Mehmet Doğan Karakuş - Muhabbet Yelleri


 CUSTULLANMA

“Top bende!” diyordu, karşı konağın çocuğu. Köşelerinden dikişli gönden yapılmış topu koltuğunun altında tutuyor;


“Takımı da ben kurarım.”

Dizinin hemen altından başlayan yeri bir lastikle bükülü, yün örme çorabı, alışılmadık bağlı ayakkabısını işaret ederek;

“Buna bot derler!” Sonra çorabını göstererek;

“Buna da tozluk derler!” dedi.

Mahallenin bütün çocukları toplanmış, yayca olan alın kırışıklıklı, yayca gerili kaşları altında kara kara gözlerinin iri iri açılmışlığıyla bakıyorlardı.

“Ooooo!” çekiyorlardı, gözleriyle birlik yuvarlaklaşan dudaklarıyla;

“Aboovv!” çekiyorlardı, akan burunlarındaki sümüklerini yenlerinin ucuyla silmeden evvel çekip, dilleriyle yaladıktan sonra. Çevresini kuşatıyorlar, ayakkabılarını gösteriyorlar;

“Baak!” diyorlardı;

“Ben, bu köşker yemenisiyle nasıl da depik vururum!”

O, murt çalısından  örünük, saman karıştırılmış toprak sıvalı, yer yer dökülü çit aralığından içerisi görünen huğun duvarına sırtını dayamış, öylecene ilgiyle topa, karşı konağın çocuğuna, mahalleli arkadaşlarına çabuk çabuk bakıyor, gözünü ışıl ışıl parlayan gönden dikilmiş toptan hiç mi hiç ayırmıyordu. 

“Beni de alır!” diye geçirdi içinden. Evlerinin önünden yola kadar uzanan arsanın yaz kış solmayan yeşil çimenlerinin üstünde ara kestirmeç, çellik, baççı oynadıklarını düşündü. Hartlap dalından ne de güzel yapardı baççıyı. Ne de güzel köküçleme vururdu;

“İkilembeç çatıriyye!” diye bağırır, bağırırken alt dudağını ısırır, toprağa saplanmış öteki baççıları nasıl da sökerdi yerinden! Ara kestirmeç oyununu Solak Zafer iyi oynardı. Yelce koşardı. Hele top oynaması... Anası onu her sabah sütlü çorbayla beslerdi. Çoğu kez dudaklarını yalaya yalaya gelirdi oyun alanına. Cilbirtin çalısından siperliğini akşamdan bıraktığı yerden alır;

“Haydin! Çellik oynayak!” der idi. 

İyi oynardı Solak.

Kendi de baççıyı iyi oynardı.

Aşağı mahallede oturan Kürt Salih'in bir kucak dolusu baççısını hep kendi üterdi.

“Anaaa! Baççımı aldılar!” diye salya sümük ağlayarak koşan Salih'in adı unutulmuş;

“Anabaççı” olarak kalmıştı.

Kendisiydi adını, Salih'in ağzından çıkan bağırtısıyla değiştiren. Bu yüzden mahallenin bütün çocukları;

“Anabaççı!” demişlerdi Salih'e.

Salih, bir Kürt çocuğuydu. Babası arabacılık yapardı.

Kendinin babası yoktu.

Karşı konağın ışıl ışıl ederdi pencereleri.

Beyaz perdeleri vardı.

Ot huğun penceresi yoktu. Kapısında menteşesiz bir kapsalık vardı. İki gözdü ot huğ. Bir gözünde eniştesi, öteki gözünde anası, abisiyle kendileri vardı. Teneke huninin içine mumlanmamış köşker ipliği sokarlardı. Mumlanmamış köşker ipliği ketendendir. Tel tel olur. Hunideki gazı emen köşker ipliğine kaytan denirdi. Eniştesi, kasabanın en usta köşkerlerinden Cüce Emin'in yanında çalışırdı. Her yemek götürdüğünde o köşker dükkanında, saçağa kaytanla asılmış yemeniden ayrıksı kunduramsı ayakkabılar, gönden dikilmiş toplar dururdu. Cüce Emin'in altında alçak bir oturak, önünde kendinden ayaklı meşe kütüğü, kütüğün üstünde sarı, geniş tabanlı ağırca ellik, gön, traktör lastiğinden kesili yemeni tabanları dururdu. Ellik tunçtan yapılmış, üstü topuzlu, altı genişçe, ışıl ışıl parıldayan, tunç gövdesine güneş vurunca sarı sarı balkıyan köşker aygıtıdır. Kesilmiş sayayı çirişle yapıştırıp kuruma zamanını doldurunca o kütüğün üstüne koyar, olanca gücüyle elliği vururdu. İşte böyle bir çalışma sırasında altıgen kesilmiş gön parçalarını dikerken gördü Cüce Emin'i;

“Emin emmi bu ne?” diye sordu.

“Top dikiyo'm!” demişti.

O Cüce Emin, kurumaya bırakılmış, saçağa asılı ayakkabıların arasına topu da asardı. Domuz yağı ışılardı top. Öteki ayakkabılar da domuz yağı ışılardı.

“Ben!” dedi birden;

“Bu topun nasıl dikildiğini biliyo'm.”

Yığınla traşsız başlar çevrildi kendinden yana.

Yığınla ikişer göz baktı, yayca yukarı kalkık kaşlar altından.

“Siktir get lan!” çektiler.

“Sen nerden bilece'en!” dediler.

Sümüğünü çekti. 

Oturdu huğun toprak sıvalı, murt çalısından örülü duvarına. Sırtını dayadı. Sırtına çalının sert çubuğu battı. Acı duydu.

“Siktir get lan!” demelerinin acısı, küçücük çocuk yüreğini nasıl acıttıysa öyle bir acıydı.

Varsıl konağın çocuğu, çimenlerin üstüne koyduğu tou ayağının altına almış, iki eli belinde küçük bir kabadayıydı. Herkes soru dolan bakışlarından yüzlerine inen merak, sabırsız beklemeler içinde ona bakarken o, mağrur bakışlıydı. Hükümrandı.

“Sen kaleye geç!”

Bir bir seçiyordu oynayacakları.

Top bendeyken kimse topu almayacak!”

“Benden başka kim topu alıp gol atarsa takımdan atarım.”

“Üç korner bir penaltı!”

“Haftaym üç gol!”

Bütün çocuklar sevinç haykırışları saldılar.

Ali dışında.

İyi baççı oynayan, Kürt Salih'in adını Anabaççı yapan kendi dışında.

“Hey!” dedi varsıl konağın çocuğu;

“Hakem olacaksın!” dedi.

Ali hiçbir şey anlamamıştı. Hakemden, haftaymdan, kornerden, penaltıdan... 

“Olmam o dediğinden!” dedi. 

“Beni oynatmıyo'n!”

“Oynatmıyorsam oynatmıyo'm!”

“Ben de hakem olmuyo'm!”

“Olmazsan olma!”

Dudaklarının yanaklarına doğru mirtildemesiyle gözlerinin kızarıklığa bürünmesi bir oldu Ali'nin. Yaşlar, kirli pembe yanağından ince ince akıp sümüğüyle birleşti. Tuzluydu. Yeniyle silme gereğini bile duymadı. 

“Top seninse arsa da bizim!” dedi kızgınca . Çın çın öttü kasaba. Çimenler bile kulaklarına inanamadı. Sonra da gitti, huğ evin duvarına dayadı sırtını. Murt çalısının sertliğini hiç duymadı bu kez. Gözyaşları akıyordu. Sümüğü de. Tuzluydu. Kolunun yeniyle silmedi. Omuzlarını sarsan bir ağlama sesi duyuldu. 

“Custullanma lan!” dedi varsıl çocuğu.

“Küstüm işte!” dedi, yumuk elleriyle gözlerini oğuşturarak.

“Küsersen küllüğüme, samırsaklı büllüğüme!” dedi konağın çocuğu. Topu koltuğunun altına aldı, öteki çocuklara işmar etti;

“Haydin!” dedi;

“Çörtüllere gidek.”

“Ya oynatmazlarsa orada?” dedi çocuklar.

“Feride Ahmet'in bahçesinde oynarız.”

“Oynarız!” dediler.

Ali, bir başına bakakaldı çocukların ardından.

“Babam, topu Cüce Emin'e yaptırdı!”

“Kaça?!”

“Elli liraya!”

“Aboovvv!” çekti çocuklar.

“Ooooooo!” çekti çocuklar. Böyle diye diye gözden ıradılar.

Ali, sümüğünü çeke çeke bakakaldı artlarından.

Akşam, eniştesi bir çift köşker yemenisi getirdi.

“Al!” dedi, attı önüne Ali'nin. Yalınayak yürümekten nasırlaşmış, çatlamış ayaklarına zorla geçirdi yemeniyi. Artık, ayakkabısı vardı. Sevinçle zıpladı. Bütün arsayı bir uçtan öteki uca koştu durdu akşama dek. Traktör lastiğindendi tabanı. Saya, camız gönündendi. Koştu da koştu. Topuk derisinin sıyrılıp, kızıl kana belendiğini görmedi bile.

Ali, her gittiğinde dükkana, saçaklarda asılı duran topa bakar dururdu. 

Top da Ali'ye bakardı.

Ali'nin artık köşker yemenisi bile vardı.

 

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9716,77%-0,05
  • DOLAR

    32,47% -0,17
  • EURO

    34,91% 0,40
  • GRAM ALTIN

    2434,93% 0,50
  • Ç. ALTIN

    3991,84% -0,04