SÖYLEŞİ: BETÜL ERDOĞAN
DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 19.05.2022 13:44:00 3769 0

SÖYLEŞİ: BETÜL ERDOĞAN

“Bu coğrafyada yaşayan her kadın gibi önce kadın sorunlarını, sonra insana yapılan her türlü haksızlığı dert edinirim.”

Leyla Serpil, öncelikle Ankaralı yazarların, edebiyatseverlerin yakından tanıdığı ve çok sevdiği bir yazar. Elbette tanınırlığı Ankara ile sınırlı değil. Leyla Serpil ile son kitabı Ruhumun Acelesi Var ve diğer çalışmaları üzerinden bir söyleşi gerçekleştirdik. En kısa zamanda yazdıkları ile tanışmanız dileğiyle… 

 

Sizi Ankaralı bir yazar olarak, daha önce çıkan ‘’Özgürlükle Ölümün Öpüştüğü An’’, ’’Savruluş’’, ‘’Şşşşşt’’, ‘’ Kar Kokusu’’ adlı kitaplarınızdan tanıyoruz. Şimdi de “Ruhumun Acelesi Var’’la okurunuzla buluştunuz. Kaç yıldır Ankara’dasınız ve ne kadar zamandır yazıyorsunuz?

 

Ben doğma büyüme Ankaralıyım. Kökten Ankaralı bir baba ile Yugoslavya’dan göçüp gelmiş Boşnak bir annenin melez kızıyım. Yazmaya çok geç başladım çünkü çocukluğumda ve ilk gençliğimde okumakla, yazmakla ilgim yoktu. Aklım ve bedenim hep sokaklardaydı. Bir vakitler sokak vardı ve sokakta oynayan, bisiklete binen, paten kayan çocuklar vardı diyerek nostalji yapayım.

 

Genellikle yazmaya erken yaşta ya alınan eğitimle ya da ilgi alanı olduğu için başlanır. Sizi yazmaya yönlendiren nedir?  

 

Yirmi beş yaşımda evlendim ve eşimin görevi nedeniyle Fransa’ya gittik. Ailemden, dostlarımdan, sevdiklerimden ve memleketimden ayrı düşmek beni üzdü. Uzunca bir süre gurbete alışmakta güçlük çektim. O süreçte hasretimi mektuplara yükledim. Hüznüme karşın mektuplarım çok eğlenceli ve komik oluyormuş. Okuyanların yalancısıyım. Arkadaşlarım Leylâ’dan mektup var toplantıları yapıyorlarmış. O zamanlar bilgisayar olmadığını, mektupların kağıt kalemle yazıldığını ve postaneden gönderildiğini, bunun da günler aldığını gençler için belirtmeliyim. Çok uzatmayayım, dostlarım mektuplarımdan yola çıkarak beni yazmaya özendirmek için uğraşıp durdular. Epey bir süre onları dikkate almadıysam da kırklı yaşlarımda küçük küçük öyküler yazmaya başladım. Ancak benden eğlenceli öyküler bekleyenleri ve hem de kendimi düş kırıklığına uğrattım. Kağıda dökülen her öyküyü oku, ağla… o kadar yani. Etrafta bu kadar acı varken eğlenceli yazmak zormuş meğer. Böylece anlamış oldum.

 

Yaşanan sıkıntılar, acılar genellikle edebiyat üstünden yansıtılır. Sizin yazar olarak dert edindiğiniz konular daha çok nelerdir?

 

Özellikle bu coğrafyada yaşayan her kadın gibi önce kadın sorunlarını, sonra insana yapılan her türlü haksızlığı dert edinirim. Toplumsal duyarlığı yüksek birisiyim. Her acı olayı bir süre içimde taşırım. Öyle duyup da duymazdan, görüp de görmezden gelemem. Çok dertlendiğim, beni yaralayan, kolayca aklımdan çıkaramadığım bazı olayları yazarak bir nebze kendimi sağaltma yolu yarattığımı düşünüyorum. Yazdığım her şeyin kıyısında bucağında gerçeklik vardır.

 

İnsanın açmazlarını, çıkmazlarını, mutluluklarını, mutsuzluklarını yaşadığı çevre ile zenginleştirerek yazıyorsunuz. ”Okuru yormadan yazmak yazarı yorar” derler. Üretme sürecinizi sizden dinleyelim mi?

 

Kolay yazarım. Her saatte ve her ortamda yazabilirim. Yazarken süslemek derdine düşmem. Zaten pek süslü yazdığım söylenemez. İçimden geldiği gibi yazıp sonra sözcük seçimine ve cümle yapısına kafa yorarım. En sevdiğim bölümüdür yazmanın, yazdıklarım üzerinde oynamak. Genelde kitaplarımın rahat okunduğunu söylerler. Ancak “Ruhumun Acelesi Var” pek öyle olmadı sanırım. İlk başta okuru biraz yorabilecek karışıklık olduğunu söylüyor okuyanlar. Ama bulmacayı (!) çözdükten sonra roman akacaktır umarım.

 

Sait Faik “yazmasaydım delirecektim” der, “Haritada Bir Nokta” öyküsünün son tümcesinde. Sait Faik okurlarının tümü bilir, bu ünlü sözünü. Leyla Serpil’in bu konudaki düşüncesi nedir?

 

Yazmasam delirmem. Ancak ayrımına geç vardıysam da yazmak bana iyi geliyor. Bir nevi iç döküş. Yaralarımı sarmak, ruhumu iyileştirmek için bir yol. Savruluş’u elime alıp bırakarak uzun zaman içinde çok sancılı yazdım. Yazdıkça üzüldüm, yaram kanadıkça kanadı ama bittiğinde hafiflemiştim.

 

İsterseniz  yeni çıkan kitabınız “Ruhumun Acelesi Var” ile devam edelim. Romanınızda, kasabadaki varsıl bir aileyi, çevresiyle, töreleriyle kaleme alıyorsunuz. Nilüfer, ortaokuldan sonra okumak istemeyen fiziği çok güzel bir kız, güzelliğinin farkında olan. Kasabaya atanan banka müdürü ile bin bir süslü düşünceyle evlenir. Şehir yaşamı, fantezi düşünceleriyle, özlemleriyle örtüşemediği için içine kapalı mutsuz bir genç kadındır. Beklemediği  bir süreçte gebe olduğundan kuşkulanır. Duyguları, çelişik, dolaşık bir yumaktır. Sonra anı defterini  okumaya başlıyoruz. Defteri kişileştirmiş  deftere hitap eden bir  anne, kızı Canan’la telefonda konuşuyor. Canan annesine, gebe olduğunun müjdesini veriyor. Nilüfer’in gebeliği ile Canan’ın gebeliği çakışıyor sanki! Bir an, okur şaşırıyor. Canan da  kim, diye. Daha ilerideki bölümlerde, Nilüfer’in  kızı Aydan, büyümüş altmış yaşında deneyimli bir anne olmuş,  Canan‘ın annesinin olduğunu anlıyoruz. Anı  defterini geri dönüşlerle yazan anne de AYDAN!

Romanınızda matruşka misali, kuşakların iç içe işlendiğini, yaşamlarının felsefi ve ruhsal açıdan geniş bir yelpazede irdelendiğini görüyoruz. Sevgi, sevgisizlik, bencillik, kasaba yaşamı ile şehrin yaşamına yabancı kalınan çoğu yaşamların uyumsuzluğu, Aydan’ın, anne sevgisinden yoksun büyümesi, heba olunan ömürler… Usta bir yazarın kaleminden su gibi akıyor. Okurlarımız için, son kitabınızla ilgili düşüncenizi öğrenmek isteriz.

 

Bundan tam 17 sene önce ilk torunum Uğur’um doğdu. Nasıl bir mutluluk! Günlerim onunla dolmaya başladı. Ona baktıkça, gözümün önünde büyüdükçe torunum için bir günlük tutmak, ona bir anı defteri bırakmak isteği sardı beni. Turuncu kapaklı bir defter alıp yazmaya koyuldum. Uğur’la birlikteliğimizin yanı sıra kendi dünya görüşümü, ülke gerçeklerine ve dünyaya ilişkin anekdotlar, hayatla ilgili, yıllardır biriken düşüncelerimi deneyimlerimi yazıyordum. Büyüdüğünde okur, hem kendi çocukluğuna, hem yazıldığı günlere dair bilgisi olur hem de o zamanlar göçmüş mü kalmış mı, kalmışsa ne haldeki anneannesini tanır diye düşünmüştüm. Ben defterime tatlı tatlı yazadururken Emre’miz doğdu. İki çocukla haşır neşir olurken yazmaya zaman ayırmakta zorlandım ve böylece benim turuncu kapak içindekilerle birlikte çekmecemde kalakaldı. İşte Ruhumun Acelesi Var’daki Aydan’ın defteriyle o yarım kalan hevesimi, kurguyla gerçekleri harmanlayarak tamamlamaya çalıştım. Romanın esas kahramanı Nilüfer’dir. Aydan defteriyle annesi Nilüfer’in hikayesinin aralarına girerek kendini anlatmaya çalışır. En baştan, defteri yazan Aydan, Nilüfer’le Cemal’in kızı diye bilerek okunursa (gerçi romanın başlarında zaten işaretler var ve dikkatli okur yakalar diye düşünmekteyim.) belki okura kolaylık olur.

Nilüfer’in hikayesinin ise çok yıllar önce tanıdığım gencecik bir kızın annesinin hikayesi olduğunun ayrımına roman bittiğinde vardım dersem inan lütfen. Elbette birebir örtüşmüyor. Kurgu çoğunluk bana ait. Tamamen unutmuş olduğum ve zaten çok ucundan, kıyısından, özetini bildiğim bu hikaye hiç belirti vermeden belleğimin derinliğinden sızıp bana bu romanı yazdırmış da algılayamamışım. Ayrımına vardığım zaman da hayretlere düştüm. Hayat gibi bellek de insanı şaşırtıyor… Ne demeli!

Aydan’ın defterinde yaşam deneyimlerimi (eh az buz da yaşamamışım yani!), hayata dair görüşlerimi anlatmaya çalıştım. Biraz deneme niteliğinde oldu o yüzden. Uğur’a da büyürken yaşadıklarının ve bana yaşattığı güzelliklerin yanı sıra bu defterdeki gibi düşünce ve deneyimlerimi aktarmak istemiştim. Her ne kadar Aydan’ın torunu henüz doğmadıysa da Uğur bu roman kanalıyla bazı bölümlerinde ona aktarmak istediklerimin de yazılı olduğu defteri okuyacak yaşa geldi bile.

 

“Gerçeğin mürekkebiyle yazılan yazınsal ürünlerin en çok okunan, aranan ürünler olduğunu” söylerler.  Savruluş, romanınızdaki içeriğin, kardeşinizin yaşamı olduğunu söylemiştiniz, elimizden bırakamamıştık. Romanlarınızdaki kahramanlarınızla yüz yüze, diz dize yaşamış gibi algılıyoruz yazarı.  Olayların akışında kendimizi de romanın içinde buluyoruz. Yazarların da yazarları vardır mutlaka. Sizi etkileyen yazarları öğrenebilir miyiz?

 

Hepimizi olduğu gibi beni de etkileyen pek çok yazar, pek çok kitap var. Ama en en dersek, Leylâ Erbil ve Tezer Özlü. Onlar bir adım öndeler sanırım. İkisinin de yazdığı tüm kitapları, mektupları okudum. Bunların arasında da Leylâ Erbil’in “Cüce”si ve Tezer Özlü’nün “Çocukluğumun Soğuk Geceleri” en sevdiklerimdir. Şiire roman ve öyküye olduğu kadar yakınlığım yoktur. Hiç şiir yazma denemem de olmadı. Ancak Nazım Hikmet deyince akan sular durur. Gönül tellerimi titretir tüm şiirleri. Yazdıklarını okumak doyurmaz da içesim gelir, içimde saklayasım gelir.

 

Her biri çok değerli olan eserleriniz için sizi içtenlikle kutlar, Yeni Adana Gazetesi adına siz Leyla Serpil'e söyleşiye vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

 

Betülcüğüm yazar-yazara bu söyleşimizde incelikli soruların, kitaplarımla ilgili güzel görüşlerin için çok teşekkür ediyorum. Sana, bana ve herkese keyifli okumalar yazmalar diliyorum.

 


Haber Kaynak : ÖZEL HABER

faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli