 ne yiğit insanlar varmış da haberimiz yokmuş.

     Hatta Dedesinin biri yönetime kızmış dağa çıkacak olmuş. 

     Padişahının haberi olmuş. Adam gönderip görüşmeyi rica 

etmiş. Rica olduğu için kabul etmiş Dedesi. 

     Padişah demiş ki:

     -Rica ediyorum dağa çıkma. Seninle uğraşacak askerim yok. 

Ne istiyorsan söyle verelim, demiş. Dedenin yanıtı ise:

     -Ben sadaka istemem olmuş, almamış.

     Bu sırada bir arkadaş “ Hocam, zil çaldı.” Deyince alnına 

vurup:

     -Ulan gene mi kaynattınız? demişti.

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92