ALİ TAŞ ADN.


“Yüreğimin Kuytusundaki Cennet/Cehenenem-Kozan”(*)


Çetin Yiğenoğlu, bir yazara özgü güçlü kaleme sahip olma yetisinin yanında, çağının tanıklığına özgü aydın gazeteci/yazar olma özelliğini de koruyan bir romancıdır. İnceleme/araştırma, deneme, roman türlerinde yapıtlar veren Yiğenoğluu’nun  “Şeriatçı Şiddet ve Ölü Ozanlar Kenti Sivas”, ”Başkan” ve “Kumpas” gibi inceleme/araştırma kitaplarının yanı sıra, konusu Adana ve Toroslar’da geçen “Haydar’ı Öldürmek” ile “Kırmızı Koku” adlı yapıtları üstüne yazmıştım.  Röportaj, inceleme, derleme, masal, anı, deneme, öykü ve roman dallarında yapıtlar veren Yiğenoğlu’nun, bir yazar olarak kitaplarıyla Çukurova coğrafyasını bütünleştirmeye çalıştığı gözlenmektedir.  Araştırma ve romanlarla bütünleşen bu izleğin  mitolojiden geleneğe, folklordan sanata uzanan özdeşliğinde nitelik çizgisini netleştirdiği görülür. Bu nedenlerledir ki, “Yüreğimin Kuytusundaki Cennet/Cehenenem-Kozan” adlı yapıtına da bu gözle bakıldığında düşle gerçeğin, gerçekle anının, halkbilimle araştırmanın, denemenin, romanın yer yer daha bir öyküleştiği tadına varılır. Aileden gelen tarihsel boyutlu olay ve etkilerle yer yer savunu, iç dökme, naiflikle deneme dönüşümünü yaşayan, antik çağlara uzanan tarihsel boyutlu anısal yapıtın sanatsallık yanında; yaşanmış olayları gündeme getirmesi yakın tarihle, uzak tarihi birbirine bağlayan bir noktaya düğüm atma özelliğiyle de yazarın penceresinden belgesel fotoğraflarla verildiği görülür. “Yüreğimin Kuytusundaki Cennet/Cehenenem-Kozan” adlı yapıt “Düş”, “Arayış”, “Dönüş” ve “Derleniş” gibi dört bölümden oluşmakta; kitabın son bölümünde “Kozanca sözcükler”, “Kozan’ın taşınmaz kültür varlıkları”, “Soy zinciri”, “Fotoğraflar”, “Kaynakça” ve “dizin” gibi bölümler de yer almaktadır.  
*TOROSLAR  VE YAŞAR KEMAL
Yiğenoğlu’nun daha önceki romanlardaki yöreselliği, Toroslar’ı iyi görselleştiren bir yazar olduğu Bu özellik burda da karşımıza çıkıyor…“Yüreğimin Kuytusundaki Cennet/Cehenenem-Kozan” adlı yapıtında da karşımıza çıkıyor. Kendi değinisine göre, ruhunun kaleydoskopundan bakıyor Toroslar’a…
“…Kardondu’dan yekinen kartallar, palanlı kargalar, kelkergezler türlü alıcı kuşlar dupduru göğün derinliklerinde dönenmeye başlardı. Atmacalar, şahinler, doğanlar arada arada bir kanatlarını yumup toparlak bir kurşun gibi avlarına saldırmasalar, gökyüzünde hiç kanat çırpmadan öylece duruyorlar sanılırdı… Kızılkaya yeliyle hafifçe ığralanan mor çiçekli yarpızlarla sarı navruzların üzerinde rengârenk kelebekler uçuşurken irili ufaklı arıların vızırtıları bin  bir türlü kuşun cıvıltısına karışırdı… Kekliklerin gubak gubakları, karatavukların vırak vırakları, çam cırrıklarının vıcırtıları doldururdu dünyayı… Tibililer, serçeler, sarı başlı, boz başlı, kara başlı üzüm kuşları, üveyikler, alağbaklar, dırralar öküz sidiği kadar akan bir derenin yanında boy vermiş akkavakların, kuşburnu ya da böğürtlen zıncarlarının arasında oynaşı oynaşı sabah yeyintisini arar, sayısız  galle artık meyvesi olgunlaşmış cevizin acı kokulu gümrah dallarında oynayıp dururdu…”(s.21)  
Çetin Yiğenoğlu’nun yapıtında Yaşar Kemal de yaşanmışlıktaki yerini alır…. 
