Sanırım 2000 üstü yıllarımıza “ Afet Yılları” diyebiliriz.
Anamızı bolca ağlatan Corona salgınının peşinden deprem
felaketi geldi. Onların enkazını kaldıramadan siyasi felaketimiz
çıktı ortaya. Kiminin ağıdı kimine gülme fırsatı oluyor nasılsa?
İnsanlaşamama felaketi hiç terk etmedi zaten.
Haydi diğerlerinin bir ucunu Tanrının hikmetine dayayarak,
suçtan kaytarmaya çalışıyoruz da, be yav, siyaset çamurunu
nasıl bulaştıralım o gariban Tanrıya?
-Ulu Tanrım, CHP’yi niye böyle yaptın, ayıp değil mi? Desek,
bize ayıp olmaz mı? Belki bir Ateist çıkar da,
-Yoo, o kadar da olmaz arkadaş. Tanrıyı yalnız bulunca öyle
bindirmeyin. CHP’de gördükleriniz sizin eserinizdir, der, kim bilir?
Örgütün onca yanlış ve kısırlığına karşın, Sn. Kılıçdaroğlu, gücü
oranında elinden geleni ardına koymamıştır.
Ancak, çözümleri çokça sağda arayışına ve özensiz kucak açışına
katılamam doğrusu.
Benim eleştiri ve önerilerim partinin yapısal sürecine yöneliktir.
Birçok kez söylememe karşın, kimseye dinletemediğim eleştiri
ve önerilerimi, şimdi “ vur abalıya” olmuşken fırsat bilip, söylemek
istedim.
Bencileyin, kim bilir niceleri dinletmeye çabalamışlardır da elleri
böğürlerinde kalmıştır.
“ Alışmış kudurmuştan kötüdür” demiş ataların bazıları.
Laf ebesi cennetlikler, öyle büyük laf yerine düzeltiverme gibi
bir zahmete katlanmamışlar. Belki de güçleri yetmemiştir.
CHP- Dünya olaylarının da etkisiyle- giderek halk ile iç içe olan
“ Kuva-yı Milliye” çizgisinden uzaklaşarak, gücünü devletçilikten
alan bir “ Aristokrat Partisi” haline dönüşmüştü.
En çok korktukları şey “ Sınıf Partisi” olmaktı. İşçi sınıfı Partisi
komünistlik demekti. Ya komünistlik ne idi? Yobazın söylediğine
göre kapıya şapkayı asmaktı.
Gerçi Anadolu köylü toplumuydu.
Köylü emekçi olsa da “ Sınıf“ sayılmıyordu.
Öyleyse CHP Köylü partisi sayılabilirdi.
Ne var ki CHP’nin köye gidenleri de yoktu.
1950’den itibaren yeni kurulan Demokrat Parti köylülüğü ele
geçirmekte gecikmedi. Ağaların desteği de unutulmaz elbette.
CHP ise “ Emeğin kutsallığı Bilinci” ni yeterince özümleyemediği
için, çıkış yollarını hep sağ kulvarlarda aramış ve sürekli aldatılmıştı.
Ne var ki aldanmaktan daha çok kusur, ders çıkaramamaktaydı.
Köy Enstitülerinin kapatılışı ve imam- Hatip okulu başlangıcı bu
dönemlere rastlar.
CHP kısırlaştıkça Aristokrasiyi de kaybedip içe kapanmış, birçok
yerde “ Büro Partisi” haline dönüşmüştü.
Aslında CHP Siyasetini gittikçe kısırlaştıran süreci, bir cümlede
söylemek olasıydı: “ Köylünün partisiyim diyen CHP köye gitmiyor,
köylüler de parti bürosuna gelemiyorlar.”
Köylü, partisinin sesini nasıl duyacaktı?:
1-Basın açıklamalarında,
2-Seçimlere yakın günlerde bir salonda ya da meydanlarda
yapılan mitinglerle.
3-Aday olacak birinin, oy istemek için köye geldiğinde,
Bu toplantılarda ne anlatıldığını bir düşünelim mi?
1-Karşıt odaklar topa tutulur, günübirlik kusurlar sayılırdı.
2-Güncel istekler sıralanırdı.
3-Atatürk’ten, Şehitlerden ve en büyük bayraktan söz edilirdi.
