ALİ TAŞ ADN.


“SUÇIKTI ŞİİRLERİ”2

Dursunbey Belediyesi’nin “Suçıktı Şiir Akşamları”nı gelenekselliştirmiş. 2008 yılında da 15.’sini düzenlemiş.


Adem Turan, Ahmet Veske, Ali Sali, Cafer Turaç, Cevat Akkanat, Faruk Anbarcıoğlu, Hasip Bingöl, Hüseyin Akın, Hüseyin Kaya, Mehmet Attila Maraş, Mehmet Aycı, Mehmet Butakın, Mehmet S. Fidancı, Mehmet Şah Erincik, Mustafa Celep, Mustafa Özçelik, Mustafa Uçurum, Nevzat Akyar, Nurettin Durman, Recep Garip, Selçuk Küpçük, Seyfettin Ünlü, Sıddık Ertaş ve Yaşar Bedri gibi isimlerin katıldığı etkinliklerde, şiirler okunup, ertesi gün de şair Yahya Kemal Beyatlı adına panel düzenlenip, “Şiir atölyesi’nde “Özgürlük ve Şiir” konusu işlenmiş. Şiir Müzesi’nin de kurulduğu Dursunbey’de, “Dursunbey’i şiirin merkezi yapma” iddaalı bir hedefle yola çıkılmş…“Söz uçar, yazı kalır” gibi bir sanatsal gerçekten hareketle de etkinliğe katılan şairlerin şiirlerinden güzel bir seçki hazırlanmış.   Etkinliğe katılan 24 ismin özgeçmiş ve bir şiiriyle yer aldığı antolojide güzel şiirler yer almakta.                                                             

Zeytinle konuşuyorum Zeytindağı’nda simsiyah!                                                                                

Bir ayindeymiş gibi diz çöküp kalıyorum                                                                                           

Bir ağaç ve kelebek resmi çiziyorum                                                                                                                   

Tuzlu sular basıyorum çatlamış dudaklarıma.                                                                                               

Yaaa.. diyorum sonra, iç çekip uzatarak                                                                                                

Bu makası ne yapmalı,bu ihaneti                                                                                                                          

Bu yürüyen dağı, bu havarileri                                                                                                                

Bu üç vakit çalınan borozanı, bu kükürtlü geceyi                                                                                         

Bu akan kanı simsiyah!(Adem Turan-s.7)                                                                             

Ahmet Veske bir renk cümbüşünde “…/tenlerimizden kzılca bir şafak boşalır”(s.9) imgeselliğiyle şiire yürürken; “gülün muradı neyler iflah olmaz yarama/yıldızlar ki koyu mavi karanlığın haramileri/gecenin beyaz sesinden toprağa düşecekler.”(s.9) derken; Ali Sali; “dokunaklı bilirdim yıkıntıları/seni içime aktarırken/alnımdaki dikene emanet eder/savunmasız alnımı/işte acılarımı dindireceğim mekan derdim/..” (s.11) teslimeyitinde görülüp; “eski bir ağrıydı alnımdaki/gölün kapılarını açmaya yükümlü kılınan/dokunaklı ağıtlarla/ellerinin mühründen tevarüs edildi”(Eski Bir Ağrıdır Alnımdaki-s.11) bildirimini mühür gibi şiire vururken; Cafer Turaç, “Bir Gül ve Bir Mektup” şiirinde, hüzünlü bildirimde bulunur:                                                                                  

Askeriyeden ayrıldım Alâedddin Abi                                                                                                

Dalına küsen bir yaprak gibi/kapı aralandı ve çıktım                                                                                       

Görülmüştür damgası silindi yakamda                                                                                                            

Ne karakolda nöbetim ne de suya atılacak mektuplarım var. (s.13)                                    

Sessiz bırakılan bir bahar gününün mavzer bakışıyla korkup, eviçlerine sğınan” Nurettin Durman; “…/Kara bahtlı halkımın karanlık günleri/Değiştiremedi nedense alnımdaki çizgileri/Sedef kakmalı bıçaklar silinmeyen yara izleri/Uzun namlulu tüfekler göğsünden vurulanlar/Ve kalın paletli tankların gümbürtüsü…” dizeleriyle darbe eleştirelliğini aynsıttığı algılanır…                                                                                       

Biz o zaman oyun oynayan çocuklardık                                                                                                   

Hele karanlık çöktü mü evlerin üzerine                                                                                                     

Bizim de yüreğimize çökerdi korkular                                                                                                 

Öyle acı verirdi öyle yalnız bakardı                                                                                                                 

Bakardı ki sesimiz gitmiyor yıldızlara (s.42)

“Bir yangın yeri gibiyse yüreğin/Ay tepside sana sunulacak/Sonra denize düşecek ay/Sen tutunacaksın/Yüreğin tutunacak” dizelerinde açık şiir çizgisiyle seslenen Recep Garip’in yaklaşık 13 kadar kitabı olan ve aynı zamanda yirmi iki resim sergisi açan bir ressam. Adana milletvekili olarak parlamentoya da giren Recep Garip’in birçok dergilerde şiirleri yayınlanmış, belediyelerin danışmanlıklarında bulunmuş.   

Ey güle düşen deniz                                                                                                                          

Ey tutanaklara geçirilen İskender                                                                                                          

Bir sessiz gemiyse aklın                                                                                                                      

Demleniyor demek kalbin. (s.31)           

“…/mahlâsı yitik ve sâde ipekten bir gürültü” gibi sanki şiire özgü bir gürültü tanımının başı çektiği “Şiirlerinden Örnekler” (s.15) adlı şiirde  numaralı gazellerle şiir notları düşen Cevat Akkanat; “kırların fısıltısı saatlere çarpılıp” gibi bir görselliğe de şiirnd eyer açıp; “kış göğü yelken açtı/huzur sofrasından güneşin/yaprak hazan yüzün hüzün/nedir kan kaybı ömrümüzün/..” sorar sorusunu…         

“Çamların kozalakları büyüyor/Benimse gönlümde sen varsın” (s.17) diyen şair Faruk Anbarcıoğlu ”Bir karanlık gecede /Ansızın kopan bir tufanım ben” gibi, şiire göz kırpan bir sade dize fısıldarken; “…/sabır kalbimizin ağır sarsıntısı/bu, zamanı hatırda tutan yabancılık./şu, yakut bilinen tevatürlerle indirilen/küfür, vakte nişan olarak.”s.19) anımsatmasını yaparken imge görselliğinde; Hüseyin Çağrı, “…/Siz benim hâlâ çıkmayan bir şiirlik canım var sanırsınız/…” der kararlılıkla.

“…/ne uzun şiiri olur söylenebilse/kirpiklerinin” diyen Mehmet Aycı, “Akşamın Kirpikleri”nde yer alan, “senin o ince,/bilmediğim çiçekleri andıran kirpiklerin/benim siyah yangınlar çıkaran denizime/değince/uzak otobüslerden bir sancıyla inerim/her an/yıllar öncenin muzip oyuncakları/masum bir içgüdüyle aranıp bulunmayan…”(s.27)  dizeleriyle sade tavrıyla görülürken; Mehmet Butakın; “ey bir nilüferin ardından suya bırakılan günah yüz, sen kendine yetersin.” (s.29) başlığı altında verdiği şiirinde, tutsak zamana koyduğu duygusal ipotekin hüznüylke seslenir“bvağışlama beni!/hatırası olmayacak, her yeni gün muhzin bir vasiyet./mutlak bir söz lekesi./bu kez yenilirim/hepimiz için/bronz bir atın yarasını açan yiv./her şey gibi… kısalır uzun şarkısı tutsak imparatorluğun./ama neden/öyle derin bir hüznün içinde yalnız, yapayalnız?/unutsam şimali bir ağrı kalır içimde/ölümcül.” 

Mehmet S. Fidancı, “Demiştim kirleneceğiz/renk değiştirecek derimiz//Bu gün ağır ve sinsi/kara kumaşalrın arasına/yaşlı sokakların kahrıyla/yaşamak zorundayız” dizeleriyle, kendine özgü imgesel dizeleriyle değerlendirip, eleştiri getirip; “Bu gün/alış-veriş merkezleri/gerilip sallanmış da/İsraf’ilin sûrundan/cehenneme birkaç kişi gerekiyormuş//Uçar mıyız bilemem/bunca şimşeklerin arasından//Yarın şuraya/şuraya canımızı atalım/şu ırmağın kıyısına/söğüt dallarının altına”(s.31) dinsel bir motifin savurganlığı görselliğinde de getirdiği eleştiriyi net olarak görselleştirir.                          

Mustafa Celep, “babamın 1000x1000 genişliğindeki kabrinden geliyorum” (s.35) dediği “1000x1000”  adlı şiirinde; “…/bir şehir ıssızlana ıssızlana yoğun ve yorgun toprağa düştü/…/döşümde bezginliğin ölüsünü kovacakmıydı rüzgâr/…/yenilmez orduların tutkusuyla geçtim kabrinden babamın/…/üsttekiler alttakilere sağır, geçtim kabrinden/perdeleri sonuna dek açtım sabahın üstüne basa basa geçtim/geçtim gecenin içinden tınılar sesler ezgiler bırakarak/keder bana göreydi sevinci yırtıp attım/…” dizeleriyle baba sevgisine anlam, derinlik ve devingenlik kazandırırken;       Mustafa Özçelik, “Bir çift kırgın göz olup bakma yüzüme anne/Sen beni büyük denizlere adadın/Bir mürdüm eriğinin yeşil dalları altında/Bırakırken hayallerini toprağa/İşte o zaman başladı her şey/Bu solgun karanfilin hüznü/Yeşil ovalara düşen hainlik gölgesi” dizeleriyle giriş yaptığı “Sızı” adlı şiirinde, “İçimdeki bu harlı ateş senden/Ve beni mecnun suretine sokan bu susuzluk/…” dizeleriyle duyarlılık çizgisini net olarak ortaya koyar, imgelerin ender de olsa renklendirdiği “gönül penceresinden” yansıttığı dizeleriyle “söyler türküsünü”:

Dudaklarıma emanet ettiğin o muhacir türkü                                                                                                 

Yaşamak gibi bir tutkudur artık                                                                                                                     

Kalbimin penceresinden bakıyorum dünyaya                                                                                                    

Çünkü benim ülkem bütün yeryüzü                                                                                                              …                                                                                                                                           

Çünkü ben uzun bir hikayeyim                                                                                                             

Ey beni hayata kışkırtan rüyam                                                                                                                      

Bir köprüden geçerken                                                                                                                          

Hep suları kıskanıyorum                                                                                                                                

Sesim dağlara yakışsa da                                                                                                                                    

Ben ırmaklara söylemek istiyorum türkümü (s.37)

Yaşar Bedri “Hece Taşları” adlı şiirinde “…/bizsiz sayıkladığı koma hatıralarıyla/üşüyen babasını görür/belki Erzincan, belki Sarıkamış, belki hiçbir yerde/…” (s.53) Sonra da sorar, bilip bilmeden!.. karanlıktan daha korkunç ne olabilir/kendi uçurumunu aşındırıyorsa kar?//neden indirdin acını dağdan”                                  

babamı gördüm!.. tipiye karışıyordu                                                                                             

elini tuttum, soğuktu, yorgundu                                                                                                                  

bizi eksiltmesin, dedi, bunca acı, bunca talan                                                                                             

saçaklardan çözülen koca bir ömürmüş                                                                                                     

hecetaşında hatıralar bozkırı bekliyordu.                                                          

Sonra da,  “korkunun emzirdiği/şiirin kalpsiz çocuğuna” yapılanlara bakıp; “ şiir adına, geleneğin mor sümbüllü sesine döker sızlanmasını:  
...                                                                                                                                               

endişem, hece taşına                                                                                                                                   

anlamlı bir söz düşmekti (s.53)

“Nar” adlı şiirine, söz konusu meyvenin mistik vurgusunu da saklı tutarak, sevgiyle özdeş simgeseliğinde olduğu, “Vakit dar,/heybemde nar getirdim annemin çeyizinden/sevgiden korkmayan yüreklere…” dizeleriyle girdiği şiirinde narın geniş ve derin boyutuna aldığı insanda dizelerini kesikliğiyle lirikleştirmeye çalışan Nevzat Akyar; “…/ilk çığlık kadar yakışan bebeğinize…/…/heybemde nar getirdim annemin çeyizinden/sevgiye soyunmuş herkese,/vurmadan mührünü hükümdar…/diri ve serin nar, dışı serin içi har…” (s.41)  müzikalitesiyle sevgi narını dağıtmak ister insanlara.                  

Polisiye bir değini yaklaşımıyla, “…cavid kalpakoğlu”na yazdığı “Cinayet Mahalli” adlı şiirinde “seslerin seslere değmesinden türeyen ölüm/…/kimse şahdamarına yaklaşmasın/hatta kalmasın darülelhan’dan bir şarkı bile”(s.47) yasıyla derinleştirdiği “…/biz doğuda kalan oğullar…”dan ittihatçılara dek uzanır.

yaralanmış yerlerimiz adına sakıngan sulara aksın artık bu ırmak                                                                      

azap edilen günler ve bize öğretilen protestan ahlak                                                                                           

kekeme bir kalp önerdi ne yazık balçıktan bedenimize                                                                                         

oysa medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar                                                                                     

maktûllere aşina (si) yasallaşmış cinayet mahalli                                                                                       

sürüp duruyor ruhumuzu ölürayak bir menfeze  (s.47)                                                                

Ölüm deyince ardı arkası gelmiyor ne yazık ki… Seyfettin Ünlü, “…/İzi toprakta bulunmuş hayatımızın/..” hüznünde şiirin saygın bir ismine “…/cennet mülkünü okşayan güvercinlerle/Açılsın diye kalbimizin derin ıssızlığına” dizelerinin yön verdiği “Veda” adlı şiirle, “Erdem Bayazıt…” adına girer.

Uçtu dumanlı bir zaman da eriyen buhar gibi                                                                                                 

Gözlerimin önünde kaybolan gökyüzü                                                                                                       

Bizi bıraktı bir boşluğun yetiminde                                                                                                          

Oysa dizinde büyüdük senin ey zaman                                                                                                      

Bırakıp nereye gidiyorsun menekşeleri/...” (s.49)      

Sıddık Ertaş, da, “…/ruhumuza kurulan şeytanı taşlıyoruz” dizesinin yer aldığı mistisizm ötesi dinsel içerikli şiirinde,  “…/gümrah bir ırmak gibi//yaşamaktan daha güzeldir ölüm/ey saçlarını bir ayetin rüzgarıyla ağartan/…” vurgulu dizelerinde ölüm izleğine yer ayırır. hücrelerin ardından varmazsa kısık sesim                                                                                             

s         

nasıl bulacak seni çağların ötesinden                                                                                                  

kocaman kursağına ateşten bir çukurun                                                                                                      

kayıp düşmek üzere dayandığım                                                                                              

sözcükler/…(s.51) 

“Ey gökte süzülen yırtıcı kuşlar/Toprağı dinleyen yaşlı ağaç/Zaferini içinde kazanan savaşçı/Ne tarifsiz seferlere çıkmışım yazan yok/…” dizeleriyle başladığı “Rüyası Yetmiyor Savaşmalarımın” adlı şiirinde ise Mustafa Uçurum, kan dökülmenin umarsızlığına evrenselleşir “…/Rüyası yetmeyen savaşmalarıyla”                                               

Beklemekten olmalı uyku sarmış dört yanımı                                                                                                    

Sustuğum değil mi ki dağıtmış gençliğimi                                                                                           

Zalimdir kapanan gözüm, gitmeyen ayaklarım                                                                                                 

Yani uyur mu dünya kan dökülürken                                                                                                     

Yapraklar dökülürken                                                                                                                    

Titrerken bedenim yerine getirilmemiş sözden                                                                                       

Geçmeden yaşımın devrime yaslı yanı                                                                                                  

Daldığım uykulardan dalmalıyım meydana                                                                                                        

Rüyası yetmiyor savaşmalarımın (s.39)

Ne denmez çocuklar ve katliamlar için… İşte görüyoruz… Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de soykırımlara varan insan ölümleri… Dünyaca, ulusca yandığımız acılar, umarsız çırpınışlar gözlerimizin he rönüne geldiğinde lokmalarımız boğazımıza tıkanmıyor mu?.. Şair ne yapar?... Hem üzülür, hem yıpranır, hem yazar.. Çağının bu kara yazgılı tanıklığıyla şiirler bırakır.. Şair Mehmet Atilla Maraş da , “Bağdatlı çocuklar için”, yaptığı  insancıl sözcülüğün notunu hepimiz adına not düştüğü şiirinde;  “…/tek taraflı bir güç oyunu” olarak gördüğü Irak savaşının, “…/çocuk cesetleri üstünde oynanan bir kumar” olduğunu vurgulayan şair; insan hakları ve barışı evrensel olarak vurgulayıp; “…/Gelin Kızılderelileri konuşalım diyorum, Zencileri/Filistin’i, Afganistan’ı, İşgale uğramış bütün coğrafyaları/..” duyarlılığıyla seslenir:                                                          

BAĞDAT PAZAR YERİNDE

-Bağdatlı çocuklar için                                                                                         

Ve bombalar yağdırıyor Bağdat çarşılarına                                                                                                                   

vuruyor kehribar tesbih satan dükkânlarını                                                                                                     

düşüyor içimin en tenha ve mahrem yamaçlarına                                                                                                 

hayret kesiliyorum o saat iliklerime kadar hayret                                                                                                    

eriyor, ufalıyor benimle beraber yüzlerce hayat                                                                                                                 

Bağdat dükkanlarında altın, hurma, baharat.                                                                                                            

***                                                                                                                                        

Bir bomba daha düşüyor Bağdat Pazar Yeri’ne                                                                                                    

ben bunu net görüyorum                                                                                                                                     

on ikinci vizyonda                                                                                                                                      

bakıyorum çocuklar koşuşuyor                                                                                                                 

annelerinin eteklerinde elleri                                                                                                                                         

kan revan uzanmış yatıyor o çocuklardan iri                                                                                                                   

yerde upuzun bir kan şeridi…                                                                                                                        ***                                                                                                                                              

Bana soruyor büromda, ABD elçiliğinde                                                                                                                    

insan haklarından sorumlu biri, anlayışı dar                                                                                                                        

“Bu savaşı nasıl görüyorsunuz” diyor hiç sıkılmadan                                                                                         

bu savaş mı Allah aşkına                                                                                                                                   

tek taraflı bir güç oyunu                                                                                                                                           

çocuk cesetleri üstünde oynanan bir kumar                                                                                                          

 ***                                                                                                                                                     

Gelin Kızılderelileri konuşalım diyorum, Zencileri                                                                                                

Filistin’i, Afganistan’ı, İşgale uğramış bütün coğrafyaları                                                                                     

Şimdi sırası değil diyor, şu karşımda oturan Amerikalı                                                                                       

Şimdi artık yok baharat çarşıları, ne altın ne de Pazar                                                                                                     

 sade cesetler üstünden göğe yükselen buhar. (s.25)

Mehmet Atilla Maraş

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 15.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9548,57%0,19
  • DOLAR

    32,49% 0,16
  • EURO

    34,80% 0,25
  • GRAM ALTIN

    2487,88% 1,05
  • Ç. ALTIN

    4157,48% -1,05