“Öyle bir cezaevi ki tanımlanır gibi değil, ünü dünyayı sarmıştı…” diyen yazar, Yaşar Kemal’ın, Kozan hapishanesini anlatımına yer verir:”…Böyle bir hapishane, belki dünyanın hiçbir yerinde yoktu. Kozan’ın kayalıkları arasında yapılmış yüksek surlu bir dam, basık mı basık.  Kırk kırk beş derece yaz sıcağında cehennem gibi…” (s.245)  
Kimi gün jandarmalardan alınan izinle hapishane içine bakıyorlardı. Belki de onu da görmüştü. O dediği Yaşar Kemal’dı…
Büyükannesine gazeteci olmak istediğini söylediğinde “Git, Kör Kemal’ı gör, selamımı söyle, sana yardımcı olur.” der. O ise, ünlü yazarın Kör Kemal ya da Kemal Sadık Göğceli döneminde değil de Yaşar Kemal olduğu dönemde onunla tanışıp, selamını ilettiğinde, “Kozan hapishanesinde yatarken çok çepelimi yudu Zeynep Hatun.”der…”Onun  bir de Kadirli’de kardeşi vardı, Remzi Bey… Dostumdu. Onun da çok yardımını gördüm. Böyle güçlü bir insan, böyle güçlü bir kişilik az tanıdım.. 1930’ları düşünün… Toroslar’da bir adam kucağında mavzeri, başının altında Marks’ın Kapital’i…” (s.246-247) “Remzi Bey, Remzi Özdemir, Eski Kozan Garnizon Komutanı Yüzbaşı Remzi Bey inandığı haklı bir kavga uğruna apoletlerini sökerek yaklaşık otuz silahlı adamıyla dağa çıkan Remzi Bey.” (s.273) “Kendisi sormadığı için  Remzi Bey’in eşinden (Remzi Bey, İnce Memed’in esin kaynağı olan Safiye Memed’in anılarını Yaşar Kemal’e anlatırken geceler boyu çay, kahve getiren Kadriye Hanım) söz edemedim… Dolayısıyla eşi hakkında konuşan bazı kişilerin ona “Eşkıya Remzi Bey,” demelerine alındığını, bu nedenle Kadriye hanımın “Eşkıyadan bey, beyden eşkıya olmaz.” dediğini de anlatamadım. O çepelleri Zeynep hanıma götüren, her akşam her akşam sefertasıyla hapishaneye yemek getiren güler yüzlü, sevimli, hoş insanın babam olduğunu da söyleyemedim… Ama Yaşar Kemal büyükannemle babama borcunu ödedi… Benimle birkaç karşılaşmasında dolaylı biçimde bu işin (yazmanın/edebiyatın) gizinin disiplinli çalışmak olduğunu bir güzel anlatarak aydınlanmamı sağladı.” (s.246-247)  
*ÇETİN YİĞENOĞLU
İnsanların gelip de yorulmaması için, yaşamının on sekiz yılını geçirdiği Kozan’da gömütlüğünü istemeyen Çetin Yiğenoğlu, Kurtoğlu ve Yiğenoğlu ailelerinden gelir. Annesinin babası Halil Bey Kozanoğlu’na uzanır.  Dedelerinin yaklaşık 5 bin, 15 bin dönüm kadar toprakları vardır. ”Çukurova’yı temsilen Sivas’a giderek Mustafa Kemal’le görüşen üç Kozanlı’dan biri olan Kurtoğlu Hulisi yazarın annesini babasıdır (s.183)… Kurtuluş Savaşı Gazisi, Kurtuluş Savaşı’nda Kozan Grup Komutanı ve İstiklal Madalyası sahibi Kozan Eski Belediye Başkanı Hulisi Kurtoğlu Kozan Belediye Başkanlığı yapmıştır. Onun babası Kurdzade Hacı Mehmet Efendi de en uzun süreli başkan olarak Kozan’da 27 yıl Belediye Başkanlığı yapmıştır. (s.297) 
Yazarın annesinin babası olan Kurtoğlu Hulisi yaşamını yitirdikten sonra ona şu ağıt yakılır:
“KURTOĞLU AĞITI” 
Bedir’in patosu iniler
Yaraların hep yeniler 
Kurtoğlu Hulisi Efendi 
Kuş öter tazın siniler 
*** 
Gavurlar yaylına bindiler 
Patosla tarlanı gezdiler 
Ayan olsun bire beyim 
Malı mezata yazdılar 
*** 
Sandığını yer eyleyin 
Tomofolin köşesine 
Söz anlatır benim beyim 
Fransız’ın paşasına 
*** 
Nasıl bozuluyor düzen
Ankara’da ferman yazan 
Duyar da yasını çeker 
Bire beyim senin Kozan  (S.278) 
Hulisi Kurtoğlu içerdeyken Camızağalı çiftliğini kayınbiraderi Ahmet Cevdet Çamurdan Ceyhan icrasından alarak kendi adına tapu ettiği söylenir. (s.279) Hulisi Kurtoğlu’ndan sonra ailenin idaresi eşi Zeynep Hatun’a geçer. Büyükanne Kozan’a İmam Hatip Lisesi ile adıyla anılan, çifte minareli Zeynep Hatun Camii’ni yaptırır. Aile varsıldır ama yaşam düzeyi de pek iyi değildir Yiğenoğlu’nun… Şakacı baba,  “Bir kahkaha bir pirzolaya bedel” derdi eve et getiremediği günlerde… Sonra kalkar beni gıdıklayarak güldürürdü. Gülmekten kırılayazdığım an, “Eh, bu günlük bu kadar pirzola yeter,” derdi sonra, “sil bakalım ağzının kıyısından akan yağları…” Tuhaf, ama pirzola yemiş gibi olurdum. Babam bize böyle çok pirzola yedirdi…(s.188)    Baba hayali pirzolacı olduğu gibi, onun yokluğunda anne de yokluğu gururla gölgeleme çabasını sürdürecektir… Çetin Yiğenoğlu 12 yaşında babasını kaybeder. Kardeşleri Halil (8), Kâmil (4) yaşındadır. Terzi annenin geçimlerini sağlama çabası, her ay ki yapılan işlerin parça başı toplanıp, verilecek paradan düşüldüğü bir aile yardımı ve yenilen turşu suyuna banılmış bayat ekmeğin üstüne, “Şimdi sokağa çıktığınızda arkadaşlarınızı görünce bu yediklerinizden bahsetmeyin sakın! Hatta, onları görünce elinizin tersiyle ağzınızın yağını siliyormuş gibi yaparak pirzola yediğinizi söyleyin.”(s.63) diyen bir gururlu bir baş eğmezlik. 
Yiğenoğlu, Kozan Orman Müdürlüğü’nde sürveyan yardımcısı olur lise sonda.  Daha sonra, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ni yedek listeden kazansa da mühendislik gibi bir bölümü okuyabilmek için ailenin isteği üzerine Ankara’ya gider (1966). İnşaat mühendisliğine ısınamadığı gibi, çalışıp para kazanacağı iş de bulamadığı için Ankara’da tutunamayarak Kozan’a döner. Ardından da İstanbul Gazetecilik Yüksek Okulu’nu bitirir.(s.73) Yüksek öğrenim sonrasında 200 dönüm kadar tarlayla tasarladığı çiftçilik girişimi reddedilir (s.67). Milliyet gazetesinde çalışır. (1980) İstanbul’dan, Ege Bağatur Belediyesi’ne Yazı İşleri Müdürü olarak geldiğinde genç bir gazeteci olarak (s.61) olarak Adana’da yerleşir. Sonrasında, Ekspres ve Cumhuriyet gazetelerinde çalışır. İki dönem (1991/1995) Çukurova Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığını yapar. “Çukurova Sanat Günleri” etkinliğinin kurucusu olur.(2009) 
Yazarın lise yıllarındaki sosyalliğinde sanatın önemli bir yeri vardır… Şiir yazar, özel günlerde şiir okur; tiyatroyla ilgilenir…”…Keşanlı Ali’de yardımcı bir rolle başlayan tiyatroculuk serüvenimi Pusuda, Ormanda, Ayyar Hamza gibi oyunlarda başrol oynayarak sürdürüyordum…”(s.212) Şiir denince, çocukken ağaca çıktığında, köken olarak, okuduğu şu maniyi de atlamamak gerekir: 
Anamın ilkiyim 
Dağlarda tilkiyim 
Dur koca yağmur dur.
Es koca poyraz es!. 
Genç yaşta kaybettiği kardeşi Halil için şiir yazar.( (s.238-239)
Soğuk, kör karanlık gecede doğmuştun
Sanın kadersizdi. 
    ama hiç ağlamamıştın,
             ağlayamamıştın
Yoksuldun,
ama engin daldan murt,
        pis yerden et yemezdin
Okumamıştın,
    ama gerekmediğini kanıtlamıştın,
        insan olmak için okumanın
Acılarını sevgiyle damıtmıştın
Korkusuzdun,
    ama kavgadan kaçardın   
Alçaklıkları bile sevgiyle karşılardın 
Anlatılıyor şimdi, silahı sevgi yiğitliğin
Henüz aşmıştın yolun yarısını  
Hızlı yaşamamıştın, 
    ama genç öldün
Yiğitçe gittin ölüme 
Cesedine vurmuştu acıların rengi 
    ama öyle ak, öyle aydınlıktı ki yüreğin  
Ölmemesi gereken bir güzelin sandın. 
            Çetin Yiğenoğlu
Yazarın, mağarada bulduğu, pınarı tıkayan M harfi simgeli kolyenin peşinden sürüklendiği duygulanımla ilk romanı olan “İnokin”de, evlerinin içinden geçen pınarın buluşma yerinde aşklarını yaşatan rahibe Maria (Morphia) ile bir Türk gencinin aşk öyküsü yer alır… Manastırdaki tünelden pınara gelen Maria sonunda yakalanarak recm edilir(s.199). Halk kiliseye tepki olarak, rahibenin kanının da karıştığı pınara “Morphia Pınarı” (”Aşk Pınarı”) demeye başlar. (S.198/199)  

*KOZAN-GELENEK-FOLKLOR
Goethe’nin:”Üçbin yıl sonrasını düşünmeyen insan günübirlik yaşıyor (s.13) sözünden esinlenerek, Mezopotamya-Mısır vurgularından sonra 3. Delta neden Çukurova olmasın diyor… Kozan’ın Çukurova’nın önemli bir metropolitan merkezi olmasından dışlanmasınıu tarihsel örnekleriyle çürütmeye çalışır yazar. “Özgür Kozanlılar” ve Tarkondimotos ile Çuurova’da tarihsel etkisi bulunan Mitraizm dininden söz eder.  Başta Çukurova ve Toroslar olmak üzere Anadolu d 38 bölgeyi inceleyerek “…540 bitki yaklaşık bin kadar bitkisel,hayvansal,madensel maddenin morfolojik, formokolijik, toksokolojik özelliklerini verdi. 475 tıpsal kullanışını, 350 de tıpsal etkisini anlattı…” (s.127) Anavarzalo Doktor-Eczacı Diosorides gibi Kozan’ın ünlü tarihsel kimliklerinden (s.127), oldukça ilginç yaşamı olan  Kozanlı Saint Simon’dan söz eder.  (M.S. 389-459) Kozan doğumlu (M.S. 2 yy.) Şair Oppianus, (Halieutuka-Balık Avı), ya da Halietuka ya da Kynegetika (Avcılık Üzerine) adlı eserlerin yazarı. Yunanlılar “Grek Şairi” diye sahip çıksa da onun aslında Kozanlı olduğunu belirtir.  Yazar, ilerleyen satırlarda M.Ö. bir tarihte olimpiyatta şampiyon olan, henüz adı öğrenilememiş. (s.248) Kuşkusuz ki Kozan doğumlu sayısız ünlü isim var. Ayıca, Menemen şehidi Kubilay’ın da Kozan doğumlu olduğuna değinmeye bilmem ki gerek var mı?
“Sarhoş Şehir”(1946) Kozan için kullanılsa da Gazeteci-Yazar Nihat Tangüner’in 11. ya da 14. yüzyılda İskenderiye-İskenderun-Kozan arasında geçen ve Kozan’da birçok evde bulunmasına rağmen kimsenin kimseye vermek istemediği, Çetin Yiğenoğlu’nun da sonuçta Milli Kütüphane’den ancak fotokopisini elde edebildiği 192 sayfalık bir romandır. (s.96)   
Anavarza-Kozan Doğu Klikya’nın merkezi olduğu; 1052 metre yüksekliğindeki Karasis kalesinin dünyanın en yüksek 10 antik yapısından biri olduğu(s.174); devletin verdiği söz üzerin teslim olan 36 eşkıyanın Kozan’dan Adana’ya götürülürken Tırmıl’da kurşuna dizildiği (s.90); Galip amcasının yanında kunduracı çırağı olarak çalışan Eşkıya Çıplak Omar’ın (Ömer) ona düşmanlık beslemesi; Adana “kaçkaç”ının ilk olmadığını, Arap saldırısı (M.S.171) karşısında Kozanlılar’ın Toroslar’a kaçtığına değinirken, tarihte birkaç kez yaşandığı (s.137); iktidarını pasif bulduğu babasını çadırda boğarak iktidarı ele alması gibi çirkin bir şöhretin tarihe servis yaptığı Çadırcı Mehmet Paşa’nın, daha sonra, Çukurova’yı istila eden İbrahim Paşa’yı yendiği; İbrahim Paşa’yı yenen bir diğer isim Kozanoğlu Beyi’nin yazarın babaannesinden büyük büyük dayısı olduğu (s.149); ayrıca, “Hemşire Satsneferu” adı verilen 50 santim boyutundaki heykelin 1882 yılında Tepebağ höyükten çıkarıldıktan sonra ABD’ye kaçırıldığını ve halen Newyork’taki The Metropolitan Museum”da bulunduğu da yöreye ait ilginç notlardan bazıları. 
Adana-Tarsus-Anavarza spor karşılaşmaları, aynı zamanda Anavarza’nın olimpiyat beratı alması Kozan-Kadirli geçimsizlik söylencesinin antik kökene dayanmasını soru işaretlerine bağlamaktadır. Yazar M.S. 193’de yapılan iç savaşta yan tutan Anavarza’nın, dönemin önemli bir prestij olgusu sayılan, kente  “İmparator kültü” yerleştirilmesinin yanı sıra,”metropolis” olma hakkı tanınmasının, bir diğer tarafı tutan Tarsus’un ise kaybetmesiyle sonuçlandığını belirtmektedir.  (s.134) Çukurova camızlarının kökeninin ise M.S.743-744 yıllarındaki Arap işgaline dayandığı düşünülebilir… “…İşgal sırasında başta arslan olmak üzere ovadaki yırtıcı hayvanlarla mücadele etmek için Halife 2. Velid ile 3. Yezid döneminde camız sürüleriyle birlikte Hindistanlı Az-Zutt kabilesi de Anavarza’ya getirilmiş.”(s.140) Böylelikle camuz yörede yaşamaya, kullanılmaya  başlanmış. (s.142) Hatta, tarihsel uzantılı olarak Kozanoğlu döneminde yörede Ermenilerle kurulan dostluk sonucunda, Rusya-Kudüs-Kozan gibi dünyada üç merkezde üretilen Hiristiyanlığın kutsal yağı pelesenk kazanı açma gibi onurlu sayılan bir ritüelde yer almak için yapılan açık arttırmayı yazarın dedesinin babası Hacı Mehmet Kurtoğlu kazanmış. (s.141)
Adana’nın yakın tarihinde yer alan bir olay…  Yazar, eski Adana Valilerinden olan (1880-1884) Abidin Paşa’nın torunu Rasih Nuri İleri ile bir röportaj yapıyor… Osmanlı döneminin Adana valisi Abidin Paşa’nın (1880-1884) yaklaşık 5 yıl kaldığı Adana valiliği döneminde, “Rasih Nuri’nin anlattığına göre 19. yüzyılın ikinci yarısında Abidin Paşa, mutemet adamları aracılığıyla Çukurova’da tam 650 bin dekar arazi satın aldı…”(s.144) ifadesi de yer almaktadır. Sinemacı-Yazar Arif Keskiner’le yaptığım bir röportajda 650 bin dönüm kadar Abdulhamit adına satın alındığını, Abdulhamit’in 50-60 bin dönüm de kendin için al” dediği aklımda kalandır. Tabii kendi için almış mı onu da bilmiyorum. 
”Azganların açımı/Kızların kaçımı”(s.22) ile ”Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi” (s.183)  gibi yöredeki tekerlemelere de yer verildiği yapıtta;  “Bir başka tevir yekinir (s.23), ”Bu dağların kadısı katran, müftüsü çamdır.”(s.25), ”İmi timi bellisiz” (s.221), “tığ teber, şahı merdan dımdızlak” ortada kalmak (s.76) ve ”Tehhooo, yeme de yanında yat.”(s.240) gibi yöresel dil ve konuşma vurguları ile Burundan dene çektirme (Genze kaçan bakliyat tanelerinin çektirilmesi (s.82), “İslim(istim) üstünde olmak”(Hemen gidecek durumda olmak.-s.83) gibi deyimlerin yanı sıra; “bet bereket (s.23), “nemneşeal - nasıl - (s.23), “delifarlaklaşır sağıray-güz-(s.24), mafraç (Yatak, yorgan, battaniye, kilim, çul. (s.54), cızzan - cızzak (Büyük ölçekli oyuncak- (s.55), Odahayması (erkeklerin oturduğu bir tür kahvehane, çardak-s.57), fortçuluk, kuşbüzzüğü dayağı (s.58), “tufeyli”(asalak) s.79, “çont”( ele, kola inen inme-s.80), “telbizden” (televizyon-s.81), “çömçe”(Ağaç kepçe), “Şeytan ameleleri”: Boş işlerle uğraşanlar(s.85), “kalamak”(Köknar), “hopur”(Yayla damında yakılan ateş), “Hergelebac”(Sürü vergisi), ”Avil”-Avel-(Aptal-s.182), “cındırık” (Etin siniri -s.188), *”Eya (Kaburga/sözün eyası-s.188, *”Çarkıt” (Eski -s.217), ”Karız”(Tarihsel kökenli su tüneli:“…tanrı dağlarındaki yer altı kaynaklarından Turfan’a su getiren, çölün altında 110 metre derinlikte, toplam 5 bin kilometre uzunluğundadır…”-s.191) gibi 
Yoğurtun yoğlaşması için pınar koyağına konulması, en etkili bir zehir olarak bilinen incir yaprağı sütünün hayan sütüne damlatıldığında, akrep sokmalarında en etkili panzehir olması; yörede bulunan kızılcık kirazını andıran zehirli bir meyvenin suyunun süte damlatıldığında telemeye dönüşüm sağladığı da.(s.18) yapıttaki yöresel, geleneksel yaşam biçimlerinin izlerindendir. Söylenceler üzerinden giderek varılan akıl yürütmeyle, Gılgamış ile Enkidu’nun sediri Toroslar’dan kestiği sonucuna varan hatta bunu,Toroslar’daki yaşamı anlatan “Haydarı Öldürmek” adlı romanına taşıyan Yiğenoğlu; Nuh’un gemisine adres olarak da Toroslar’ı gösterir. (s.26) 
Kitapta yer alan Kozan-Kadirli yılan söylencesinin de böyle bir fıkrasal özellikteki halk üretimi olduğunu düşünülebilir. Özellikle zeki ve komik kişiler bunu ortaya atmış, halk arasında da söylenen söylene yayılmış olabilir. Gelmediyse eğer, bu tip halkbilim zenginlikleri bir kitapta bir araya getirilebilir. Kitapta, Kadirli-Kozan esprisi üzerine bir fıkra da yer almaktadır.  
Bu da şöyle.,, “Andırınlı’nın biri Kozan’da bir kazan yaptırmış. Ustaya borcunu ödemiş, kazanılıp tam gidecekken bir de bakmış ki kazanın kulpu yok… ”Usta”, demiş, “hani bunun kulpu?” Usta, hiç oralı olmadan, “Sen Andırınlı’ydın değil mi,? diye sorarak adamın onayını beklemeden, “ister istemez yolun Kadirli’den geçecek… Elinde kazanla seni gören Kadirlililer nasılsa sana bir kulp takar, merak etme” demiş. (s.137)  
Karatepeli fıkraları var bir de tıpkı Karadenizli örneğinde olduğu gibi yöresel bir şey… Bunların da yaşanan bir olaydan kaynaklanan anekdot olabileceği olasılığının çok az olduğunu, sözel edebiyatın, halkbilim olgusu olarak halk tarafından üretilmiş olabilir. Sözel edebiyatın etken olduğu süreçte masal gibi halkı eğlendirme, dikkat çekme, dinleyeni güldürme gibi çeşitli kazanım mesajları da olan özellikleri bulunmaktadır. Büyüklerimizden çocukken dinlediğimiz bir örneği var ki hiç unutamam: Karatepeliler bir havuzun çevresinde ayaklarını suya salarak oturuyorlarmış. Beriden bir atlı gelmiş. Konuşmuşlar bir süre falan böyle ayakları havuzun suyuna salınmış olarak. Sonra atlının dikkatini çekmiş, demiş:”Siz niye ayaklarınızı sudan çıkar mıyorsunuz?” Onlardan biri de:”Ayaklarımızı bulamıyoruz” demiş. “Haaa öyle mi? “ demiş atlı… Kırbacını çıkarıp birkaç tane sallayınca çil yavrusu dağılmışlar. Kaçarken de, bir yandan, “Allah senden razı olsun, ayaklarımızı bulduk” diyorlarmış.
  
*(Yüreğimin Kuytusundaki Cennet/Cehenenem-Kozan/KOZVAK Yayınları-2. Baskı/Ocak 2010/406 sayfa)

YAZARLAR

  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • BIST 100

    9698,89%0,56
  • DOLAR

    32,55% 0,03
  • EURO

    34,84% -0,06
  • GRAM ALTIN

    2431,37% 0,07
  • Ç. ALTIN

    4017,93% 0,00