ALİ TAŞ ADN.


“YAŞAR KEMAL ÇUKUROVA ÖDÜLÜ”-2


Sevim Sezer, “Yerelden Evrensele Yaşar Kemal” adlı yazısını yazmış…

            Bedri Aydoğan, “İnsanın, Doğanın, Dostluğun, Barış ve Kardeşliğin Romancısı Yaşar Kemal:” başlığıyla yazdığı yazıda Yaşar Kemal’ın farklı geçen doğum yılına değinip, nüfus kağıdında 1926 olarak geçse de, gerçek doğum tarihinin 1926 olduğunu belirtir. Kadirli’de yargılandığı davada 15 gün Kadirli’de hapis kaldıktan sonra Kozan’a nakledildiğini de sözlerine ekler.  

            Zeki Büyüktanır, Yaşar Kemal’in Homerus’u işaret ederek, “Bacı senin Köroğlan’ı geçeceğim” diyerek Azra Erat’a seslendiği “Karıncanın su içtiği” adlı yazısında (s.87-94) Anadolu-barış çizgisinde vurgu yapıp, 90 bin şehit verildiği Sarıkamış’a gönderme yapılarak”…Kemal Tahir’in “Devlet Ana”sı, Kemal Bilbaşaran’ın “Cemo”su, Fakir Baykurt’un “Irazca”sı, Firüzan’ın “Leylim Nine”si, Yaşar Kemal’ın da “İnce Memed”inkindeki Hürü Ana’sı; “Ortadirek”teki Meryemce’si …” (s.88) gibi kahraman kadın motifi tiplemeleriyle her birinin birer Kybele örnekleri olduğuna yer verilir. 

            Şimdi insan kendinden ne kadar söz ederse, edebilirse ben de kendimden o kadar söz edeceğim… Sonuç olarak, diyeceğimi demişim ben Ali Taş yazısında, diğeri, birikimi, iyi niyeti ve algısıyla sırası olan okurda. Fakat benim asıl söz etmek istediğim öznesi Yaşar Kemal olan Cumali Karataş yazısında… Başka bir yazı olsa önemli değil ama o yazının kitaba girmemesi büyük eksiklik. Özellikle bazı ‘şişirme alıntı’ kaynaklı yazıya, hem de çifter imzalı olarak ayrılan bu kitap okunduktan sonra doğaldır ki böyle bir sonuca varılıyor. Çünkü Yaşar Kemal’e Çukurova Üniversitesi tarafından doktora verildiğinde Yaşar Kemal’ın sanatıyla ilgili genel bir toparlama yaptığı öyle bir önemli bakış açısı yok bu kitapta. Tabii ki bunu derken de yazının yayın olayı vs. değil konu, o konular aşılmış, yazı da bir-iki yerde yayımlanmış durumda zaten. Yazı nereye olsa girer de, bu kitabın bütünlüğünde olsaydı sanırım daha iyi olurdu. Konu hemen editöryal bakış açılarının üçlenip, hatta dörtlenmesi gibi bir müdahaleyi de hemen kitabın bütünlüğündeki bir yerlere saklıyor. Bu da, vurgulanan olgularla birlikte kitap bütünlüğündeki yazar, editör ve redaktör hatalarını daha geniş ayağa taşımak gibi bir olumsuz paylaşım sonucunu doğurmuyor değil.   

            Konunun derinliğine girince, kitabın Çukurova Üniversitesi kaynaklı üç yazısının sorumluğunu alan Demet Duyuler Doğan ile diğer yazılardan sorumlu olan Hülya Başak Ekmekçi’nin editöryal görev üstlendikleri görülüyor. Paragraf ve ara vermelere ek olarak basım/yayın bağlamındaki hatalarla, dizgi hataları, redakteler vb. gibi bu kitapta doğal olarak editörü bağlayan olumsuzlukları da hatadan saymayalım diyoruz; konu bu değil. Asıl ilgilendiren yazar ve editör bağlamında olan sanatsallıklardır diyelim. Bu da farklı eksiler gündeme getiriyor…

Kitap incelendiğinde, şaşırtabiliyor insanı. Bakıyorsunuz Yaşar Kemal hakkında özgünlükler gündeme getirmeyen, anlaşılan yazmış olmak için yazanlar var.  Ya da alıp Yaşar Kemal’le yapılan “Adios söyleşisini” olduğu gibi kardeş payı yapanlar da var.  Bu da tabii ‘sıkıcı nakillikte’ oldukça kabak tadı veren sonuçlar doğuruyor. Okur haklı olarak özgün yorumlar arayıp duruyor.

