ALİ UYSAL- EĞİTİMCİ YAZAR


YARIŞMADA BİRİNCİLİK ALAN YAZIM, ROMAN ÜZERİNE


DOSTLARIM, ARKADAŞLARIM, ÖĞRENCİLERİM günaydın,
Aksu, beşinci sınıfta, (Lise 2) sınıfta okuduğum yıl TDKNUN açtığı ve birincilik ödülünü alan yazımı yayınlıyorum. Amacım reklamımı yapmak, kendimi teşhir etmek değil. O günlerin köy enstitülerindeki eğitimin ne denli güçlü, sağlam olduğuna siz okurlarımın dikkatini çekmek içindir.. Burada övülecek bir kurum, makam, kişi varsa o ben değilim, köy enstitülerinin kurmaylarıdır. Nurullah Ataç’ın etkisiyle dilde aşırılığa gitmişim.
    (1956 yılında Türk Dil Kurumu lise dengi okullar arasında roman konusunda bir yarışma açmıştı. Ben o yıl Aksu Köy Enstitüsü’nde –öğretmen okulu—beşinci sınıf öğrencisiydim. Yarışmaya katıldım. Birincilik aldım. O zamanın ölçüleriyle hatırı sayılır bir ödül aldım. O yılların anısına yazımı yayınlıyorum.)
             ROMAN ÜZERİNE
“Önce damdan düşer gibi roman okumayı sevdiğimi söyleyeceğim. Roman okumaya başladığımda bir sınırı aşarım ben. Bu benim yaşadığım ülkenin sınırıdır. Bambaşka bir ülkede, ayrı kişiler, ayrı duygular, ayrı düşünüler arasında bulurum kendimi. Bu da romancının ülkesidir. Bu ülke bazen benim ülkem de olabilir. Benim gibi kişiler olur içinde. Ama hangi ülke olursa olsun ben bu ülkeden biri olurum artık. Üzgülerim bırakır gider beni. Ayağa bile kalkmadan Filipin yerlileri, Afrika vahşileri, Akdeniz korsanları ile bir arada yaşarım. Onlarla yakından ilgilenirim. İyi kötü kişileri bir arada görürüm. Kurt Larsenlerden tiksinir, Wan Weydenlerden hoşlanır, Oblomovları kınar, Ştoltzları överim. Böylece kendi acunumu unutur, bir kuş kadar hafiflerim.
Ama her romanı okuduğumu daha doğrusu okumayı sevdiğimi söylersem de inanmayın. Belirli kişilerin hayal mahsulü romanlarını elime bile almak istemem. Gerçek olmalı roman bence. Romancının kendine özgü yarattığı ülke aslında var olan bir ülkenin anlatımı olmalı. Dağacığı boşalınca yapmacıklardan yardım ummamalı romancı. Gerekirse dağarcığını doldurmak için Hemingwey gibi ateşlere göğüs gere gere harp etmeli, vahşi ormanlar arasında av yapmalı. Seçeceği kahramanların arasında yaşamalı, onlardan biri olmalı.”Romancı ille de gördüklerini yazmalı” gibi bir yargıda bulunduğumu sanmayın. Gerekirse böyle olmalı diyorum. Aradığım şu benim: Romancı kendine özgü bir ülke yaratsın. Fakat yarattığı bu ülkenin gerçekliğine beni inandırabilsin. Kendi acun görüşünü taplatabilsin bana. Beni esiri edebilsin. Bu konuda Marceau şöyle der:” Aşağı yukarı her romanda değişmez düşünceli bir karakter vardır. Romancı bu değişmez düşünceyi bana kabul ettirmeyi başaramazsa roman bana kapalı kalır.” Romancı bu taplatabilme işini de ancak yarattığı acunun gerçek olmasıyla başarabilir.
“Romanda düşünü de olmalı, bir tez savunmalı romancı, bir dava peşinde koşmalı” diyenlerden değilim. “ Dörüt gücümü ille topluluğun yararına kullanacağım” diyen yazarların makalemsi romanları sıkar beni. Çağımızda bu çeşit romanlara davalı roma diyoruz. Böyle romanları okurken yapmacıklar gözünü çıkarır kişinin. Jacgues Laurent, “Davalı roman “ Ben fareyim” der, arkasından “ Bakın kanatlarıma” yı yapıştırır der. Bu gibi yapmacıklarla karşılaşmak hiçten bile değildir davalı romanda. Bilgiçlik taslamamalı romancı bence. Kahraman ile beni baş başa bırakmalı. Üçüncü bir şahıs olarak ortaya çıkmamalı kendisi. Bana ne söyleyecekse kahramanlara söyletmeli. İyiyi onlar söylemeli, kötüyü onlar söylemeli, doğruyu onlar söylemeli, yanlışı onlar söylemeli bana. Örneğini Donkişot’u vereceğim. Orta çağdaki derebeylerinin gülünçlüklerini ortaya koyan bu romanda, Donkişot bütün budalalıkları yaparken yazar ağzını bile açmaz. Yargı okurlara bırakılmıştır bu romanda. Kahramana budala damgasını vuracak olan okurdur. Yazar yalnızca onun hareketlerini anlatmakla yetinmiştir. Esas olan da budur bence. Bakın KlcherHacdens ne diyor: “Romancı kitabının üstüne ‘roman’ diye yazılmasına müsaade etti mi, okurlara iyi vakit geçirtmeye söz vermiş demektir. Bu sözünde durmazsa sadece düşünmeye veya hülyaya dalmaya davet ederse filozoftur, şairdir ama romancı değildir. Ya!...alçak gönüllü olmalı romancı. Ders vermeğe kalkmamalı okura.” Peki romancı kendi düşüncelerini nasıl mı söylemeli? Tipler yaratmalı. Donkişotlara, Faustlara, Oblomovlara başartmalı bu işi. Bazı romanlar ülkelerinin bütün kişilerini kahraman olarak alırlar, düşünüyü ön planda tutarlar, cümleleri düşünülerle yüklerler. Oysaki böyle romanlar sıkar okuru. Hani roman her nenden önce okuru eğlendirecekti. Eminim ki her romancı tip yaratmadan romanlarını beti yurtlarında çürümekten kurtaramaz. Kurtarır ama bir Andre Gide olursa.
Bütünlük de aranır romanda. Olaylar parça parça olursa okura iyi vakit geçirtme şöyle dursun canını da sıkar. Her okurun olayın sonucunu heyecanla beklediği su götürmez. Roman okurken bir olayın yarıda kalıvermesi bir sinema şeridinin kopmasında daha az can sıkıcı değildir herhalde. Sonuçlandırmalı olayı yazar. İkinci bir romancı olmak zorunda bırakmamalı okuru. Orhan Hançerlioğlu’nun Ali’sini okursanız bu can sıkıntısına uğrarsınız.
Şimdi sıra dil ile anlatıma geldi: Bana “ Bir roman ne kadar yaşayabilir?” deseler “ Diline sorun” derim.Gerçekten kendi ulusunun diline dost olmalı romancı. Pürüzsüz bir dil kullanmalı. Yalnız aydınlar tarafından okunmayacağını unutmamalı. Halit Ziya’nın Mai ve Siyah’ını okursanız belki de anlayamayacaksınız. Anlayamadığınız için de yarıda bırakacaksınız. Yalnız kendi diline önem vermesi yetmez romancının. Kahramanlarının diline de dikkat etmeli. Köylüyü köylü, kentliyi kentli gibi konuşturmalı. Onların uğraşlarını dillerinde gösterebilmeli okura.
Kötü bir anlatıştan da kaçınmalı romancı. Kötü bir anlatış içinde görülmedik düşünüler bile söner gider. Her ne kadar romanda düşünü aranmazsa da romancı en büyük düşmanı olan can sıkıntısını ancak iyi bir anlatışla yenebilir. Ama romancı için ayrıca bir anlatış şekli düşünülemez. Anlatış yazarlara özgüdür. Stendhal her zaman Stendhal, Balzac her zaman Balzac, Zola da her zaman Zola’dır. Her yazarda şüphesiz akıcı bir anlatış aranır.Gerçi birçok yazıncı roman için iyi bir anlatışı uygun bulmuyorlar.” Romanda şöyle böyle bir anlatış olsun yeter” diyorlar. Bu düşünücülere değerli romancımız Abdülhak Şinasi Hisar’ın cevabını doğru buluyorum:” Üslûp hariçten takılan bir süs değil,süsler değil, vücudun kendi güzelliğidir”.

YAZARLAR

  • Perşembe 24.1 ° / 11.6 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51