Haziran, Ahmet Haşim'i de aldı gitti yıllar önce...
Ahmet Haşim Bağdat doğumludur. (1883-1884) Doğduğunda babası Hulle’de kaymakamdır. Haşim, düzenli bir okul öğrenimi görmemiştir. Annesi veremdir. Babasının katı ve hoşgörüsüz, oğluyla pek ilgilenmeyen biri olmasına karşın; annesi oğlunu çok seven, duygulu, şefkatli bir kadındır. Akşamları oğlunu gezdirir; ay ışığında çölde, ya da Dicle kıyılarında…
Annesi, Haşim sekiz yaşındayken ölür, çocuk yıkılır; tek sevinç ve mutluluk kaynağını, sıkı sıkıya bağlandığı annesini kaybedince öksüz ve yalnız, mutsuz ve garip kalmıştır. Bu olay Haşim’in yaşamında ve sanatında derin izler bırakır. Sekiz yaşında yalnızlığını, boşluğunu, kimsesizliğini paylaşacak ilgiyi bulamayınca içine kapanır; acılarını içine gömer.
Öğrenim için babasıyla birlikte İstanbul’a gelir(1896). Mekteb-i Sultani’ye (Galatasaray Lisesi) yatılı verilir. Revendus (Irak’ta bir ilçe) kaymakamlığına atanan babası, orada evlenir.
Haşim, yatılı okulda kendini daha yalnız, daha mutsuz ve garip hisseder. Burası Bağdat’tan çok farklı bir çevredir. Bir de ona öğrenciler “Arap Haşim” adını takmışlardır; artık Haşim uyuşamadığı çevreden kaçmak ister, kendi kabuğuna çekilir, kurduğu düşlerle avunur ya da mutlu olduğu geçmişe, annesiyle birlikte olduğu akşamüstleri gezintiye çıktığı; ay’ı, yıldızları seyrettiği mutlu geçmişe dönmek ister. Bu duygu bilinçaltına yerleşince, saplantı halinde, şiirinin belirleyici özelliklerinden biri olur.
Asım Bezirci'nin "Ahmet Haşim" adlı kitabından edindiğimiz bilgiler bunlar...
Çevresiyle bağdaşamayan, toplumda istediği yeri bulamayan, yaşam koşullarını beğenmeyen Haşim, kendine içinde onu incitecek hiçbir unsurun bulunmadığı gönlüne göre düşsel, ütopik bir evren kurarak avunmaya çalışır. Şikâyetçi olduğu gerçekten bu yolla kurtulma çabasındadır. “O Belde” bu özlemini dile getiren şiiridir; yaşamı, böyle bir beldenin özlemiyle geçmiştir.
Onu çok seven, duygulu, şefkatli kadının, annesinin, akşamları elinden tutarak gezmeğe götürdüğü çocukluk günlerini sık sık anımsar. Anne, oğul ay ışığında, çölde, Dicle üzerinde birlikte dolaşırlar.
Şi’ri Kamer, dokuz şiirden oluşan bir dizidir. Haşim, Şi’r-i Kamer’i Galatasaray Lisesi’ndeyken yazar. Bu şiirler dergilerde “Dicle’nin ve Annemin Hatıraları” başlığıyla yayımlanır. Bu yapıtında o, Bağdat’ta geçen, onda derin izler bırakan çocukluk günlerini, annesiyle olan duygusal ilişkilerini, yakınlığını, anılarını “O”, "Sensiz”, “Nehir Üzerinde”, “Çıktığın Geceler” şiirlerinde buruklukla, içi yanarak anlatır:
"Bir hasta kadın, Dicle’nin üstünde her akşam
Bir hasta çocuk gezdirerek, çöllere gül-fâm,
Sisler uzanırken, o senin doğmanı bekler." (O)
"Annemle karanlık geceler bazı çıkardık;
Boşlukta denizler gibi yokluk ve karanlık
Sessiz uzatır tâ ebediyyetlere kollar…" (Sensiz)
"Akşam… Sarı bir hasta semâ… Bir gam-ı mechûl…
Sisler gibi tutmuş yine sahilleri eylül,
Bir hüzn-i müzehheb gibi durgun yine Dicle.
Sessizliği olmuş yine rüyâlara hacle.
…….
Ey sen, ey onun rûhu ve ey mâtem-i seyyâl,
Ey şimdi bakan hüznüme, âh ey kamer-i lâl!" (Nehir Üzerinde)
“Nehir Üzerinde” şiirinde Haşim, sonbahar akşamı annesiyle Dicle’de gezintiye çıkmıştır. Havayı bir bilinmez keder doldurmuştur. Irmak bir yaldızlı hüzün gibi durgundur.
Ay ona annesini, annesi de ay’ı hatırlatır. Annesini hatırlatan ay onun ya ruhu ya da hayalidir. Gezintilerin bir gün sona ereceğini, annesinin, bu mutluluk, huzur, avunma kaynağının tükeneceğini sezmekte, korkuyla içi titremektedir:
"Göklerde ararken o kadın çehreni, ey mâh!
Bilsen o çocuk, bilsen o mahlûk-i ziyâhâh
Zulmette neler hissederek korku duyardı:
Gûyâ ki hafî bir nefesin nefha-yı serdi,
Rûhunda bu ferdâ-yı siyah- rengi fısıldar.
….
Ruhumda benim korku, ölüm, leyle-i târik,
Çeşminde onun aks-i kevâkible dönerdik…" (Sensiz)
Ahmet Haşim üzerinde yazarken, Ahmet Hamdi Tanpınar'ı ve Necati Cumalı’nın, Tanpınar’ın şairliği için söylediklerini anımsadım; “Tanpınar’ın şairliği, Ahmet Haşim’in şiirde vardığı yerden başlıyor. Tanpınar, Haşim’in şiirini devam ettiriyor.” diyordu bir yazısında Cumalı...
HAŞİM’in şu şiirini anımsayalım:
TAHATTUR
Bir Acem bahçesi bir seccâde
Dolduran havzı ateşten bâde
Ne kadar gamlı bu akşam vakti
Bakışın benzemiyor mutâde
Gök yeşil, yer sarı mercan dallar
Dalmış üstündeki kuşlar yâda
Bize bir zevk-i tahattur kaldı
Bu sönen gölgelenen dünyada.
Bir de TANPINAR’ın “Uyanma” adlı şiirini okuyalım:
UYANMA
Bu akşam, bu tenha saati ömrün,
Uzak servilerin arkasında gün.
Bu güneş döşenmiş bahar bahçesi,
Suyun uzaklaşan yaklaşan sesi.
Ve yanık türküsü dalda bülbülün
Ateşten çemberi üstünde gülün.
"Haşim’in son ışıklarla bulutların cenk ettiği, uçuştuğu, ateşli akşam havaları, yaz geceleri, mercan dalları, gülleri, bülbülleri, bahçeleri, İstanbul’un gürültüsüz bir köşesinde eski bir yalı gibi, Tanpınar’a miras kalmıştır."
A.H. Tanpınar’la A. Haşim’in ortak yönlerinden biri de annelerini gurbette kaybetmiş olmalarıdır. Tanpınar’ın annesi tifüsten kurtulamamıştır; onu gurbette, Musul topraklarında bırakmışlardır. Ahmet Haşim de annesini, Dicle kıyılarında, çocuk denecek yaşlarında, yirmi yıl kadar önce kaybetmiş, iki şair aynı kaderi paylaşmışlardır.
Tanpınar, Yaşar Nabi’ye yazdığı mektupta duygularını şöyle ifade etmiştir: “Musul’da bir tesadüfle Haşim’in birkaç şiirini, özellikle “Şi’ri Kamer”leri okumuş ve onun garip, akıcı, maddesiz hüznü içime çökmüştü.”
“Annem İçin” şiiri bu topraklara ve orada bırakılan sevgili anneye âdeta bir ağıttır:
ANNEM İÇİN
Bir günümüz bile sensiz geçmezken
Şimdi mezarına hasretiz anne…
Issız bir mezarlık, kimsesiz bir yer
Gölgesinde ulu, loş bir mâbedin
Bir yığın toprakla bir parça mermer
Sırrıyla haşr olmuş orda ebedin.
Bir yığın toprakla bir parça mermer,
Üstünde yazılı yaşınla, adın;
Baş ucunda matem renkli serviler
Hüznüyle titreşir sanki hayatın.
Seni gömdük anne yıllarca evvel
Gözyaşlarımızla bu ıssız yere
Kimsesiz bir akşam ziyaya bedel
Matem dağıtırken hasta kalplere.
Kimsesiz bir akşam, ezelden yorgun
Hüznüyle erirken Dicle'de sessiz,
Öksüzlük denilen acıyla vurgun
Bir başka ölüydük bu toprakta biz.
Usta şairlerimizin ruhları şad olsun.
HOŞÇA KALIN.