Yaşar Kemal’ın “Ortadirek” adlı yapıtı Ali Ozanemre ve Demet Duyular Doğan tarafından irdelenmiş. Alıntı furyasından bir kaçış olarak düşünüldüğünde yararlı ve birbirinin izine düşen yazılar olarak değerlendirmek olası. Ali Ozanemre “Türkçe’nin Çavlanı Yaşar Kemal’de Halk Dili Öğeleri” (s.72/86) adlı yazısında Yaşar Kemal’ın “Dağın Öte Yüzü” üçlemesinin ilk kitabı olan “Ortadirek”i Alkış, deyim, dize-dörtlük, beddua, sövgü vb. halk dili ve halkbilim öğeleri açısından irdelerken; Demet Duyular Doğan, “Yaşar Kemal’in ‘Ortadirek’  Yapıtında Çukurova Yöresi Halk Kültürü İzleri” adlı yazısında deyim, söylem, atasözü, ikileme, kargış, ağıt gibi yerel halk dili konusu ile ritüel vurgular yapmış.  Tabii burada gönül istiyor ki, “Yaşar Kemal’in ‘Ortadirek’ Yapıtında Çukurova Yöresi Halk Kültürü İzleri” başlığı yerine “Yaşar Kemal’in ‘Ortadirek’ Adlı Yapıtında Çukurova Yöresi Halk Kültürü İzleri” olsun da, Yaşar Kemal’ın “ortadirek yapıtı…” olarak değil de, “Ortadirek adlı yapıtı …” olarak doğru algılanabilsin.

Başak Hülya Ekmekçi nedense kendini “iyi şair” burgacına kaptırmış… Yaşar Kemal’ın her “iyi şair” demesini almış nerdeyse.  “Aydınlığın Türküsü Yaşar Kemal’le Tanışma” adlı yazısında nedense böyle bir tescil olgusunu genelleştirmeye çalışmış ki bu da indirgemekten başka bir işe yaramıyor doğrusu. Halk şairliğine yakın duran Yaşar Kemal’ın yüreklendirmeleri elbette bir güzellik. Her yüreklendirmenin de rüzgârına kapılıp gitmemek gerekir. “Gizdeğirmeni” adlı kitabındaki kısa şiirle de yanıt verecek olan sizlersiniz…

 

GÜLÜŞ

büyümeye korkardı

çocuksu düşlerim

biriktirdi cesaretini

acemi gülüşlerim. (“Giz Değirmeni)

 

            Bu Yaşar Kemal biyoğrafilerini nakilleri içerisinde edebiyat tarihine ve de Yaşar Kemal’ın özgeçmişine az da olsa katkı sağlamış Güler Kalem, “Yazın Üstadı Yaşar Kemal’ı Tanıyalım” dediği  “Yaşar Kemal’ın Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği”nde  (s.155-158) adlı yazısında. Bazen sırf böyle bir vurgu için yazıyı olumlayabilmek olası. 

            Şimdi böyle bazıgüzelyazıların ardından Müşür Kaya Canbolat, Haydar Karataş, Hande Öğüt, Hülya Soyşekerci, A.Ömer Türkeş, Semih Gümüş, Emin Özdemir, Raymond Williams, Tahir Balcı değerlendirmelerinin gündeme gelmesiyle kitapta kendi sarmalından oluşan ‘sınıf’ yaratır halinin, tahterivari dengesizliğinin, dolaylı etkileri de kapsayan, planlama/editöryal çabası içerisinde yer alması gerektiği de bilinmeyen bir şey değildir. Yararları gözetilen bir kontrolsöz güdülemeyle elde edilmesi düşünülen dolaylı kotarış sonuç olarak istediğimiz gibi olmayabilir. Bunu da hoşgörüyle karşılamak gerekir…

             Haydar Karataş “”Yaşar Kemal Cumhuriyeti” adlı ilginç başlıklı yazısında (s.159/166) “Aslında 20. Yüzyıl edebiyatının en büyük üç dehasından biri olarak Yaşar Kemal’ı da sıralayıp, hemen yanı başına Cengiz Aytmatov ile Marquez’i de koyarken, Yaşar Kemal’ın Orhan Kemal ile birlikte Serveti Fünun edebiyatı içinden çıkan ve hükümete yakın duran “millicilik” akımına uzak durduğu için dışlandığını belirtirken, Yaşar Kemal’ın Milli edebiyat akımından sonra diğer akımlarda görülen öykünme ve ötekileştirmeden uzak ve sırf Anadolu kokan dördüncü dönemi başlatan bir romancı olduğunu da sözlerine eklemektedir. Yaşar Kemal’den, hayali gerçekleştirerek anlatan yazar diye söz eden Haydar Karataş, Yaşar Kemal’ın “…Milliyetçi ve İslami değerlere oturan Milli Türk anlatısıyla hesaplaşmış elbisesini herkes için dikmeye çalışmıştır.” derken, diğer yandan, Yaşar Kemal’den önce bir çıkın kadar olan İstanbul Türkçesinin yazar tarafından Çukurova’ya getirilerek dilin büyüyüp, zenginleştiğini sözlerine eklemektedir. Yaşar Kemal edebiyatının bugün dünyanın öbür taraflarında okunduğundan söz eden Karataş;  Zürih’teki okuma gruplarında ilginç roman seçimleriyle ve en çok kitap okuyan olarak göze batan Natalia’nın bulduğu garip romanlardan hangisini anlatırsa anlatsın, cümlesinin bir yerinde Yaşar Kemal’ın kahramanlarından birinin özellikleriyle karşılaştıklarını sürdürdüğü sözlerini “Yaşar Kemal başka dillerde kendini üretebilen tak yazar” gibi ilginç bir noktaya parmak basarak noktalar.

