Mehmet Doğan Karakuş - Muhabbet Yelleri


  GERNEŞE GERNEŞE

Oturmuşuz Hürü ablamla, Büyük Postane'nin asırlık mermer merdivenlerine, söyleşiyoruz.


Bir yandan göz ucuyla bakıyor Hürü ablam; sattığı birkaç giyiti ansızın gelip alan zabıta var mı diye dikilen kara kuru bir erketenin ışmarı olup olmadığına. Hem bakıyor, hem konuşuyor. Kolay değil öyle, gurbet elde seni tanıyan birine rastlamak. Halından, dilinden anlayan, seni sen bilen birini ha deyince bulamazsın da; bulunca bırakmazsın. Öylesine paha biçilmezdir; abla, ana sıcaklığını, eski komşu hallerini, yokluğu, acıyı, özlemi birlikte yaşadığın birini bulup konuşmak. Öyleceneydi işte, Hürü ablamla konuşmamız. Oturmuşuz mermer merdivenler üstüne. Bakarız, başımızı kaldırıp, bizce kaç garip gureba oturdu da dertlerine kulak misafiri oldu bu görkemli yapı diye. Sorasım bile gelir, içimden sorarım da; tenezzül edip cevap vermez. Öyle mağrur bakar. Başına martı kuşlarının konduğunu bile bile, mağrur mağrur bakar. Sirkeci'de, kaç bina vardır böylesine bakan bir bilseniz!

Sahi, siz, Hürü ablamı bilmezsiniz.

Hürü ablam, allı güllü fistan giyen, başı dolamalı, belinden kuşağımsı bir çaputla bağlanmış bir fistan giyen Fatma'nayla, eşeğini Murtlu Tepe'ye süren, her sabah; yani dağ namazında, yani kirpiler bile “Kimiye Otunu” ısırmadan, yani otun çöpün çiyleri vuran güneş sıcaklığında henüz çözülüp de;

“Şıp!”diye, duyulmayan bir ses çıkarmadanki zamanda yani kuşluklayın, eşeğine semerini özenle yerleştirip, kolanını eline alıp; 

“Haydi!” deyip, yola ihtiyar adımlarıyla düşen Mustuk emminin kızıdır.

Mustuk emmi yaşlıdır.

Fatma'na da.

Çağıldayarak akan dere kıyısına gelmeden önce Depel Ahmet'in konağının yanında, teneke çakılı eski püskü, paslı bir huğda otururdu. Depel Ahmet'in konağı koyunayağı konaktır. Mavi mavi duvarlıdır. Çiğit mavisi. Kapısı, bir ton koyu renkli maviye çalar. Diyelim ki mavi dilimli pasta çekti canınız. Önce kapı pervazından koparıp yiyesinez gelir. Mavi mavi, çiğit mavisi bir ısırışla... Öyledir, Depel Ahmet'in koyunayağından konağı. Orada, o paslı teneke çakılmış huğ, yağmur yağınca şakır şakır akar huğun içine. Depel Ahmet'in konağında yağmur suyu, düzgün çakılı çinko üstüne yağar. Nenniler dinletir yağmur. Sonra, oluklarından aşağı akar. Teneke çakılı değildir konak akacak yeri yoktur yağmurun; konağın içine akmaz yağmur. İşte, böylesine zıtlık içinde Ömer'le tanıştı Hürü. Gencecikti. Ömer de yağız mı yağız delikanlıydı hani. Kundura boyacısıydı, Çamlıkahvenin ulu çamlarının altında. Bir boya sandığı vardı ki... Bir kundura boyardı ki... Hani, onun en çok şu sözüne hem güler, hem söylerdim kendi kendime; fırçanın tahtalı yüzünü boya sandığında “Tırrum, tırrak!” sesleri çıkarıp da gür sesiyle;

“Patiklere ütü! Boyayalım abiler! Patiklere ütü! Pantulu ütü gösterir avradı götü!” demesine beni bırakınız, bütün kasaba gülerdi.

Hüzünlendi Hürü ablam, bunları anlatınca. Göğ göğ gözleri, yaşlanmış amma diri Anadolu kadın yanağından, bir dağ başından inercesine önce burun kenarlarına, ardından etli dudaklarına, çenesine, allı güllü basmasının üstüne süzüldü. Yeniyle sildi. Sümüğünü seslice sümkürdü. 

