Can UĞURATEŞ-Sırası Geldikçe


YENİ SİSTEM VE BÖLGESEL GELİŞMELER


Türkiye Cumhuriyetinin yönetim sistemi, 24 Haziran seçimlerinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın yeniden Cumhurbaşkanı seçilmesiyle, parlamenter sistemden, Cumhurbaşkanlığı sistemine dönüştü. Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın, Mecliste yemin etmesinin ardından Anıtkabir´e gitmesiyle başlayan süreçte, Cumhurbaşkanının Anıtkabir Özel Defterine yazdığı, ?Cumhuriyeti,  100´üncü yıldönümünde, hedefleriyle buluşturmaya kararlıyız.? sözleri önemli.

Yeni yönetim sisteminin Bakanları da bizzat Cumhurbaşkanı tarafından açıklanırken, bakan sayısının 16 olarak belirlenmesi, sadece 1 Cumhurbaşkanı yardımcısı atanması, yeni atanan bakanların liyakat seviyeleri, bakan yardımcılarının statüleri ve yeni sisteme yönelik yapılan ilk değişiklikler, doğal tartışmalarla birlikte olumlu görünüyor.

27 Mayıs 1960´da yapılan darbeyle Silahlı Kuvvetlerin yönetime el koymasının ardından, 1961 Anayasası ile 1950 seçimleri sonrası yapılan uygulamalarla tamamen siyasetin içine girdiği gerekçesiyle, Milli Savunma Bakanlığı (MSB) bünyesinden çıkarılarak, doğrudan Başbakanlığa bağlanan Genelkurmay Başkanlığı da gayet ılımlı ve TSK içinde sorun yaratmayacağı değerlendirilebilecek bir yumuşak geçişle, yeniden MSB´ye bağlanıyor.

15 Temmuz sonrası, çok da hazırlıklı olmadığı anlaşılan tedbirlerle, Genelkurmay Başkanlığı Başbakanlığa, Kuvvet Komutanlıkları ise MSB´ye bağlanarak, ortaya garip bir yönetim modeli çıkmıştı ki TSK, geleneklerine bağlılığı ve disiplin anlayışıyla kendini yeniden toparlarken, hem yurt içinde terörle mücadelede kararlılığını sürdürdü hem de bitti bitiyor denilirken yaptığı Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyonlarıyla, her şeye rağmen dimdik ayakta olduğunu gösterdi ve önemli bir bölgesel güç olduğunu ortaya koydu. Şimdi yeniden değişen komuta bağlantısıyla, yeniden bütünlüğüne kavuşurken, Milli Savunma Bakanı olarak eski Genelkurmay Başkanının atanmış olması, olası birçok sıkıntıyı, gerginliği önleyecek gibi. Çünkü geleneklerine bağlı yetişmiş bir Silahlı Kuvvetlerin başına, askerlikle ve ülkenin dış güvenlik ihtiyaçlarıyla hiçbir ilgisi olmayan bir Bakan atadığınızda, asker ile siyasiler arasında, bilgisizlikten ve siyasi endişelerden kaynaklı kararlar nedeniyle, doğal olarak gerginlikler ortaya çıkabilecektir. Ülkenin kuruluş yıllarında bu gibi uygulamalar olmuşsa da Mareşal Fevzi Çakmak gibi bir karakterin Genelkurmay Başkanı olarak varlığı ile İsmet İnönü gibi bir şahsiyetin Başbakanlığında, Bakan, sadece askerden gelen ihtiyaçları siyasete uygun bir hale getirmekten öte gitmeyip, askerliğin işleyişine, askeri kanun ve kurallara, askeri ihtiyaçların gerekliliğine doğrudan müdahale etmeyerek, Silahlı kuvvetlerin disiplin anlayışını ve gelişme sürecini olumsuz etkilemedi. Ancak, 1950 sonrası yaşananlarla, özellikle üst seviyede askerlerin siyasetin içine girmesi, Türkiye Cumhuriyetini darbeler süreçleriyle ve askeri vesayet ile yüzleştirdi. Şimdi beklenti: Milli Savunma Bakanı olarak atanan eski Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar´ın, Bakan olarak, 15 Temmuz sonrası, dönemin hassasiyetinden kaynaklı olarak TSK içinde yapılan ve üzerinde çok da hassas çalışılmadığı değerlendirilebilecek düzenlemeleri yeniden gözden geçirerek, TSK´yı çok daha güçlü ve caydırıcı konuma getirecek tedbirleri alması. Artık, Milli Savunma Bakanı da eski bir asker olduğuna göre, gelişmeleri siyasete bağlayıp feveran etmek de yersiz. Ancak, sürecin devamlılığı neleri getirecek tabii ki önemli.

Bu arada, Cumhurbaşkanı doğal olarak ilk yurt dışı ziyaretlerini Azerbaycan ve KKTC´ye yaparak, Türkiye´nin, bu konularda izlediği siyasette kararlı olduğunu bir kez daha gösterirken, Kıbrıs Türklerinin, azınlık olarak değerlendirilmesinin kabul edilemez olduğunu da vurguladı ki bu da, Kıbrıs gelişmeleri üzerinde yapılan spekülasyonlara, manipülasyonlara yönelik, olumlu bir kararlılık ifadesi oldu.  

Bu ziyaretlerin hemen ardından Cumhurbaşkanının da katıldığı NATO zirvesinin sonuç bildirgesinde, ?Türkiye´ye yönelik güney sınırından gelen tehditlere karşı tedbirleri artıracağız.? ifadesi olumlu algılanırken, biraz da kafaları karıştırdı. Çünkü güney sınırındaki en büyük tehdit YPG/PYD´nin bölgedeki varlığı iken, YPG/PYD´ye destek veren küresel güç ABD. Aynı zamanda ABD, NATO´nun en büyük askeri gücü iken, en büyük ekonomik desteği sağlayan ülke. Ancak, bu ifadenin altında, bölgede giderek güçlenen ve kalıcı hale gelen Rusya´nın varlığı üstü örtülü söyleniyorsa, durum değişiyor. ABD´nin, aynı zirvede ve doğrudan Başkan Trump´un ağzından Almanya´yı da ?Rusya´nın esiri? gibi ağır bir ifade ile suçlaması, Rusya´nın, doğal enerji kaynaklarıyla Avrupa´yı bağımlı hale getirmesi, bölgede giderek artan bir etkinliğe sahip olması ve önemli bir doğal gaz üreticisi olan ABD´nin, Avrupa ülkeleri üzerinde giderek etkisini kaybetmesi ile ekonomik gerekçelerin ağırlığında yapılan bu açıklama, yeni bir bloklaşma çalışmasının başlatılmış olabileceği izlenimini de veriyor. Burada, Rusya´nın YPG/PYD kozundan vazgeçmemiş olması ancak Türkiye ve İran ile oldukça önemli ilişkiler kurması,  ABD ve müttefiklerinin, yeni senaryolarla, yeni bölgesel şekillenmelerde, eline önemli bir destek sağlıyor.

Türkiye yeni sistem ile yönetime uyum sağlamaya çalışırken, bölgesel siyasetin getirileri, küresel dengelerdeki değişimle birlikte, önümüzdeki süreçte oldukça kritik hamlelerin, kararlılıkla yapılmasını gerektiriyor.

YAZARLAR

  • Salı 15.1 ° / 9.5 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Çarşamba 19.1 ° / 9.6 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Perşembe 16.4 ° / 10 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • BIST 100

    8828,70%-0,62
  • DOLAR

    32,29% 0,55
  • EURO

    35,19% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2238,56% 0,53
  • Ç. ALTIN

    3895,90% 0,00