Can UĞURATEŞ-Sırası Geldikçe


VİZE KRİZİNİN ANIMSATTIKLARI


Vize krizi devam ederken, ABD Dışişleri sözcüsü, yaptığı açıklamayla Büyükelçiyi sahiplendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın, Sırbistan´dan yaptığı konuyla ilgili söylemin ardından, ABD´den cevap gecikmedi ve ABD, bu kararın Beyaz Saray, Dışişleri, Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından koordineli olarak alındığını belirtti. Ardından eklemeyi unutmadı: ?Bizim Büyükelçilerimiz kendi başlarına hareket etmez.?

ABD´de sadece büyükelçiler değil, küresel coğrafyanın herhangi bir köşesinde görev yapan, sıradan kabul edilebilecek herhangi bir Devlet görevlisi de yaptığı söylem ve eylemlerde, kendi başına karar vermeye yetkili değildir. Çünkü Cumhurbaşkanının Türkiye için haklı olarak kullandığı, ?kabile devleti değil? söylemi, katı olarak ABD için de geçerlidir.

Gelişen olaylarda yapılan söylem ve eylem yönünden iki devlet arasındaki fark, birinin verdiği kararları taviz vermeden, uygulamalarındaki kararlı duruşuyla, söylemlerini ve eylemlerini değiştirmemesi; birinin ise diğerinden çok daha eski devlet geleneğine sahip olmasına rağmen, dış bürokrasisinin köklü tecrübelerini dikkate almayıp, diplomasiyi, iç siyasette kazanıma yönelik söylemlere indirgeyerek, mümkün olduğunca yoluna devam etmeye çalışması.

Bu krizin oluşumuna giden yolda, Türkiye´nin son dönemlerde aldığı kararlar etkili. Türkiye, ABD´nin BOP kapsamında bölgesel coğrafyada yaptıklarının sonuçlarının, kendi bekasını doğrudan etkileyeceğinin farkındalığında yaptığı operasyonel faaliyetlerle, ABD´nin çıkarlarını doğrudan engellerken, bu güne kadar her zaman birlikte hareket etmenin verdiği rehaveti de üzerinden attı. Bu gelişmeyi tetikleyen en büyük etken, FETÖ´nün 15 Temmuzda yapmaya kalkıştığı Darbe/iç savaş başlatma girişimiydi.

15 Temmuz ardından FETÖ liderinin, yapılan tüm haklı girişimlere rağmen, ABD tarafından korunuyormuşçasına bir hareket tarzıyla Türkiye´ye iade edilmemesi; darbe/iç savaş başlatma girişiminde adı geçen örgüt elemanlarının, o gece İstanbul Başkonsolosluğu ile yaptıkları iddianamelere yansıyan telefon görüşmeleri; 15 Temmuz gecesi, İncirlik Üssünde yaşanan hareketliliğe rağmen, ilgililerce Türkiye yetkililerine bilgi verilmemesi gibi nedenlerle ortam yeterince gerginken; Suriye kuzeyinde oluşturulmaya çalışılan YPG/PYD yapılanmasının, IŞİD bahanesiyle, yeterince toprak ve silah kazanımına yönelik girişimlerle desteklenmişken, Türkiye´nin tüm haklı gerekçeleri ve itirazlarına rağmen, Rakka Operasyonu maksadı ileri sürülerek, düzenli ordu haline getirilmesi çalışmaları; Fırat Kalkanı Operasyonu süresince YPG/PYD´ye verilen destek ile Membiç´in, yeni oluşumun desteklenmesi ve köprübaşı oluşturması maksadıyla boşaltılmasının önlenmesi; IKBY tarafından yapılacağı açıklanan bağımsızlık referandumunun, Türkiye ve diğer bölge ülkelerinin itirazlarına ve ikazlarına rağmen, ?yaparsan karışmayız? anlamında açıklamalarla geçiştirilerek, yapılmasının sağlanması gibi gelişmelerle gerginlik giderek arttı.

Bu gerginliği Birinci Körfez Harbine kadar çekmek mümkünken, İkinci Körfez Harbi sürecinde yaşanan fezleke krizi; Türk Özel Kuvvetleri personelinin başına geçirilen çuval; İran´la yaşanan nükleer silah krizinde, Türkiye´nin, Brezilya ile birlikte ağırlığını İran´dan yana koyması; Türkiye´nin, yeni ittifak arayışı algısıyla, Rusya Federasyonu ve Çin´e yakınlaştığı izlenimin verilmesi ve Astana görüşmelerinde ABD´nin konumu; önce Çin ile başlatılan füze antlaşmasının, Rus yapımı S-400´lerin alımıyla sonuçlanması; AB ile yaşanan gerginlikler ve NATO´nun sorgulanmasına kadar geniş bir yelpazede de değerlendirilebilir.

Esasen, Türkiye-ABD ilişkileri en önemli darbeyi, İsmet İnönü Hükümetinin Kıbrıs´a müdahale kararı üzerine, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından, 5 Haziran 1964´te gönderilen mektupla aldı. Bu mektubun ardından yaşanan gelişmelerin, devlet aklı ve hafızası tarafından unutulmaması gerekirken, ?stratejik ortak? kavramıyla ortaya atılan söylem tuttu ve Türkiye devlet hafızası uyuşturuldu. Oysa Mayıs 1960´da yaşanan U2 Krizi ve Türkiye´nin kendi ülkesinde nükleer silahlar olduğunu öğrendiği, Ekim 1962´de yaşanan Küba Krizi de ABD´nin dost algısının ne anlama geldiğini öğrenmek için yeterliydi. Ancak, 1960´lardan itibaren başlayan ülke içi çalkantılı ve darbelerle bölünen demokrasi ortamında, tüm iç dinamiklerce yapılan müdahaleler, ülkeyi zorunlu kaymalara yönlendirdi.

Bu günkü konjonktürde, ABD ile oldukça gergin kriz seviyesinde bir ortamda, hem iç siyasetini düzenlemeye, hem de bölgesel gelişmelerde yaptığı diplomatik ve askeri ataklarla, yeniden güç kazanımına yönlenen bir Türkiye var. Bu görünümde, akıllardan çıkarılmaması gereken eski bir söylem var: Türkiye köklü bir ağaç gibidir. Bu ağaç kurumaya başlarsa, derhal sulanır; aşırı dallanmaya başlarsa, derhal budanır. Güç odaklarının, bu prensibi her dönemde uygulamaya çalıştığı hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır. Bu kriz de sağduyulu ama tavizkar olmayan bir diplomasi ile en az zayiatla atlatılır.

Can UĞURATEŞ

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 15.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9548,57%0,19
  • DOLAR

    32,49% 0,16
  • EURO

    34,80% 0,25
  • GRAM ALTIN

    2487,88% 1,05
  • Ç. ALTIN

    4157,48% -1,05