            İşte, Yaşar Kemal için ilk anımsanabilecek olan olmazsa olmaz bir yorum…Yaşar Kemal’ın ilk hikâyesi olan “Pis Hikâye”de  “Çukurova’nın bir köyündeki ‘namus davası’ çerçevesinde toplumsal, sosyal, psikolojik ve politik bağlamlardaki bireysel durumları irdeleyen hikâye…” üzerine değerlendirme yaparak;  “kapitalizm ile feodal düzen eşiğindeki bir köyde, toplusal ve bireysel pisliğin yok edilme çabasının, düzeni sürdürme yönündeki bir harekât olduğunu tema edinir….” (s.167) noktasından başlangıç yapan Hande Öğüt’ün olumlu bakış açısını roman tarihinin bir yerlerine de Yaşar Kemal adına not etmek gerekir.

            “Kapitalizm öncesi dönemin belirli bir bölgede yaşayan Türk köylüsünü belli başlı nitelikleriyle betimleyen, köyün sert ve trajik gerçekliğini gösteren Yaşar Kemal, asla idealize ya da mistifiye etmediği köylüyü, göçebe ve feodal Toros insanını, bu ilk ama önemli hikâyesinde, toplumsal ve cinsel gerçekliği içinde acımasızca realize eder. Leitmotiv, namus kavramı ve onun toplumsal algıya yansıyışıdır.”(s.67)

            Mary Douglas’ın:”Mutlak kir diye bir şey yoktur; sadece gözlemleyenin gözündedir pislik. Kir, düzene karşı bir saldırıdır. Kiri öldürmek negatif bir hareket değil, çevreyi düzenleme yönündeki pozitif bir çabadır.” vurgusundan yola çıkan Hande Öğüt; “…Kemal’ın Pis Hikâyesi’ndeki pislik, tarım toplumunda paranın başrole geçerek tüm ilişkileri altüstü (altüst) edişi ve bunun namus ile sosyal ilişkiler üzerindeki etkisinden çıkar ortaya.Erkek egemen ideolojiye içkinleşen kadın bilinci ve feodal cezalandırma sistemi de öykünün temalarından birinin oluşturur…” (s.168)

İlk öyküsü olan “Pis Hikâye “ile yöresel feodalizmin çarklarında ömrünü öğüten toprak emekçilerini bayraklaştırır yazar. Bu aslında Yaşar Kemal’ın, kendisine Eskiistasyon’un önündeki sıtmalı ve yoksul insanları göstererek “Kimin için yazıyorsun?’ sorusuna verdiği somut bir sanatsal yanıttır… Orhan Kemal’ın bilincini kurduğu Yaşar Kemal Temir Ağa için yazmamıştır; işte o yoksul ve sıtmalı insanlar için yazmıştır.

            Yerinde, olumlu bir bakış açısıyla irdelemelerinde yetkinliğe erişen Öğüt; “Olgusal bağlamda trajik, imgesel bağlamda ironik, dilsel açıdan yerel olan ‘Pis Hikâye’de de masal geleneğini bozmaz Kemal. Adeta reel zamanın olmadığı bir dünyada, epik bir süreklilik içinde akar hikâye ama tahkiye edilen trajik bir gerçekliktir.  Kendini gerçek anlamda bir masalcı olarak tanımlayan Kemal’in masalları yalnız, hayal gücünü serbest bırakıp geliştirmez, olsa olsa imgeleme kendini denetlemeyi öğretir. Çünkü masalın bir adım ötesi, nesneler dünyasını tehdit eden içkinliğin kâbusudur. Ve durum bizi hayvansal içkinliğe taşıyabilir…”(s.172) yaklaşımıyla özgün bir analize yönelirken insana, ‘işte yazı bu’ dedirtebiliyor.

            Devamında Nabizâde Nazım”dan “Yaban”a, “Çalıkuşu”ndan “Yeşil Gece”ye, “Kuyucaklı Yusuf”a, “Bizim Köy”e uzanan Hülya Soyşekerci, “köy gerçekliğine dışarıdan değil içeriden bakan farklı bir anlayış getirerek edebiyatımızda önemli bir çığır açan”  bu akıma, Güzin Dino’nun, “Köylü yazarların temel özelliği kendi dünyalarına bakıştaki kökten değişimdir. O ana dek kentli yazarlar için ‘edilgen bir gözlem nesnesiyken’ yazınsal olgunun ‘etkin bireylerine’ dönüşürler. Köylü yazar ‘ötekinden’ söz etmez. Kendisinden, yüzyıllar boyu yok sayılmış ‘ben’den söz eder.” (s.173) vurgusuyla da yaklaşır.

Köy Enstitüleri gibi bir sanatsal kaynak gerçekliğini de yadsımayan Hülya Soyşekerci, bir yandan da “…Toplumsal çelişkilerin belirli şemalar üzerinden dile getirilmesi nedeniyle ülkemiz köy romanının giderek klişelere indirgendiği görüldü. Süreç, bir noktada tıkanıklığa uğradı; yazılanlar birbirine benzemeye ve aynılaşmaya başladı…” (s.174)

Edebiyatın böylesi bir tekdüzelik içerisinde sığ ve durgun sulara çekildiği böylesi bir süreçte “İnce Memet”in köy romanına yeni bir soluk ve güç getirdiğinden söz eden Soyşekerci;  “…Yaşar Kemal, köyü yalnızca egemenler ve köylüler arasındaki toplumsal çelişkiler bağlamında anlatmaz. Adaletsizliği ve zulmü tüm çarpıklığı ile sergilerken, bir yandan da köy insanının mantalitesini, yüzyıllara (yüzyıllar) boyunca bilinçaltında yaşayan düşlerini, dünya ve hayat anlayışını, evreni algılama ve yorumlama biçimini, ürettiği mitoslar üzerinden dile getirir ve kurgular. Böylece köy insanının iç derinliklerini gösterir bizlere…” (s.174)

Sonuç olarak halk bilimi öğeleri yani… Halk şiirini, derlemeyi, türküyü, ağıtı, hikâyeyi, masalı, miti yapıt içerik ve biçiminde özümsetebilen bir Yaşar Kemal’ı işaret ediyor Soyşekerci. Bu kuşkusuz kolay bir şey değildir… Dünyaca tanınan bir yazar olmasına rağmen gizliden gizliye sabahlara dek âşığı, masalcıyı dinleyen bu sanatsal sevda onun Âşık Kemal’lıktan Yaşar Kemal’lığa uzanan çileli sanat yolunun birikim ve güzellikleriyle doludur.

“Anadolu’nun antik dönemden bu güne süregelen demografik ve sosyal yaşamının özümsediği bir gerçeklik buluşmasında “…Yaşar Kemal’ın Yörük algısı, dar çerçevede kalan sınırlı bir algı değildir..” derken; Pertev Naili Boratav’ın, “Onun ‘Yörük’ü göçebe, yarı göçebe - ya da yerleşik köylü düzenine geçmiş eski göçebe - Türkmen, Kürt, Sünni, Alevi ve de dar anlamı ile ‘kara çadırlı Yörük’ün katışımı bir Anadolu insanı tipidir; etnik (soyluk) ve dinlik - törelik özelliğini belirlendirmek, tanımlamak güçtür bu insanın.” (s.175) sözünü tanımlayıcı bir halkbilim vurgusu olarak sunarken de “…alışılmışlığın dışında köy romanlarına imzasını atmıştır…”(s.176) yaklaşımında bulunur. Yaşar Kemal’ın amacının köy insanını bütün yönleriyle sahici kılmaktır aslında diyen Hülya Soyşekerci; “…Bir yazarın mitoslara, söylencelere, destanlara yönelmesinin; halkın yüzyıllar boyunca atan yüreğine kulak vermesi ve halkın bilinçaltı kaynaklarından süzülenleri damıtarak kendi sanatıyla buluşturması anlamına geldiğini söyleyebiliriz…” değinisinde bulunurken de; “…Anlatısının boyutlarını destan ve mitoslara açan yazarlar, zamanı aşmakta ve dolayısıyla ölümsüzlüğe ulaşmaktadırlar…” (s.177) deyip; Yaşar Kemal’ı; Homeros, Shakespeare, Goethe gibi büyük anlatıların soyundan gelen bir yazar olarak tanımlar.

“Türk edebiyatında ‘büyük romancı’ nitelemesini en çok hak eden yazarın Yaşar Kemal olduğunu düşünüyorum…” (s.179) diyen ve “İnce Memed”i Robin Hood ya da Köroğlu’na yakın tutan Soyşekerci; “…Köylünün çaresizlik ve korku mekanizması mitos üretirken iki yönlü çalışır. Birincisi, kurtarıcı/kahraman figürü yaratma, öteki ise ermiş yaratmadır…” (s.180)  derken, tümcesini haklı göstermek İstediği dolaylılık yönünde Berna Moran’la tamamlar:”İnsan yaşam savaşını biraz da mitoslar yaratarak ve düşlerden güç alarak sürdürür.”

            Yaşar Kemal’ın “…toplumu anlatırken aşınmış kalıplara itibar etmeden, romanını geleneğin içine hapsetmeden…” gelenekle modern anlatım yollarını buluşturduğu bir noktada yazdığını söyleyen Hülya Soyşekerci yazısını getirip Berna Moran kaynaklı bir edebiyat tarihine bağlar… Hülya Soyşekerci; “toplumsal gerçekliğin daha derinini yakalamak için kurduğu örüntü, inandırıcılık ilkesinden daha önemlidir onun gözünde” ifadesiyle olumlu düzeyde uzayan Berna Moran teşhisine dönerek; “…’yansıtmacı’ bir yazardan çok ‘epik’ bir yazar olarak hakikatı dillendirirken ona farklı bir şekil verir ve yepyeni bir roman gerçekliği içinde “ sunar…” dediği Yaşar Kemal’ın, “akıl kadar akıl dışını da kapsayan bir hakikati dile...” getirdiğinden söz eder.(s.181)    

            Bir yazarı derininden yakalayan güçlü yazılarda güzellikler görrnenin estetik tadını duyumsayabilmek de güzel bir şey olsa gerek. Son yazılarda böyle bir şey var. Adeta ben edebiyat tarihçisiyim diyebiliyor bu yazılar. Şöyle bir baktığımızda, bu furyanın üç-beş yazı daha süreceği düşünülebiliyor.

            A.Ömer Türkeş, “Denizde Bir Babil Kulesi” adlı yazısında figürler, olaylar, yer, zaman, mekân vb. öğelerle irdelediği Yaşar Kemal’ın “Karıncanın Su İçtiği”ni “ tarihi ve coğrafi olguların da oluşturduğu “…hayatın yeniden kurulduğu bir epiğe…” benzetir… Bu epiklik zaten Yaşar Kemal’ın kanında vardır. Mitolojik/derleme/destan boyutlu bu yaratım boyutu Yaşar Kemal’ın öteden beri yakasını bırakmayan, biçimi net olan bir biçemsellik de taşır. Fakat bu epikliğin ana gerçeği de gerçekçiliktir ve hatta geleneksel bir insancıllığı mayasında bulunduran tikel bir değer olduğu da söylenebilir.  Bir hanedanlık gibi sürgel bir özellik taşıyan bu erdemsi niteliğin tekilden tümele uzanan bir çoğulcu boyutla da tikeli aştığı,  edebiyat tarihine de denek taşı oluşturabilecek bir biçimde, Yaşar Kemal’ın yaşamında da somutluklar sergilediği görülmüştür.

            İnsancıl yönden tarihin bir yarası olarak duran, acılar büyüten bir demografik harekete zorlayıcı boyut katmak trajedisine sessiz kalamayan Yaşar Kemal, “Bir Ada Hikâyesi”ne içini döker ki bu da insan/toplum/yaşam açısından tarihi ve gerçekçi bir düzlemde oluşturan çoğulcu bir insancıl bakış açısı taşır. İyi romancıdır, saygı duyarız ama Orhan Pamuk gibi bir iğneyle ‘kuyu’ kazmanın insan motifleriyle haşır neşir olmak değil de,  temelinde onarılmaz bir hak/hukuk yitikliğine evrensel bir gerçekçilik katan insan öykülerinde insancıl ve toplumcu değerlerle bakış açısı oluşturabilen bir duygulanım da yaratabiliyor Yaşar Kemal.    

             A. Ömer Türkeş, “Biçimsel olarak, bireyin oluşum sürecini, yaşadığı çatışmalar ve yenilgiler sonucunda olgunlaşmasını, içinde yaşadığı toplumla bütünleşmesini, ona uyum sağlamasını anlatan oluşum romanlarına benziyor Bir Ada Hikâyesi” demekle kalmaz; “Ancak daha fazlası var; kişilerin gelişimi ile zamanın, mekânın ve olayların eşzamanlılığı olağanüstü bir dille bütünleştirilmiş…” olduğuna da vurgu yapar. İyilik ile kötülüğün, zalimlik ve mazlumluğun, ötekine duyulan düşmanlığın tarihsel kökenleri ile birlikte siyasi ve toplumsal nedenleri de üzerlerini örten sis perdesinden sıyrılırken, karşımıza çıkan her bir karakter pek çok insani özellikleri ile canlanıyor. Üstelik bu karakterler hiçbir zaman iktidar erkini tatmamış, bu toprakların nimetlerinden yararlanmamış, “vah anam vah” kuraları ile çocuk yaşta cepheye düşmüş, ölmüş, öldürülmüş, ama hikâyeleri resmi dosyalara girme şerefine erişmemiş, büyük tarihi anlatılarda figüran yerine bile sayılmamış insanlar…” (s.189) İşte size “Bir Ada Hikâyesi…” 