“Boşandım!” dedi.

“Almanya'ya götürdüm. Kumar oynadı. Bir de Alman karısıyla evlendi, boşandım!” 

Mağrur mağrurdur Büyük Postane.

Kalabalıktır Sirkeci.

Sesini ben bile zor duyuyordum. Beni sordu bana. Anlattım. Kucakladı. Kokladı, öptü, hiç mi hiç bırakmadı hasret hasret saran kollarından dışarı. Sonra, göğ mavisi gözleri, yağmur dinmiş de, güneş açmış hallerine dönü dönüverdi. 

“Hadi!” dedi;

“Nasıl ba'arıyordu Ömer, bir daha söylesene!” Söyledim. Gülüştük.

İnsanlar oluk oluk akıyordu.

Ben de, Fatma'nayla Mustuk emmimi sordum.

Beşiktaş Ihlamur yolunda, üç katlı binadan bir daire satın aldığını, kasabaya gidip iki yaşlı insanı getirdiğini, rahat bir ömür geçirmelerini filan...

“Ammaaa!” dedi.

Baktım.

“Kızım Hürü ayak yolu nerede?” dedi babam. Elinden tutup, aha burası deyince baktı, baktı, baktı... Alt dudağını ısırdı. Kapıyı çekip çıktım, hacetini gidersin diye. Kapıyı açtı; “Kızım, bunun neresine sıçaca'am?” dedi. Klozet kapağını kaldırdım; buraya baba! Dedim”

“Eeee!”

“Şalvarının bağını düğümledi, anama döndü: “Fadıma gak gedek!” dedi.”

“Sonra?!”

“O gün, onları tutamadım.Diller döktüm, yalvardım, ağladım... Sonunda, geldiklerinin izi üstüne gittiler.”

Biri geldi yanımıza. Çelimsiz. Kara kuru. Bıyıkları cilbirtin çalısınca sert. Kavruk bir suratı, elmacık kemikleri çıkkın, kara gözlü, öyle kara kara bakışlı. Hani şahan bakışlı olmayan bakışları olan biri.

“Herifim!” dedi Hürü abla.

Oturdu yanımıza. Hatta, Hürü ablamın yanına. Şundan bundan derken, o anlattı gerisini, Mustuk emminin dönüşünde yaşananları..

“Gardaş, bunlar kasabaya gedince, maraklılar çonuşmuş başlarına. Mustuk niye döndünüz bire? deyince; olayı anlatıp demiş ki; “Ebire gardaş, bir murt çalısına tutunup da gerneşe gerneşe sıçmak dururken bir deliğin üstüne oturup da sıçmaya alışmadık ki!”

Güldük üçümüz.

Dağları, ovayı, yaşanmışlıkları anlattık. Biz bize.

Ne duyan oldu, ne gören.

Hürü ablamın göğ göğ gözleri yağmur yağmur sulandı;

“Ben onların ırahat etmesini istediyidim!” dedi.

Büyük Postanenin mermer merdivenleri sessizdir. Aşınmıştır. Dalgalı dalgalıdır renkleri. Mermer grisi, mermer kızılı, mermer beyazı. İnceden incedendir renkleri. Kaç insan geldi, kaç insan oturdu kim bilir. Hem, Sirkeci treninin düdüğü de duyulmuyor ki buradan. Oysa oluk oluk adamlar gidip, oluk oluk adamlar geliyorlar. Gidip geliyorlar, gidip geliyorlar, gidip geliyorlar...

“Durun!” diyorum;

“Anlatın heykâlarınızı. Dinlerim!”

Mustafa Erdem
20.04.2021 10:39:19
Tek kelime ile muteşem.hala kullanılır toros köylüklerinde genreşe genreşe sözü.

YAZARLAR

  • Perşembe 28.6 ° / 15.6 ° Güneşli
  • Cuma 30.8 ° / 18.7 ° Güneşli
  • Cumartesi 27.3 ° / 18 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    10264,01%-0,70
  • DOLAR

    32,25% 0,00
  • EURO

    34,70% -0,03
  • GRAM ALTIN

    2396,18% -0,16
  • Ç. ALTIN

    3891,70% -0,29