Yani, halkın örgütlenmesine ve partinin varlık nedeni olan o
toplumsal değerlere hiç dokunulmadan toplantı sona ererdi.
İzleyenlerin aklında çokça küfre yakın söylemler kalır ve bravo
alkışıyla anımsanır.
Laiklikten söz edildiğini acaba kaç kez duyabilmişizdir?
Oysa laikliğin olmadığı yerlerde insan haklarının tamamı,
zalimin avuçlarının içinde değil mi?
Laikliğin olmadığı yerde demokrasiden ve onun olmazsa
olmazı bağımsız üç güçten ( Yasama, Yürütme, Yargı) hiç söz
edilebilir mi? Bu üç gücün olmadığı yerde demokrasi denen
bir yönetim olabilir mi?
Allah aşkına birisi çıkıp bana anlatabilir mi?:
Bu laikliği, bu insan haklarını ve örgütlü olmanın can alıcı
kazanımlarını, kentin varoşlarında ve köyün kırsalında yaşam
savaşı veren insanlara kim, nasıl anlatacak, nasıl öğretecek?
Korkum ne biliyor musunuz?: Bir işgüzar çıkar da:
-Bekara… boşamak kolay olurmuş. Uzaktan büyük büyük laf
edeceğine, yiğitsen “ Bu partinin başında sen olsan ne yapardın?”
sorusuna yanıt versene” Dese ne yaparım? Vallahi bildiklerimi
söylerim:
-Dernekten siyasi partiye kadar tüm toplumsal örgütler, var
oldukları kültür düzeninin izin verdiği biçimde kurulurlar.
Ancak, o kuruluşlar kendi amaçlarını gerçekleştirmeye çaba
harcarken, zemin olarak kullandıkları kültür düzenini de olumlu
yönde geliştirmeye çalışırlar. Bu değişikliğin seçimle yapıldığı gibi,
güç kullanılarak “ Darbe” ya da “ İhtilal” adıyla zorla yapıldığı da
bilinmektedir.
Ama örgüt “ Devrim” yapmayı amaçlayan bir örgüt ise, düzeni
kökten değiştirmek onun temel amacıdır.
Bizim güncel sözünü ettiğimiz parti örgütlenmesi ve amaçladığı
iktidar “ Küçük Burjuva Demokrasi” kuralları içinde bir süreçtir.
Ne var ki sahibi bulunduğumuz Laik Cumhuriyet Düzeni yıkılma
tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Ne ilginç ki muhalefet güçleri mevcut düzeni korumaya çaba
harcarlarken, iktidarın düzeni değiştirmeyi amaçladığı sinsice
söylenmektedir. Her ne olursa olsun, laik Cumhuriyeti yıkmaya
kimsenin gücü yetmeyecektir. O zaman baş hedefimiz iktidarı
değiştirmek olmalıdır.
Örgüt mücadelesinde deneyimli bir ağabeyin sözü küpe gibidir
kulaklarımda:
-Bir örgüt yöneticisi, halka gitmenin yolunu, yöntemini öğrenir
uygularsa, halk akın akın gelir örgüte …
Onun için, önce halka elimi uzatmayı amaçlardım. Bu açıdan bir
bakardım Partime ve sorardım:
-Bu mahallede ve varoşlarda, bu köylerde ve yaylalarda CHP’nin
niye alt birimleri yok?
Adı ne olursa olsun, merkezle sıkı bağ içinde bir örgüt biriminin,
yöre ağlarken ağıdında, gülerken kahkahasında bütünleşmesinin
anlamını biliyor musunuz?
Odun gibi bir gövde halinde yerden yükselen ağaç, ne zaman
gerçek ağaç oldu biliyor musunuz? Dalıyla, yaprağıyla fırtınalara
göğüs gerebildiği zaman…
Peki, CHP’nin dalları, yaprakları nerde?
Yapraksız ağacın çiçek açtığı görüldü mü hiç?
Şimdilik bu kadar yeter. Çok uzunu okunmaz zaten.
Halka uzaktan talimat gönderme yerine, çiçek çiçek nektar
toplayan arı gibi, halka gidebilenlere söyleyecek sözümüz vardır
daha. O mutlu günlere bir ulaşabilsek…