            Yaşar Kemal’ın yarattığı ‘tip’leriyle, zaman ve mekân algısıyla bu romanında da klasik anlatıma bağlı kaldığını söyleyen A. Ömer Türkeş, ”Yaşar Kemal, kahramanlarının kendi iradeleri dışında içine düştüğü yeni insani ve toplumsal ilişkilere gerçek hayatta olabileceğinden daha çabuk uyum sağlamalarına izin vermediğini de belirtirken, diğer yandan da, gerilim unsurunu ön plana çıkartarak, “İnce Memed”, “Yılanı Öldürseler”, “Demirciler Çarşısı Cinayeti”, “Yusufçuk Yusuf”, “Al Gözüm Seyreyle Salih” gibi Yaşar Kemal romanlarında görülen ölümcül gerilimin yazarın romanlarında, “nerdeyse gelenekselleşen bir içerik izleği olduğuna değinmekte. Hatta bu konuda Yaşar Kemal’ın; “Her romanın ayrı bir yapısı, dili, özelliği vardır. Her romanın bir de gerilim ustalığı vardır. Anlatım sanatları yaratıldığından bu yana, gerilim hep önde olmuştur. Hiçbir romancı gerilimden vazgeçemez.. Geçtiğinde de pek başarılı olamaz. Benim işimde romanlarımda gerilim yaratmaktır.” gibi oldukça anlamlı sözüne de yer vermektedir. A. Ömer Türkeş; Sözlü anlatı geleneğini çok iyi özümsemiş ve o zenginliği kendi üslubuna taşımış bir yazar olarak Yaşar Kemal’ın romanlarında klasik trajedilerin kalıplarıyla karşılaşıldığını da sözlerine eklemektedir. (s.189-190-191)      

            Semih Gümüş, “Toplumcu edebiyatın gerçekçiliği kötüye kullandığı zaman…”  vurgusuna dayandırdığı yazısında, “Toplumu, toplumsal değişimi karmaşık ilişkiler dizgesinden kopararak tekil biçimlere sığdırmaya çalışması, dolayısıyla edebiyatı, yazarı, anlatı kişilerini Tanrı katına çıkararak bütün bir hayat içinde olup bitenleri birden anlatmaya kalkışmasının toplumcu gerçekçi edebiyatı  yazınsal bakımdan açığa düşürdüğünden söz ederken; (s.194) Yaşar Kemal’ın, “…Toplumun özünü oluşturan trajik öğeyi yaratma eylemi içinde süzmek. Tümel olandan tikel olana varmak yerine, insanın birey olarak yaşadıklarından toplumu anlama yolunu seçtiğini belirtmektedir. Yaşar Kemal’ın hem anlamaya ve hem de anladıklarını göstermeye çalıştığını, ama öğüt verip yol göstermekle de kendini ödevli görmediğinden söz eden Semih Gümüş; “Bireyleşmiş insanın kimliğini içinde unuttuğu toplumun bütüncül kimliğinden çıksaydı yazıya, dışarıdan bakması gerekecekti insana. Ucunda insanı gördüğü, ama ona ulaşması olanaksız bir yola girecekti ki, eski toplumcu edebiyatın geri dönmekte güçlük çektiği yoldur bu. Yaşar Kemal elli yıl önce ilk İnce Memed’i yazdığında bile girmedi bu yola…” (s.198)

            “Gerçek olmasına gerçektir anlattıkları, yazarlık etiği bakımından gerçeğe sonsuz bağlılığı da bilinir; ama yeni bir anlam biçimi ve söz dizimi içinde, gerçekil olmayan olayları da gerçekten yaşar kahramanları; gerçekliklerinden kuşku duyulacak olayları gerçekçiliğe dönüştürür.”(s.199)

            Yaşar Kemal’ın epopeci olmadığını, epopeden çıkıp ama onu yadsıdığını söyleyen Semih Gümüş; Yaşar Kemal’ın bir çağdaş epope olduğunu, epopeyi epope olmaktan çıkarıp çağdaş romana dönüştürdüğünü söyler.

            Yaşar Kemal’ın “köy romancısı” olmadığını           ama hiçbir yazarımızın da köylüyü onun kadar derinlikli ve çok yönlü yazamadığından (s.200) yakınırken de; Yaşar Kemal’ın bildiğimiz Çukurova’yı değil, yalnızca kendi yaratıcılığının ürünü olan Çukurova’yı anlatır, gerçeği de kendisinde yaşayan gerçektir.”(s.203)

            “…Çağımızın tragedyasından söz ederken insanın ve doğanın tragedyasını anlatıyor Yaşar Kemal. Onu eski toplumcu edebiyattan ayıran özelliklerinden biri de, toplumun bütüncül tragedyasından söz etmek yerine, toplumun acınası durumunun yaraladığı insanın bireysel tragedyasından ve doğanın insanın yok edici gücü karşısında çaresiz kalışından gelen tragedyadan söz etmesidir.”(s.203)

            Yaşar Kemal’ın yazınsal doğasını soluyanlardan biri de Emin Özdemir…

            Emin Özdemir, “Yaşar Kemal’de Doğa ve İnsan” (s..207-218) adlı yazısında roman dünyasına giren işte bu gizemli soluğun denklemini kendince çözmeye çalışıyor; aslında da biliyor…

            “Anlatıların, doğayı ve insan yüreğini bütün boyutlarıyla kuşatan, bunların soluğunu bütünleştiren kurgusal düzeninden mi?”; “Dış dünyaya, toplumsal değişimlere, bu değişimlerin yarattığı çatışmalara insanın iç dünyasından bakarak algılama, anlatma yönsemesinden mi?; “Yazınsal bağlamda geleneksel birikimin sözel ürünlerini (destan, masal, söylence, söylen, ağıt) çağcıllığın potasında eritip bunlarla dilsel ve içeriksel yönden kan bağı kurmasından mı? ; “Söylemini, renk ve imgelerin tezgâhında yaşamın en ince ayrıntılarıyla dokuyup Türkçenin özündeki incelikleri, güzellikleri gün ışığına çıkarmasından mı?; “Anlatmanın hamurunu şiirselliğin teknesinde karmasından mı?”(s.207-208)  

            Emin Özdemir’in yanıt özelliğini taşıyan ve bir sorudan daha çok nitelik sınırı çizen anımsatmasının tamamını Yaşar Kemal için almak gerekir. Çünkü tamamı doğru.

            Ceyhun Atuf Kansu’nun “Yaşar Kemal yaylaların sözlüğü/Ki sen doğadansın çiçekçedir anadilin” (s.207) dizelerinden yola çıkan Emin Özdemir; Yaşar Kemal’ın anlatısal yaratılarını okurken, sözcükleri devindirip kanatlandıran, sürükleyici, çiçek kokularıyla yüklü, güzel duyusal oksijeni bol, sayfalar arasında sürekli esip duran bir esintinin varlığını duyumsama gibi bir erdemsel algının nereden gelip nasıl oluştuğuna dair ipuçlarını araştırırken, sonuçlara da ulaşır ki, vardığı nokta Cervantes, Tolstoy, Dostoyevski, Balzac, Stendhal, Faulkner, Marquez gibi evrensel bir konum edinen ustaların bulunduğu bir konumdur. “Kestirmeden söyleyeyim, onun yaratı evreninde doğa, insanlaştırılmış, insan da doğanın ayrılmaz bir parçası kılınmıştır.” (s.209) diyen Emin Özdemir; doğa ve halk arasında yazınsal dünyasını kuran Yaşar Kemal’ın renkler ve kokularla kolkola oluşturduğu imgelemli yazınsal evreninde betimsel bir ustalık gösterdiğini de ekler. Doğayı, doğadaki insanı tanıyan, Ceyhun Atuf Kansu’yu mahcup etmemecesine işlediği her izleğin kendi sözlüğünü yaratan Yaşar Kemal’ın anlatısal ürünlerindeki bitmemişlik duygusunu uyandırmasına da değinip, onun, doğanın ve insan yüreğinin sözcüsü olduğunu vurgular. Emin Özdemir’in değindiği ilginç olgulardan biri de, Balzac-Yaşar Kemal kıyaslamasına içeriksel de yaklaşmasıdır… Stefan Zweig’in (“Bir Yaşam Öyküsü”) Balzac’ın yirmi yıl içinde sayısız dramın, novellanın ve yazının yanı sıra yazmış olduğu ve hemen hepsi son derece önemli yetmiş dört romanındaki yüzlerce yöreden, evden, sokaktan iki bin kişiden kurulu ayrı bir dünyanın  varlığına dikkat çekerken; Yaşar Kemal’ın kırkı aşkın romanında bir nüfus sayımı yapılsa Balzac’ınkilere yakın bir sonucun ortaya çıkacağını belirtir. (s.217)

            “Romanın toplumsal değişimin anlatımı için tek tek uygun biçim olduğuna da inanılabileceğine değinen  Raymond Willams (Yaşar Kemal’ın Romanları-Çeviren:Ali Özer); The Long Revolution (Uzun Devrim) adlı kitabında bunu betimlemeye çalışarak, romanı, “Toplumun temelde kişisel açıdan, kişilerin de, ilişkiler aracılığıyla, temelde toplumsal açıdan görüldüğü” bir yazı türü olarak tanımladığını belirtir. “Bütünlenme denetlenicidir, ama kuşkusuz, irade yoluyla sağlanması söz konusu değildir. Eğer yapılabilmişse, bu yaratıcı bir buluş olur…” gibi yapısal bağlamda roman oluşumuna dikkat çeken Raymond Williams;  “O günden bu yana ne zaman bu türden çağdaş bir romancı örneği vermem istense, aklıma gelen ilk ad Yaşar Kemal olmuştur.”(s.219) vurgusunu da rahatlıkla yapmasının yanı sıra; D.H. Lawrwnce  kaynaklı, romanın bize “insanı canlı” verdiğinden de söz eder.  

             Emin Özdemir’in irdelemedeki renk derinliğini, “Yaşar Kemal’in Kuşlar da Gitti Romanı ve Almanca Çevirisindeki Renk Sözcükleri” (s.223-233) adlı yazısında şematik bir konumda irdeleyen Tahir Balcı, adı geçen romanda renklerin anlambilim bağlamında kullanılması konusunda ilginç bir irdeleme ortaya koyar. Renk yapısındaki ayrıntılardan ton ve anlam çizgisine kadar detaylı bir yaklaşım sergileyen Balcı; renklerin kullanılma sayısı konusunda da matematiksel sonuçlar ortaya koyar.             

            Yaşar Kemal örneği ‘iyi yazarların’ hakkında toplanacak bir yazı demetinde mutlak denetim gereksinimi zorunlu bir yaklaşım olmalıdır… Çünkü bir veya birkaç kişi değil, herkes Yaşar Kemal’ın yaşamına özet çekmektedir nerdeyse. Aslında bu ta başından sezilmeli, ayrıca iyi bir yazı kurulu gözetiminde bu benzeri yaklaşımlara bir tırpan vurulmalıydı.

Saba Kırer ve Hülya Başak Ekmekçi’nin “Bir Yazarın Krallığı Onun Çocukluğudur-1915’te Van ve Yazarın Ailesi-1” (s.234-242) ile “Çocukluğunun Krallığında, Çocukların İnsan Olduğu Köyden Ankara’ya-2” (s.243-258) adlarındaki Alain Bosguet kaynaklı kardeş yazılarda “Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor”un paylaşıldığı görülüyor. 237. sayfanın sonuna doğru ise bir kopukluk var. Araya giren Yaşar Kemal’ın annesi olduğu algılanan anlatıcının bir sayfa anlatımından sonra ikibaşlılık yinelenerek sürüyor. (s.237-238-239-240)

            Saba Kırer, kaynak belli olmasa da, Amerika’da yayınlanan bir Ermeni’nin anılarından söz etmektedir. Savaşta kimsesiz kalan çocuklar ve köpekler ordusunun ordusunun neden olduğu olaylar ve silahlı atlılar tarafından öldürülen çocuklar dikkat çeker.. Bunlardan, bir köy talanı sonrasında, köylüler tarafından öldürülmeyip, gözleri kör edilen birine Adana Ulucamii önünde rastlamış Yaşar Kemal. Çocukla konuşmuş, bu ailenin yitirdiği Hasan adındaki çocuktur, lakabı da Kotey’dir. Arap atlıların kum tepesine hapsettiği çocuklar kılınçtan geçirilince, Hasan annesinin ölüsünün altında yaralı olarak bulunmuş katliamı gizlice seyreden çocuklar tarafından. Çocuklar tarafından iyileştirilen Hasan daha sonra o 500-600 kişilik çocuk çetesinin başına geçmiş. Bir köy baskını sonrasında da bir köylünün hançeriyle gözleri kör edilmiş. Yaşar Kemal Kadirli’deki akrabalarına haber vererek Hasan’a sahip çıkılmasını sağlamış. (s.237-240)

                       

                                   ***YAŞAR KEMAL ŞİİRLERİ***

 

                                    Gün be gün yüreğim ulu yalımda

                                             Engel tuzak kurmuş bekler yolumda

                                             Zulümlerde, işkencede, ölümde

                                             Bükülmeyen güze, kola merhaba.(Merhaba-s.261)

                                                                          ***

                                            Çiğlerle yıkıyor gün seherini

                                            Sabah gönderiyor davetlerini

                                            Seninçin en leziz nimetlerini

                                            Sofra sofra açan şu kardeş toprak (Güzelleme-s.263)

                                                                          ***

                                            Bu sabah sütünü emdim sevincin

                                            Düştü kabuk gibi haset, fitne, kin;

Umut kirmeninde eğrilmek için

                                            İpek gibi tel tel sökülüyorum. (Bu Sabah-s.273)

 

*(İnsancıl dergisi/Sayı:349-350-351/Ağustos 2019-Temmuz 2019-Eylül 2019)

*(Yaşar Kemal fotoğrafları: Cumali Karataş)

 

NOT: ÇSG Koordinatörü Çetin Yiğenoğlu gönderdiği yazıda, Çukurova ödülü için Çukurova’nın sınırlarını tanımlarken Adana’nın (dolayısıyla Çukurova) Kurtuluş savaşı sınırlarını dikkate almıştıkOsmaniye yenil statüsü kazanmış olmasına karşın Adana2nınbir parçası olarak değerlendirildi. Bu sınırları süreç içinde değiştirmek zorunda kaldık. ÇGS (Çukurova Sanat Girişimi) yönetimi olarak ödülün bütünüyle Doüu Akdeniz’i kapsamasına karar verdiklerini; geçen yıl ise Fransa’da yaşayan Nedim Gürsel ile İngiltere’de yaşayan Tarık Ali’ye verdikleri ödülle, Çukurova Ödülü’nün artık 2Küresel ödül” olduğunu belirtmiştir.  

 

YAZARLAR

  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 25.6 ° / 13 ° Güneşli
  • BIST 100

    9693,46%1,77
  • DOLAR

    32,58% 0,35
  • EURO

    34,75% 0,10
  • GRAM ALTIN

    2507,64% 0,95
  • Ç. ALTIN

    4181,01% 0,22