Öykü: Elçin Sevgi Suçin
25.11.2021 13:52:00 833 0

Öykü: Elçin Sevgi Suçin

Öteki Tarafın Düşleri

 

Issız çölün ince kumu. Böyle söylüyor kendi kendine, yüzünün çizgilerini sıvazlarken Münevver Hanım. Yüzü uzun bir coğrafya sapağında aynanın. Eski bir plak. Durmadan birikiyormuş gibi geliyor ona. Ayaklarının ucunda. Pencerenin önünde. Halının altında. Kapı eşiklerinde biriktiğini duyumsuyor. “Benden başka hiç kimse,” diyor eğilip tozunu alırken pervazların. “Görmüyor zamanın eleğinden akıp durduğumuzu.”

Yüzünde oluşan derecikleri okşuyor yoruldukça parmaklarının ucuyla. Ilık, şeffaf ter damlacıklarının oluşturduğu derecikleri. Su nanelerini hatırlatıyor bu ona. Yosunları. Henüz uç vermeye başlamış pembe saçlı küçük papatyaları. Su nanelerinin yumuşak, tüylü yaprakları değiyor önce etine. Gıdıklanıyor. Nane kokusu kaplıyor ortalığı. Dere yukarı yürüyor ağır ağır. Suyun gözünden itibaren sıklaşan çam ağaçlarına bakıyor. İç ayartıcı bir reçine kokusu çarpıyor burnuna. İç içe geçmiş sesler. Cırcır böcekleri. Serçeler. Ebabiller. Arada bir hışırt diye çalıdan çalıya geçen kertenkeleler.

“Hayat yirmisindeyken ne güzeldi,” diyor pervazın kıyısında kalan bir miktar tozu alırken. Sonra yine telaşla anılarına dönüyor. Suyun dibinde oynaşan gün ışığına dikiyor bakışlarını. Eğilip yuvarlak bir çakıl alıyor dereden. Suyun yumuşak darbelerle biçimlendirdiği beyaz bir çakıl. Elini yumruk yapıyor sıkıca. Çakılın narin serinliğini içine çekiyor. Beyaz çakıllara sarılmış yeşil yosunlar kesiyor yolunu. Oturup oyalanıyor bir süre. Derenin dibini dolduran renk cümbüşünün tadını çıkarıyor. Delikanlılar, kızlar ekleniyor görüntüye eski plaktan. Sonra Hatice. Çakır gözlü Hatice. Harıl harıl çitilediği beyaz gömleği dereye batırıp çekiyor hızlıca. Sıcak su ve ucuz sabunun kıpkırmızı yaptığı elleriyle iyice sıkıyor gömleği ve var gücüyle silkeliyor. Ala köpüklü su derenin sularına karışıp gidiyor.

Bir eliyle alnının terini silen Hatice, diğer eliyle de terli perçemlerini düzelterek çalılıklara doğru yürüyor. Uzun boylu Hatice. İnce. Alımlı. Komşuları Hasan Dayı’nın biricik kızı. Gözleri çiçeğini yeni düşürmüş çağlalara benziyor. İki bilek kalınlığındaki kumral örükleri, kalçalarını dövüyor yürürken. Hâlâ sulu olan gömleği silkelemeye devam ederken memeleri sallanıyor. Güzel kız Hatice. Her akşamüstü evlerinin önünden delikanlılar geçiyor. “Ben de fena değildim aslında,” deyip kıkırdıyor Münevver Hanım toz almayı sürdürürken. Çok uzun sayılmaz Münevver de ama kısa da değil. Siyah saçları ta beline kadar uzuyor. Biraz sıska. Kilo alma konusunda pek iyi değil. Kurtlu, diyor annesi ona. Yediği yaramıyor. Geceleri uyumadan gizli gizli tereyağlı ekmek yiyor. Annesi bunu bilmiyor.

Güneş kuşluk yerinde. Hava çoktan ısınmaya başlamış. Bir saate varmaz kimseler duramaz dere kenarında. Kızların elleri hızlanıyor. Gömleklerin terli boynuna sürtülen sabunlar şimdi daha hızlı eriyor. Annelerin gözleri kızlarının ellerinde. Sabun pahalı. Şehir uzak. Aydan aya gidiyor erkekler pazara. Bir torba sabun. Beş kilo şeker. İki paket çay. Bir torba makarna. Bir torba tuz. Misafirlik kahve. Ay sonuna yetecek. Yetmeli. Ansızın geliverecek okkalı misafirler de unutulmamalı.

Elindeki çarşaf daha ağarmamış Münevver’in ama dereye sokup duruluyor. Sabundan acımış ellerine aldırmadan hızlı hızlı sıkıyor çarşafı. Bir iki silkeleyip çalılıklara sermeye davranıyor. Niyeti Ali’yi görmek. Ali, köyün yakışıklısı. Münevver’in ilk göz ağrısı. Askerden yeni gelmiş. Annesi “Ali iyice sırık olmuş askerde,” deyiverdi geçenlerde. “Zayıflamış da hem. Kaşı gözü ortaya çıkmış.” “Çıkmasa keşke,” diyor içinden Münevver. Kara perçemleri alnına dökülse yine. Ara sıra arkaya atsa başını. Yeşil ela gözlerini kırpıştırsa. Bakmıyormuş gibi yapsa ama baksa gizlice. Gözlerini kaçırdığını görse Ali. Gülse. Gülse o da.

“Ali, Hatice’yi kesiyordu geçenlerde subaşında,” deyiverdi Nadire bir akşamüstü avluda kahve içerlerken. “Kesmez,” dedi Münevver. “Kesiyor,” dedi dudaklarını büze büze. “Sen, bana yalancı mı diyorsun?” İnanmıyorsan bu Pazartesi sen de git annenle dereye, çamaşır yıkamaya.” Gitti Münevver. Yapmasın diledi Ali. Bakmasın Hatice’ye. Kavlini tutsun. On sekiz yaşında verdiği kavli. “Başım sonum sensin,” diyerek bitirdiği kavli.

Vakit kuşluk. Hayvanları suya indirme vakti. Az sonra önce hayvanlar, onların peşinden de delikanlılar inecek dereye. Derenin kıyısındaki çimenleri kemiriyor suya inen hayvanlar. Daha susamamışlar belli ama bunun bir önemi yok gençler için. Onlar, dereye çamaşıra inmiş yavuklularını, sevdiklerini görmeye geliyorlar en çok. Anneler de farkında bunun. Ara ara içlerinden biri, “Yetmedi mi bu gariplerin içtiği su? Hadi çekin artık davarları. Suyu kirletiyorlar,” diye bağırıyor. Bağırıyorlar ama çok da ısrarcı olmuyorlar. Onlar da biliyorlar, köy yerinde bu işler böyle. Başka bir yol var mı ki gençlerin birbirini görmesi için. Sırf, öteki kadınlar bir şey demesin. Bak dünden gönüllü bunlar demesin. Kızının adı çıkmasın. Köyün en beğenilmedik oğlanına düşmesin diye, öyle yarım ağız.

Eh, hayat hep rollerden ibaret değil mi zaten? Gözleriyle suyun kıyısını tarıyor Münevver. Atları, inekleri. Koyu kızıl bir atın sağrısına yaslanmış Ali’yi görünce hop ediyor içi. Ali, Münevver’i görmüyor. Saçları hâlâ kısa. Sağ eli atın zincirinde. Sol eliyle üç numara saçlarını sıvazlıyor. Çamaşır yıkayanlara bakıyor kaşlarının altından. Gergin. Sonra çalılıklara doğru kaldırıyor bakışını. Hatice serdiği gömleğin orasını burasını düzeltiyor. Çarşafı silkeliyor Münevver üst üste. Hatice’ninkiler kadar olmasa da sallansın istiyorum memeleri. Çok değil ama biraz olsun sallanıyorlar işte. Gülümsüyor. Gururla Ali’ye çeviriyor bakışlarını. Ali onu görmüyor. Bakışları Hatice’de. Belli belirsiz kıkırdıyor. Hatice de kıkırdıyor mahcup! Alevden bir bıçak göğsünü yarıp geçiyor Münevver’in. Sendeliyor ama düşmüyor.

Alelusul serip bırakıyor çarşafı çalıların üstüne. “Acıktım ben. Eve gidiyorum,” diyor annesine.  “Höst, beni ye,” diyor annesi, tersleniyor. Daha da epeyce çamaşır var. Annesi kızıyor ama uzatmıyor. Bir Hatice’ye bir Ali’ye bakıyor kaş altından. Anlıyor.  “Hadi git boyu devrilmeyesice,” diyor ama sesi kırgın. Her akşam ellerine, sırtına masaj yapan kızına kıyamıyor. Köyün tozlu yolu uzadıkça uzuyor. Ayakları ağır. Bedeni ağır. Yağmursuz bir bulut Münevver. Dere iki göğsünün arasından akıyor şimdi. Dere, kıpkırmızı ve sıcak. Eve varmadan Nadire kesiyor yolunu. “Gel kız kahve yapayım sana,” diyor. Terden sırılsıklam olmuş avuçlarına yapışıp taşlığa sürüklüyor onu. Alnına ıslak bir yemeni koyuyor telaşla. “Yanmışsın güneşin alnında,” diyor.

Bol şekerli iki kahve yapıyor hemen. İkisi de konuşmuyor bir süre. Kahve boğazından geçmiyor Münevver’in. Su getiriyor Nadire. “Geçer,” diyor usulca. “Geçer. Az sabret.” “Seninki geçti sanki,” diyor Münevver. Mahzunlaşıp başını öne eğiyor Nadire ama bir şey demiyor. Şimdi ikisi de ağızlarında soğutuyorlar kahveyi. Herkes kendi acısında kömür. Gülfiye Teyze’nin terliklerinin şıpırtısı doluyor ansızın avluya. Yüzünün teri. Leğenlerin şıkırtısı. Yeni yıkanmış çamaşırların ıslak sabun kokusu. Yorgunluktan tık nefes. “Ne o kızlar,” diyor leğenleri dut ağacının dibine koyarken. “Yalnız mı içeceksiniz kahveleri.” Nadire kahve yapmaya geçiyor içeri. Gülfiye Teyze, Münevver’in yanına oturuyor. Nadire’nin başını yasladığı gibi yaslıyor onun da başını omzuna. “Kara kızım benim. Yahşi kızım benim. Üzme körpe yüreğini,” diyor sevgiyle. “Daha ne sevdalar gelip geçecek başından. Ali’yi hatırlamayacaksın bile, gör bak.”

“Dere, kurudu artık,” diyor kendi kendine, toz almayı bitirirken Münevver Hanım. Pencereleri ardına kadar açıyor. Şehrin en büyük parkından ardıç kokuları doluyor içeriye. Yeni yeni açmaya başlayan leylak kokuları. “Doğrusu akıllı adam çıktı şu benim adam” diyor beyaz yemenisinin uçlarını kaldırıp ensesinde bağlarken. “Akıllılık ettim kaynım Hasan’ı da Nadire’ye yaparak. Aşktan yana aç kaldık kalmasına ya, insandan yana yüzümüz güldü şükür. Evimiz barkımız yerli yerinde. Çocuklar desen, her biri kendi yuvasını kurdu. Dağı taşı özledikçe iyi geliyor parka bakmak.”

“Ne Ali kaldı şu dünyada ne Hatice. Bir ben bir de Nadire. Pencere gelini oldunuz, derdi rahmetli Gülfiye Teyze her geldiğinde. ”Kocalarınızın kıymetini bilin kızlar. Köyün kızlarının hepsinin gözleri üzerinizde. Aşkın karın doyurduğu yok. Bakın Hatice’ye. Beş çocuk hepsi birbirinden arsız. Koyun keçi bağ bahçe. Anasından emdiği süt burnundan geliyor valla. Ali’yi görecek gözü kalmadı kızın. Hem Ali de gizlice Velibeylerin gelinine gidiyor diye laf ediyor derede kadınlar. Allah vere de duymaya sülalenin erkekleri.” “Öyle miydi acaba gerçekten?” dedi yemenisinin kenarıyla boynunu yellerken. “Yoksa biz üzülmeyelim diye mi öyle derdi Gülfiye Teyze.”

“Çok kahve içtik, fal baktık ziyaretimize gelen köylülerimizle parka bakan pencerelerimizin önündeki yeşil berjer koltuklarda. ’Bahtınız güzelmiş bacım,’ dediler köyden gelip giden akranlarımız. Vitrinlerimize baktılar hayran hayran. Vitrinlerden hiç çıkarmadığımız kristal kesme bardaklarımıza. Geniş balkonlarımızda çaylar içtiler yele karşı püfür püfür. “Bir biz bulamadık şöyle şehirli, kibar birer koca,” dediler giderken. Biz sessizce bakıştık Nadire’yle. Sessizce iç çektik. Hiç çıkmayan fallarımıza sövdük kalp diliyle. Ben Ali’yi hayal ettim asfaltı döven yağmur sularında. O Medet’i. Geçmedi. Ne dere, dere oldu bir daha ne de atlar at.”

Zil sesi bölüveriyor Münevver Hanım’ın gündüz düşünü. Sinirlenmiyor hiç. Dökülen birkaç saç telini daha toplayıp yerden bastona yükleniyor. Dizlerinin gıcırtısını dinleye dinleye varıyor kapıya. “Issız çölün ince kumu,” diyor portmantonun aynasından yansıyan kınalı saçlarını görünce. Yeşil elbisesini giymiş bugün Nadire. Boynunda zebercet taşından dizdirdiği altın damlalı kolyesi. Zamanın değmediği kara saçlarını topuz yapmış yine. Gözleri. Ah, o ırmak pırıltılı gözleri. Onlar hiç değişmiyor. Onlar, hep yirmisinde. “Gül lokumu aldım kız,” diyor, yirmilik kızlar gibi kıkırdayarak Nadire. “Yakışır,” diyor Münevver Hanım buruk bir tebessümle. “Hem fal da bakarız,” diye devam ediyor kıkırdamasına Nadire. “Şöyle rüzgâra karşı. Bakarsın eskiler çıkar.” “Hıh,” diyor Münevver. “Hıh,” diyor Nadire de. “İlla bu dünyada olacak değil ya.”

 


Haber Kaynak : ÖZEL HABER

YÜREĞİR BELEDİYESİ OKULLARI YENİ DÖNEME HAZIRLIYOR

ÇOCUĞUNUZU 8 ADIMDA OKULA HAZIRLAYIN!

Birinci Sınıfa Başlayan Çocukların Okula Uyum Sürecinde Neler Yapılmalı?

BİLGİ EVLERİNE DEVAM EDEN 266 ÖĞRENCİ ÜNİVERSİTEYE YERLEŞTİ

Sınavlara Hazırlıkta Kayıt Dışı Kurumlara Dikkat!

ÇGC'DEN İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜNE ZİYARET

TEV'İN 2023-24 EĞİTİM YILI BURSLARI İÇİN BAŞVURU TARİHLERİ BELLİ OLDU!

SANKO Holding’den afete dirençli şehirler için tasarım kültürüne destek

LABEB, LAİK VE BİLİMSEL EĞİTİMİ SAVUNMAK İÇİN BİR ARAYA GELİYOR

CEGEM’den büyük başarı

SANKO ÜNİVERSİTESİNDE YÜZDE 100 DOLULUK ORANI SAĞLANDI

EĞİTİM-SEN'DEN BAKAN TEKİN'E ELEŞTİRİ

Yakın Doğu Üniversitesi Yapay Zeka geliştirdi

Uzm.Eğitim Danışmanı Gülbenk: “Depremzede Çocuklarla İletişim Özveri Gerektiriyor”

Adana Gençlik Merkezi’nde Permakültür Tarım etkinliği

Prof. Dr. Arıboğan:“Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler en parlak döneminde”

BİRİZ DAYANIŞMA DERNEĞİ,DEPREMZEDELERE YÖNELİK YAZ OKULLARI VE ATÖLYE ETKİNLİKLERİ BAŞLATTI

Tercihlerini ‘son dakikaya’ bırakan üniversite adaylarına öneriler

Antakyalı çocuklara bisiklet hediye edildi

"Yeni dünya, ‘çevreye duyarlı mühendis’ler istiyor!"

Prof. Dr. Süleyman İrvan:“İletişimin popüler meslekleri etkileyicilik ve deneyimleyicilik”

  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli