Tarih: 17.02.2021 15:28

Deneme: ŞAHİN TAŞ

Facebook Twitter Linked-in

Kürdan kuşlarını bilir misiniz? Timsahların dişlerinin kovuğuna bile yetmeyecek bu, ince bacaklı, uzunca gagalı kuşlar, ağızlarını ayıran timsahların dişlerinin arasına gagalarını daldırarak yiyecek artıklarını temizlerler. Ve timsahlar, o kuşları çerez gibi çıtır çıtır yiyebilecekken yemez; ağızlarını açar, dişçi koltuğundaki insanlar gibi uslu uslu bu temizliğin keyfini sürerler. Timsahlar rahatlarken kürdan kuşları da karınlarını doyurmuş olur.

Doğadaki dengeyi bozmamak gerek. O hassas dengeyi bozarsak, doğa bağışlamaz bizi, öcünü çok kötü alır. Şu korona günlerinde yaşadıklarımız, bunun en somut kanıtı değil mi? “Boğazından lıkır lıkır geçen şu suyun kıymetini bil” diyor bir şiirinde Oktay Rifat. Eğer değerini bilmezsek, gün gelir, içecek su, soluyacak temiz hava dahi bulamaz, canımızın derdine düşeriz.

Doğa söz konusu olunca “Kıyametin kopacağını da bilseniz elinizdeki fidanı dikin.” diyen İslam peygamberine de kulak verelim.  Bakın nerede bir ağaç görürseniz, böğrüne baltayı vurun, kökünden söküp atın; yerine de çirkin beton yığınları dikin! Şehirleri yaşanmaz hâle getirin!” demiyor. “Elinizdeki fidanı dikin!” diyor, anlıyor musunuz betoncular, ağaç görünce kırmızı görmüş boğa gibi saldıran, “yüreği nasır tutmuş” türediler!

İnsanoğlunun, hayvanoğlu mu deseydim, yok yok, hayvanlara hakaret olur, bugün yaptığı, Nasrettin Hoca’nın yüz yıllar öncesinde ifade ettiği gibi “bindiği dalı kesmek!”

Yaşar Kemal’in “Kuşlar da Gitti” romanı, adı ve bitirişiyle çok dokunur bana: “(…)önümde İstanbul şehrinin acımasızlığının, yitmişliğinin, kendi kendini, insanlığını unutmuşluğunun, çok şeyler yitirmişliğinin bir anıtı, yüzlerce kuş başından dikilmiş bir anıtı duruyordu.” Sait Faik’in “Son Kuşlar” öyküsünü çağrıştırır Yaşar Kemal’in bu romanı. “Son kuşlar” öyküsünün sonunda Sait Faik ne demişti, bir anımsayalım: “Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin içi kötü olacak. Benden hikâyesi.”

Attilâ İlhan’ın “kubbelerde uğuldar bâkî / çeşmelerden akar sinan” diye güzellediği İstanbul’un o tüm dünyaca bilinen siluetinin bozulması karşısında da insanın yüreği cız ediyor. Selim İleri, kendisiyle yapılan bir söyleşide çok satan kitaplardan söz ederken “Bugün okunuyor denilen Huzur, Kürk Mantolu Madonna, Tutunamayanlar’ı da belki ekleyebiliriz, ben bunların bile büyük bir içtenlikle okunduğunu, kavrandığını düşünmüyorum. Huzur okunsa ve gerçekten algılanmış olsa İstanbul mimarisi bu kadar korkunç bir halde olabilir miydi?(…)İstanbul’un silueti böylesine değişirken bu okurlar neredeydi?” diye soruyor. Selim İleri haklı. Dünyamızdaki kötü gidişe “dur!” demeyeceksek, “bu nice okumaktır?” Necatigil’in dediği gibi "Şu dünyada insanca yaşamak da yoksa / Ne kalıyor geriye, yüzyıllardan?"

İsmet Özel, bir şiirinde “Eve dön! Şarkıya dön!” der. Ben de diyorum ki doğaya dönelim, özümüze. İnsan olduğumuzu bir kez daha anımsayıp duyumsayalım. Orada, doğanın koynunda, “hişt, hişt!” diyen bir ses işiteceğiz Sait Faik’in aynı adlı öyküsünde dediği gibi, “Hişt hişt!”  Bu muzip, bu dost, bu bizi bize çağıran sesin çağrısına kulak verelim: “Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları. “Hişt hişt! Hişt hişt! Hişt hişt!

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —