Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


ZİNCİRLİ HÜRRİYET


yaşadım

yıldızlar şahidimdir

erik ağaçları şahidimdir

incir dallarına yürüyen su

yonca tarlalarından gelen nefes

yollar ve türküler şahidimdir.

                Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

 

                İyi ve güzel günlerinizde arayanınız da çok olur; soranınız da…

                Sizin için canını feda etmeye hazır arkadaşınız da çok olur; dostunuz da…

                Sakın aldanmayın buna!

                Yüksek bir koltuktaysanız eğer, kanmayın; inanmayın sakın, alkışların bolluğuna.

                Koltuğu bırakınca görürsünüz; kaç dostunuz, kaç arkadaşınız olduğunu. Doğa yasaları gibi her zaman ve her yerde değişmez bir kuraldır bu.

                Niçin mi söyleme gereğini duydum bunları?

                Anlatayım:

                1947 -1948 yıllarında Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’in çıkardıkları Markopaşa dergisi hükümetçe her kapanışında “Mâlumpaşa”, “Merhumpaşa” gibi değişik adlarla çıkar ama her yeni adla çıkışında okuyucu sayısı azalır.

                Aziz Nesin içerdeyken dergi yeniden kapatılınca, bu kez “Kırk Harâmiler”i anımsatmak için, “Ali Baba” adıyla çıkarmayı düşünürler.

                Düşünürler de para nerde? Peşin para vererek aldıkları matbaa makinesini satmaktan başka çare bulamazlar. Alıcısı çoktur ama para veren yoktur.

                Ve tam bu sırada, “Hükümetin mânevi şahsiyetine hakaretten” Sabahattin Ali için de tutuklama kararı çıkarılmasın mı?

                O yine de gizlenip saklanarak “Ali Baba”nın çıkmasını sağlar. Bu sırada “Sırça Köşk” romanı da yayımlanır.

                İstemeye istemeye, bulunduğu adresi bildirir emniyete. Polisler de alıp götürürler hapse.

                Neyse ki, bir hafta sonra görülen davada serbest bırakılır. Eşi ve kızı Ankara’da, O İstanbul’dadır. Ve yine Av. Mehmet Ali ve Adalet Cimcoz çiftinin evlerinde…

                Para suyunu çekmiştir. Beş kuruş yoktur cebinde. Bununla birlikte eski dost ve arkadaşlar da çekilmiştir çevresinden. Cimcozlar’ın dışında Mehmet Ali Aybar ve Serteller’den başka kimse yoktur görünürlerde.

                Yalnızca dergiyi çıkaramamak, yalnızca beş parasız kalıp eşini ve kızını güç durumda bırakmak değil, dün takdirle alkışlayanların, bugün yüzüne bile bakmamaları çok üzer O’nu.

                Matbaa makinesini satarsa, borçlarını ödedikten sonra, kalan para ile ortak bir kamyon almayı düşünür. Kamyonu olanlar, iyi para kazanmaktadır; o yıllarda.

                Doğru ya, yazı yazmakla ev mi geçindirilir, kira mı ödenir, kızı Filiz’in okul masrafı mı karşılanır?

                Daktilo öğrenmeye başlar. Belki bir sekreterlik işi bulurum diye.

                Kamyon işini açınca can dostu Av. Mehmet Ali Cimcoz’a, “Aa!.. Bir müvekkilim var; tanırsın, ressam ve heykeltıraş Melek Celal Sofu… Birkaç gün önce, böyle bir niyetten söz etti. Biraz parası varmış. Kamyon işine girmek istiyormuş.” demesin mi?

                Eşi Adalet Hanım da, “İyi ya işte. Tanıştır. Kadın sermayeyi koysun; Sabahattin de işletmeciliğini yapsın.” deyince, Mehmet Ali Bey telefon açar hemen. ‘Düşüneyim’ der; Melek Hanım.

                Parasızlık bir yandan, mahkeme öte yandan… Ya hapse girerse yine!..

                Neyse ki, 50 gün ceza verirler bu kez. İndirim ve peşin yattığı 12 gün çıkınca, 28 gün kalır geriye.

                Bu arada matbaa makinesi satılır. Tüm borçlarını öder. Bin lira kalmıştır elinde. 100 lirasını kendine ayırıp 900 lirasını eşine gönderir hemen.

                Ve güzel bir haberle döner; Avukat Mehmet Ali Bey eve. Ressam Melek Hanım, kamyon alacak kadar para vermeyi kabul etmiş.

                Eee, kutlanmaz mı şimdi bu güzel haber! Rahatlamış olarak gider Ankara’ya. Çok özlediği eşini ve kızını doya doya öper.

                “Ankara merkezli bir taşıma işi yapacak ve her gelişimde en az bir gün kalacağım evde.” diye verince müjdeyi, aylardır baba özlemiyle yanıp kavrulan kızı Filiz’in sevincini görmek nasıl da mutlu eder O’nu.

                Uzun zaman sonra Ankara’ya gelmişken, askerlik arkadaşı Avukat Niyazi Ağırnaslı ile buluşmasın mı? Arkadaşı ille de evlerine götürür. “Annem ve Ablam da çok severler seni. Tanımak isterler.” diye.

                İşler iyi gidiyor derken, kamyon sahibi Melek Hanım, Avukat M. Ali Cimcoz’un ofisine gelip:

                “Bula bula bir komünisti mi buldun, kamyonu işletecek? Olmaz bu, kesinlikle olmaz. Emniyet 6. Şube Müdürü de olmaz diyor.” deyip resti çekmesin mi?

                Ne desin avukat bey? “Sen bilirsin. Kimi istersen onunla çalış.” dese, Sabahattin Ali’ye ne diyecek?

                Şöyle der, olmaz; böyle der, olmaz. En sonunda, “İstersen kamyonu eşim Adalet Hanım’ın üstüne yaptıralım.” deyiverir.

                Önce şöyle bir düşünür; ressam hanım, sonra “Olur, olur o zaman işte!” der.

                Ne demişti polis müdürü; “Kamyon sahibi olarak, başın derde girer.”

                Başı derde girmeyecek olduktan sonra, sorun değil!..

                Avukat Mehmet Ali Cimcoz’un, Sabahattin Ali’nin iyiliği için, canla başla onca uğraşıp durmasına nasıl saygı duymazsınız!

                Her iş dışardan kolay görünür. Kamyonculuk da öyle… Gerçekten kolay mıdır kamyonculuk; bakalım. Sabahattin Ali’nin 13 Mart 1948 günü eşine yazdığı şu mektubu okuduktan sonra, siz karar verin:

                “Çok Sevgili Karıcığım;

                Bin bela ile bir haftada İstanbul’a gelebildim. Kızılcahamam ile Düzce arasında, yani Bolu Dağı ile Gerede arasında çok zorlandık. Kara saplanıp gece dağ başlarında pek perişan olduk. Şoför mahallinde uyuduk; az kalsın donuyorduk. Üstelik İzmit Dağı’nı da kar sarmış; buradan geçerken makas, yani yay kırdık.”

                Mehmet Ali Aybar, “Zincirli Hürriyet” adlı bir gazete çıkarmak üzeredir. Bir ara Demokrat Parti Genel Başkanı Celal Bayar, Aybar ve Serteller’le konuşup iktidarın hegemonyasına karşı giriştikleri mücadeleye destek vermelerini ister.

                Fakat kısa bir süre sonra, nedendir bilinmez, sosyalist aydınlarla ilgisini tamamen kesen DP, solcu muhaliflere iktidar partisi CHP’den daha çok düşmanca davranır.

                Elbette öyle yapacaktı! Öyle yapmasa süper güç ABD’nin desteğini nasıl kazanacaktı?

                Bu arada Zincirli Hürriyet, her türlü engeli aşıp 5 Nisan 1949 günü yayımlanır. Birkaç gün sonra da yazarı Sabahattin Ali ile sahibi ve yazı işleri müdürü Mehmet Ali Aybar için dava açılır.

                Mahkeme, Zincirli Hürriyet’i hemen kapatır. Ne zincirli, ne zincirsiz, hürriyete gerek yoktur; bu memlekette çünkü!

                Haksız mı, bu kararı veren mahkeme?

                Adalet Bakanı, Başbakan ya da Cumhurbaşkanından emir almıyorlar ya! Biliyoruz ki, hâkimler bağımsızdır. Onlar, kanunlara ve özgür iradelerine göre hüküm verirler!

                Yazarımız Sabahattin Ali’nin, 26 Mayıs 1949 günü yargılanmasına karar verilir.

                “Bir yazıdan dolayı ceza alır mı?” diye mi soruyorsunuz?

                Çok hoşsunuz! Muhalif yazarlara da ceza vermezlerse, ne iş yapar mahkemeler? Onca cezaevi bomboş mu kalsın yani?

               

                                                                                                                              Hüseyin Erkan

                                                                                                     huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

YAZARLAR

  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9716,77%-0,05
  • DOLAR

    32,47% -0,17
  • EURO

    34,91% 0,40
  • GRAM ALTIN

    2434,93% 0,50
  • Ç. ALTIN

    3991,84% -0,04