SANİYE VİLDAN GÜZEL - İNADINA ŞİİR

Tarih: 20.01.2021 19:44

 CAN YÜCEL'İN ŞİRLERİNDE İRONİ 

Facebook Twitter Linked-in

       "İRONİ ZEKÂNIN HASADIDIR." "BIYIK ALTINDAN GÜLME" DİR.
İroni, bir anlatım tekniğidir. İroni (eski Yunanca eironeía), söylenenin tam tersinin kastedildiği ifadedir; "sahte cehalet” anlamına gelir. 
Söylenen ya da yapılan eylem, ciddi görüntüsü altında, karşıt söylenceyi ya da eylemi, çelişki noktasına çekmeyi hedefler. Mizahdan farklı olarak, ironi daha eleştirel yaklaşır.
İRONİ deyince ilk aklıma gelen şair CAN YÜCEL'dir.  
“Özledim…” diyor Güzel Yücel, “hayatımla ilgili önemli kararları alırken açıp ona sormayı özledim. Bazen memleketin haline birlikte küfür etmeyi özlüyorsun. Babamın birlikte uyuduğumuz bir gece bana yazdığı şiirdeki dize hep aklımda kaldı: ‘çiçekleri toplamayan Güzel’im.’ Bir şey yapacak olsam hep ‘hayır koparmam ben’ diyorum." 

GÜZEL’E

Dün gece senin küçük elinle yalnız yattık
Yalnız, senin küçücük elinle yalnızlık
Kandilli İlkokulu kadar kalabalık…
Zilleri çaldığında düşlerinin
Sınıfların kapıları ardına kadar açık,
Gökyüzünün, denizin, toprağın ve hayalle emeğin
Haklı sınıfları…

 

Belki de baskın korkusuyla,vefasız, akıntıya atılan
Kitaplar var ya, onlardan
Öğrenmiş Marx’ı gümüş balıkları
Ve belki de onun için o kadar,
O kadar aydınlık ortalık…

 

Sen ki çiçekleri toplamayan Güzel’im,
Çiçekleri sulayan çocuk
Ve ben ki buruk ve kavruk
Bir ihtiyar adamım artık,
Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden çok…
Ve anladım, anladım ki bi daha:
Düşünde bile göremez işler
Düşlerin gördüğü işleri. 

“Güzel’e” şiiri, Can Yücel’in “Bir Siyasînin Şiirleri” adlı kitabındandır. Bu kitapta da anlatım tekniği olarak çokça “ironi” kullanılmıştır. Şair ironiyi Türkçe’de “bıyık altından gülme” olarak tanımlar.
Şair, çeviri şiirleri yüzünden iki buçuk yıl hapis yatmıştır. “Bir Siyasînin Şiirleri” o iki buçuk yılın ürünleridir. Hapishanede kızına duyduğu özlemi düşlerle birleştirir. 12 Mart darbesinden sonra izlenen politikayı ironik anlatımla dile getirir. Marx kitapları ve gümüş balığı metaforuyla, Marx’ın öğretisinin karanlıkları aydınlatacağına inancını ifade eder.
Zeynep Oral’la söyleşisinde bu hapsedilişiyle ilgili olarak: “Af bir atıfettir/ Şartı bunun nedamettir/ Nedamet de hıyanettir,/ Hıyanet de fazilettir,/ Fazileti faşizmin…/ Bunlar eveleye geveleye böyle,/ Eninde sonunda Af’fı verecekler bize…/ Amaaaa/ Biz onları, biz onları affetmeyeceğiz, azizim…” der. 

BİR FORMÜL
Ölüm bu ara çok oldun sen
Ortalığı kırıp geçirdin
Dostlara taktın, gençlere taktın kancayı…
Kendim için söylemiyorum, yanlış anlama, bak!
Nasıl olsa benim miyâdım doldu,
Ama sen de b..un çıkarma işin!
Bir süre ara ver bu işgüzârlığa!
Tek dur biraz!
Ne dersin tam maaşla emekliliğe
İşsizlik sigortası da veririm istersen… 

“Ölüm” kişileştirilmiş ve şair, ölümle ilginç bir pazarlığa girmiştir; bu formülle, dostlara ve gençlere takan ölümü kandırıp uzaklaştırabileceğini düşünür!

AYIP ŞEY
Umumî helâların hepsinde aynı levha:
BÜYÜK 5 TL.
KÜÇÜK 5 TL.
Büyüklerle küçükler arasında göstermelik için de olsa,
Beş kuruşluk bir fark bile gözetilmez oldu demek!
Bu, her şeyden önce silsile-i merâtibe aykırı bişiy, efendim! 

Umumi tuvaletlerdeki “büyük küçük abdest” fiyatlarının aynı oluşunun, sosyal yaşamdaki “silsile-i merâtip”e aykırı olduğunu söyler şair… Silsile-i merâtipte en yüksekte olanların neyle aynı konumda olduklarını bizahmet siz bulun artık! 

BİZE DE DERLER ÇAKICI…
Yanımda tebeşir gezdiriyorum devamlı
Bu mutenâ semtteki konakların bahçe kapılarına asılı
O (iki nokta üst üste)
BU EVDE
KÖPEK
VAR
Levhalarının altına selâtin harflerle kocaman bir
DOĞRUDUR
Yazmak için.


KİBAR HIRSIZIN TÜRKÜSÜ
Anamın ipiyle indim gökdelen damınızdan
Kelebek gibi girdim kelebek camınızdan
Taksinize mülkünüze dairenize…
Heceleyerek üzerinde ayak ve el uçlarımın
Belledim seyyârenizi ve kelimelerinizi…
Gözlerinize baktım, mukaddes ciltlerinize, büfelerinize
Ve sairenize…
Şiir fenerimle de baktım, son çığlık!
Aşk yokmuş sizde beş paralık!
Gidiyorum ben boşçakallar
S..mışım ortalık yerinize
Kıçımın fosforuyla aydınlanın siz artık.

 

YARAŞTIRA YARAŞTIRA YAKIŞTIRMA
Fransız feylesofu Proudhon’ın ünlü bir sözü vardır
Mülkiyet hırsızlıktır diye.
Milletçe daha da ileri gidiyoruz biz
Mal diyoruz uyuşturucu maddeye,
Mal sahibi de, yani mâlik
Esrar kaçakçısı gibi bir şey oluyor demek.
Ha bakın, felâket bununla da kalsa iyi
Bizde sermaye denirdi eskiden fahişeye
Buna göre sermayedar da…
E, siz çözün artık bu ayıplık bilmeceyi! 

Milletimizin, dilimizi kullanma zenginliğinden yararlanmış “çok zeki, usta iğneli dilli” şairimiz... “mal”, “malik”, “sermaye” gibi sözcükleri günlük dildeki kullanımıyla almış; argodaki kullanımıyla bir araya getirmiş ve sonunda “sermayedar” sözcüğünün anlamını okuyucuya bırakmış… Meramını küfürsüz anlatmış “ayıpçılık” yapmamış; “ironi” silahını kullanmış…
Zeynep Oral “Şiir Düzerken Kahkaha Çiçekleri Üretmek!” adlı yazısında “Can Yücel şiirinde humor ve ironi de o bütünlüğün parçaları. O konuda ne diyecek?” diye merak eder. Ustanın yüzü yine kocaman aydınlanır:
“Bak biz evde kahkahayla yaşardık. Gece gelip sabaha dek babamla konuşur eğleniriz… Humor bir sığınma mekanizmasıdır. Savunma ama, bir başkaldırıya, saldırıya dönüşür… Hani idam edilecek adam, tam sehpadayken ‘bu bana iyi bir ders olacak’ demiş ya! İşte öyle…"
“Çok ağır geçen hayatımızın içinde, ironi, bütünselliği bozmayacak ana çaredir. Bir direnç kahkahasıdır. Bence kahkaha çiçekleri yaratmak, Baudelaire’in ‘Şer Çiçekleri’nden daha iyidir. Hiç olmazsa kahkaha çiçeklerinden L.S.D. yapılır.” der kendine özgü ifadesiyle…
Usta şaire, şiir ve dil konusundaki düşüncelerini de sorar yazar: “Oktay Rifat’ın söylediği gibi: Kelimeler, günlük konuşma ve iletişimde yıpranırlar. Oysa kelimeler bütünselliğin parçalarıdır. Şiir, kelimeleri bu galaksiye iade etmektir. Bu arada kurulan güzellikler, bütünlükler büyük bir ‘happening’ olur.”
“Şiir, gürültüden müziğe geçmektir. Şiir, evrenin –bak kâinat demiyorum- içinde büyük seslerin molekül ve atomlardan başlayan bütünlüğü; bu bütünlüğün müziğidir. Şairin görevi bu musikiyi kurmaktır. Kozmostan aşağı şiir yazılmaz. Üst tarafı minördür… Harika o ki, insanlar kendi adlarına değil, kâinat adına yazarlar. Bütünselliğin dışında şiir yoktur. Hayat ve ölüm de bütündür, şiir bu bütünden çıkan büyük çılgınlıktır.”
“Kibar Hırsızın Türküsü”ne bakalım! “Yaraştıra Yaraştıra Yakıştırma” şiirine bakalım!
İşte Can Yücel’in beğenmedikleri; içten içe, içten dışa, inceden inceye alay ettikleri… “Aşk” yok, “şiir” yok, ya ne var? -“Gökdelende daire”, “taksi”, “ciltler dolusu kitap” – okunmuş mu? Kim bilir? –“büfeler” – kim bilir içi ne nadide, pahalı, gösterişli nesnelerle dolu?-
Eee! Ne yapsın Can Yücel, küfür etmesin de! Tabii o “boşçakallar” diyor boşlara… Öfkesini, kızgınlığını küfürlü ve argo sözcüklerle dindirmeye çalışıyor.
O, babasına bile – ki çok seviyor onu- aynı düşüncede olmadığı zaman baş kaldıran adam… “Ben dili babamın da dahil olduğu Dil Kurumu planında görmedim” diyen adam… İşte şiirini tanımlarken “bak kâinat demiyorum” diyen “evren” dediği için inceden Dil Kurumu’nu eleştiren adam… Konuşurken, yazarken, yaşarken doğru bildiğinden şaşmayan adam… 

TAMAM MI?
Sen Öztürkçecisin, diğ’mi kardeşim,
Niye “İnkılâp”a, niye “kaideye”, niye “aşk”a
Kızıyorsun da – Kız, canım, hakkındır!-
Niye şu nev-icat lâfa,
Niye şu “Tamam mı?” abesliğine celâllenmiyorsun?
Yediden yetmişe dillerde gezen
Hani şu sözün gerisi toparlanamadığında
Boyuna, “Tamam mı?” diye sorulan soruya
Niye köpürmüyorsun, bre Öztürkçeci,
Bre Kemalist Aydın omuzdaşım?..
Bu herbişeyin eksik olduğu ortamda,
Ekmeğin, insan hakkının, emek hakkının
Ufala ufala yok olduğu dönemde,
Ağızlarımıza pelesenk
Hiçdurma sorulan bu “Tamam mı?” sorusuna karşı
Niye “tüm”den karşı çıkmıyorsun, birader?
Diye soruyorum sana,
Tamam mı? 

Biz edebiyat öğretmenleri de Can Yücel’in iğneli dilinden payımızı aldık. Gerçekten bu güzel dersi sevdirememişsek, tersine yıldırıcı, bıktırıcı sorularla öğrencilerimizi usandırdıysak, hak etmişiz iğnelenmeyi diyorum. Dersi çekilmez çileye, geçmez dakikalara çevirdiysek ve “zil çalsa da bu eziyetten kurtulsak” dedirttiysek, benim çok sevgili, rahmetli öğretmenimin yıllar önce bize söylediği gibi “ervahımıza yuf olsun!”. Prof. Dr. Gündüz Akıncı, sorduğu soruya cevap alamayınca söylerdi bize bu sözleri… “Okuyun” dediği bir metni okumadıysak, savsakladıysak başımızı önümüze eğer otururduk. ‘Tümünüzün ervahına yuf olsun’ derdi; yine de küsmezdi bize… 

EDEBİYAT SINAVINDA
Şair Câmî niçin “Câmî” mahlasını seçti?
Çince mi?.. İçince mi?.. Yok, canım!..
Camcı olduğu için de olmasa gerek,
Pencereler kafesliydi o zamanlar biliyorsun…
Yoksa
Bilmiyor musun?
Pekiyyy, sana son bir soru daha!
Kaç minareliydi Şair Câmî?
Ve de kaç şerefeliydi?....
Cönklerde kendini boğulmak suretiyle intihar ettiği
              söylenir kendisi için
Doğru mu?....
Doğruysa, söyle, Haliç’e gömüldüğünde…
-Gece-yarısı vuku bulmuştu vak’a biliyoruz-
BEŞER kollu şamdanları onun ve şehrâyîn kandilleri de
O yaldız boynuzlu suya temas ettiği an,
Onlar da sönmüş müydü, sönmemiş miydi
-Püf diye değil elbet-
Cızzzzzzz diye?....
Tûh be sana!
Koskoca Hasan Âli’nin oğlu olacaksın bi de!.....
Milâd sonra rastlaştık İslâm Ansiklopedisinde
Meğer Şair Câmî, İran’da “Câm” adında bir şehirde
       doğmuşmuş
1400 falan senelerinde,
Nerde, nasıl ve hangi tarihlerde öldüğü meçhul,
Leyla ile Mecnun’u yazmış Fuzulî’den önce
Cam üstüne… 

Şair Câmî’nin neden “Câmî” mahlasını seçtiği sorusuna, şair ipuçlarını değerlendirerek ironik bir mantıkla cevabı bulmaya çalışır; ama başarılı olamaz. Sonra gerçeği öğrenir; Şair “Câm” şehrinde doğduğu için bu mahlası almıştır; Leyla ile Mecnun hikâyesini cam üzerine yazmasıyla tanınmıştır. Edebiyat öğretmenlerinin mahlas peşine düşerek öğrencileri bezdirmesi eleştirilir. Eğitim sistemindeki mantıksız uygulamaları gündeme getirir Can Yücel…
 (Nureddin Abdurrahman Câmî, 7 Kasım 1414'te Horasan’ın Câm
 şehrinin Harcird kasabasında doğdu. Daha çok Molla Câmî unvanıyla tanınır.)

        HOŞÇA KALIN.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —