Ahmet DOKUZOĞLU-NE DEMİŞTİK?


BU MİLLETİN SABRI


                 Derler ki; Urfa’ya düşman girmiş. Etrafı yakıp yıkıyor, insanları dövüyor, sövüyor, içeri tıkıyor. Urfalılardan çıt çıkmıyor. Kimse düşmana da, düşmanın yaptıklarına da aldırış etmiyor. Derken düşman tarlalarına giriyor, fıstıkları topluyor, yine kimseden ses yok. Üstelik çekinmeseler, “bu daha iyi,” diye evlerindeki meyveleri de ikram edecekler.

               Bir süre sonra düşman biber tarlasına giriyor. Önce ne olduğunu anlamıyor biberlerin. Biber olduğunu anlayınca, kıpkırmızı biberleri koparmaya başlıyor. Bunu gören bir köylü şehre kadar koşuyor ve bir taşın üzerine çıkarak bağırıyor;

               “Düşman isot tarlasına girdi koparıyor yetişin.”

               İşte o andan itibaren bütün Urfalılar o tarafa doğru koşuşmaya başlıyorlar. Ellerine aldıkları kürekle, kazmayla, silahla düşmana saldırıyorlar. Düşman ise neye uğradığını şaşırmış halde kaçmaya başlıyor. Ve Urfa’yı terk ediyor. Şehir kurtuluyor.        

             Sıra bizim Anteplilere geliyor. Eskiden Anteplilere Arapçadaki bir harf nedeniyle Ayıntap denirmiş. Nutuk’ta böyle geçer. Ayıntap karargâhı falan der. İşte bizim bu Ayıntap’a da düşman girmiş. Şehrin ileri gelen ağaları, beyleri ve devlet erkânı onları çiçeklerle, alkışlarla ve bayraklarla karşılamışlar. Kimse önlerine çıkıp da;

              “Niye geldiniz ey gafiller!” Dememiş.

               Onlar da bu duruma çok sevinmişler. Her gittikleri yerde olduğu gibi Antep’te de istedikleri her şeyi yapmışlar. Bir araya gelmeyi yasaklamışlar. Toplantıları, yürüyüşleri ve gösterileri yasaklamışlar. Yine Ermenilerle işbirliği yaparak yerli jandarma timi oluşturmuşlar. Köylerin ileri gelenlerini şehre getirtip eziyetler etmişler. Ağaları, beyleri şehre doldurmuşlar. Günlerce eziyet etmişler.

            Bu arada köyün birinde bir delikanlı varmış. Çok fakir bir ailenin çocuğuymuş. Başlarındaki ağalarının kızına vurgunmuş. Kız da ona vurgunmuş. Ağalarını jandarmalar götürünce kız koşa koşa delikanlıya gelmiş. Delikanlı da delikanlıymış hani. Kara yağız, ince belli, iyi ata biner ve iyi silah kullanırmış. Kız ağlayarak;

          “Babamı kurtar Karayılanım!”Demiş.” Yoksa onu öldürecekler.”

           Yiğit Karayılan;

          “Bana bir at bulun.”demiş.

           Kâhyalar Karayılana ağanın atını getirmişler. At da atmış yani. Sen de Hz. Ali’nin düldülü, ben diyeyim Köroğlu’nun küheylanı. Üstüne atlamış ki Karayılan, gökyüzünde uçuyor sanki. Elinde mavzerle ağayı götüren jandarmaları, haklamış ve ağasını sapasağlam kurtarmış. Bu davranış ağanın çok hoşuna gitmiş. Karayılana hem atını vermiş, hem kızını. Bunun üzerine, Karayılan coşmuş da coşmuş.

           Bu durum bütün Antep’te duyulmuş. Düşman korkmaya başlayınca delikanlılar Karayılan gibi olmak için ortaya atılmışlar. Kısa zamanda düşmana baskınlar yapıp, taciz etmişler. Düşman da tacizlere dayanamayıp şehri terk etmiş.

               Aynı düşman Maraş’a kadar gelmiş. Onları engellemek için önlerine kimse çıkmamış. Her yerde olduğu gibi Kaymakamlıklar, Devletin resmi kurumları, düşmanı bayraklarla, çiçeklerle ve alkışlarla karşılamışlar. Düşman her gittiği yerde en güzel binalara el koymuş. Karargâhlarını en güzel yerlere taşımışlar. Üstelik, Ermeniler nezaretinde jandarma teşkilatı bile kurmuşlar. İstediği adamı istediği yere çağırıp tutuklamışlar. Buna da kimse karşı koymamış. Herkes işine, gücüne bakmış istiflerini bile bozmamışlar.

              Aradan bir zaman geçmiş, önemli yerlere jandarmalar dikilmiş. Halkın bir araya geleceği her yere el atılmış. Bu arada şehir hamamının önüne de iki jandarma dikmişler. İnsanların bir araya gelmesini engellemeye çalışmışlar.

             Halk yine işinde, gücünde olmuş, düşman mı gelmiş, dost mu gelmiş? Umurlarında bile olmamış. Ne zaman ki şehrin hamamının kadınlara açık olduğu bir cuma günü, şehrin kadınları hamama gelmeye başlamışlar. Kapıdaki jandarmaların bu hoşuna gitmiş. Biri diğerine demiş ki;

             ”Sen dışarıda dur, ben içeride biraz gönül eyleyeyim.”

             Tabii ki jandarma içeri adımını atar atmaz bir çığlık kopmuş. Bağıran bağırana. Jandarma korkudan kendini dışarı atmış. Ama kadınlarda ardından bağırarak dışarı fırlamışlar. Hep birlikte öyle bağırmışlar ki yer gök inlemiş.

              Tabii bunu karşı dükkânda süt satan ve adı da İmam olan bir şahıs görmüş. Hemen etrafına olayı duyurmuş. Bizim Maraşlılar bu olaydan sonra bir araya gelmişler. O, ona bakmış, bu buna bakmış ve ayaklarına çarıklarını giymişler. Evde kazma, kürek, tırpan ne varsa alıp dışarı fırlamışlar. Hepsi de Ulu caminin önünde toplanmışlar. Şehrin müftüsünü çağırmışlar ve usulca ona danışmışlar.

             “Ey Müftü Efendi!” Demişler.”Düşman askeri kadınlarımıza saldırdı. Onların namuslarına göz dikti. Biz düşmana saldırırsak günah olur mu? Padişahımız efendimiz bize kızar m? Peygamberimiz(sav) efendimize saygısızlık olur mu?”

               Tabi ki Sütçü İmam ve birçok Maraşlı bunları söylemiş. Şehrin müftüsü bir Maraşlılara bakmış, bir kaledeki düşman bayrağına bakmış ve

              “O düşman bayrağı kalede durdukça bu şehirde cuma namazı caiz olmaz. Size ne Peygamber kızar, ne de padişah kızar. Ne de yaptıklarınız haram sayılır. Haydin düşmana saldırın. Gazanız mübarek olsun.”

                Tabii ki ben bilirim Maraş halkı yiğittir. Maraş halkı cesurdur. Maraş halkı inançlıdır. Hep birlikte öyle bir saldırmışlar ki, düşman kaçacak delik aramış. Ve ülkeyi terk etmiş.

          Bu konuda bizim Kadirli’den de bahsetmek istiyorum.

          Padişahtan kaymakama talimat gelmiş.

       ”Düşman şehrinize gelecek.” denmiş. ”Onları kızdırmayın. Onlara iyi davranın.“   

        Kaymakam da iki derede bir arada kalmış. Biri Mustafa Kemal’in Osman Tufan Paşası diğeri de padişahın fermanı. Yapacak bir şey yok. O da müftü ile baş başa verip durum değerlendirmesi yapmış. Düşmanı davulla, zurnayla karşılamaya karar vermişler.

          İstedikleri gibi de olmuş. Düşman mangası şehre alkışlarla, çiçeklerle ve bayraklarla girmiş. Kısa zamanda en güzel ağa konaklarına el koymuşlar. Ermenilerden ve gönüllü Türklerden jandarma ekibi oluşturulmuş. Kimse şikâyetçi olmamış. Böyle geçinip giderken, Doğudan bir Ermeni çetesi gelmiş, en güzel tarlaları Ermenilere vermeye başlamışlar. Vermeyeni de öldürmüşler, eziyet etmişler. Bizim ağaların tepesi atmış. Çamlı kahvede toplanmışlar. Bağıra bağıra konuşmaya başlamışlar. Demişler ki,

          “Mustafa Kemal bir ordu hazırlıyor. Yakında Andırın’ın dağlarından inecekler, düz ovada ne kadar Ermeni ve Fransız varsa hepsini kurşuna dizecekler. Canını kurtaran kurtaracak. Kurtarmayan da ya sürgün edilecek, ya da öldürülecek.”

             Her gün bu konuşmaları Ermenilerin duyacağı şekilde anlatmışlar. Ermeniler de bunları duydukça korkmaya başlamışlar. Bir gün köylere adam göndermişler. Ne kadar davar varsa başlarına ışık koyup, dağa bırakmalarını istemişler. Ermeniler gerçekten dağa doğru bakınca o kadar çok ışık görmüşler ki, korkularından şehri terk edip kaçmışlar. Düşman askerleri de karargâhını şehirden götürmüş. Böylece savaşmadan şehir düşmandan kurtarılmış.  

             Bunun gibi ülkemizde birçok hikâyeler anlatılır. Türklerin çok sabırlı bir millet olduğu söylenir. Derler ki;

             “Türkler yürüyüş ve gösteri yapmayı bilmezler ama sokağa çıkarlarsa geri gelmezler.”

             Benden söylemesi diyorum. Kimse bu milletin sabrını sınamasın.

             Sürçü lisan ettim ise af ola, isterim ki insan önce insan ola.

             

 

 

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli
  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00