(DEFTER) Büyükelçi Hasan Sevilir AŞAN


RÜYALAR, AŞK VE HÜZÜN

"Birazdan okuyacaklarınız, hayal gücümü de yanıma alarak yazdığım, gerçek olaylara dayanan bir yaşamöyküsüdür''


Bu hafta sizlerle, korona günlerinde size eşlik edebileceğini düşündüğüm, geçtiğimiz günlerde yayınlanan yeni bir kitabı paylaşmak istiyorum.

Zerrin Dağcı'nın 'Rüyalar, Aşk ve Hüzün' başlıklı gerçek bir yaşam öyküsü romanı.

Roman, Osmanlı İmparatorluğunun her cephede savaş verilen, her köşesinde isyanlar yaşanan zor dönemlerini, Cumhuriyetin meşakkatli kuruluş yıllarını, Balkan esintili, Karadeniz, İstanbul ve Ankaralı yıllardan,  hayatını 'iyi yöneten' cesur bir kadının, Ümran'ın yaşadıkları üzerinden anlatıyor.

''Ümran, rüyasında gördüğü ve aşık olduğu adamla gerçek hayatta karşılaşıp kısa süre içinde evlendiğinde  hayatın getireceği sürprizlerden habersizdi''

***

Yazarımız Zerrin Dağcı, daha önceki  'Geçmiş Zaman Bahçesi' ve 'Evvel Zaman Hikayeleri' kitaplarında olduğu gibi üçüncü romanında da yine eski zamanlarımızı, hüzünlü aile öyküleri örgüsü içinde,  huzurlu dili ve kalemiyle bize yeni yeni edebi sayfalar açıyor.

Mülkiye'den uluslararası ilişkilerci Zerrin Dağcı, edebiyatçılığının yanısıra, diplomatik yazışma, protokol, iletişim eğitimi uzmanlığı, televizyon programcılığı, editörlük ve seyahat yazarlığı ile de tanınmakta.

'Rüyalar, Aşk ve Hüzün'  Yazarımızın, Osmanlının son neslinden olan Cumhuriyeti kuran kuşaklardan büyük halası Ümran hanımın keyifli olduğu kadar hayalkırıklıklarıyla dolu mücadeleci yaşamının izlerini yansıtmakta.

***

''Birazdan okuyacaklarınız, hayal gücümü de yanıma alarak yazdığım, gerçek olaylara dayanan yaşamöyküsüdür'' diyen Dağcı'nın her başlığı ayrı bir hikaye tadındaki kitabından bir bölüm;

''YÜZBAŞIZADELER

Orta Karadeniz’de Bir Kasaba

Subay olan babasını, tayinler, uzun süren savaşlar ve ülkenin çalkantılı hali yormuştu. Emekli olup doğduğu yer olan İştip’ e gidip yerleşmek istiyordu.

Ancak o sıralar Balkanlar karışıktı. Üstelik İştip çok uzaktaydı. İbrahim Bey, emekliliğini İstanbul’ da geçirmek istemiyordu. Tayinleri sırasında Kastamonu vilayetinde görev yapmıştı. Görev yeri çevresindeki ilçelerden biri olan Boyabat’ı çok sevmişti. Kasabanın ortasından akan nehir, üzerindeki köprü, yeşillikler içindeki küçük sevimli evleri ona İştip’i hatırlatmıştı. Artık rahat ve sakin bir hayat istiyordu.

Bu nedenle orta Karadeniz’de bu küçük ilçeye yerleşmiş, biri büyük ve bahçeli yazlık, diğeri çarşıya yakın ve kışlık olmak üzere iki ev satın almıştı. Hatta yapılan tadilatlarla yazlık evini İştip’ teki evine benzetmişti.

Kasaba halkıyla kısa zamanda çok güzel ilişkiler kurulmuştu. Gerçi burada İstanbul’a göre çok daha tutucu bir hayat vardı ama yine de güzel dostluklar kurmuşlardı. Kısa zamanda aile “Yüzbaşızadeler” lakabıyla anılmaya başlanmıştı. Burada çalışmayı düşünmüyordu. Zor şartlarda geçen subaylık yıllarından sonra dinleneceği bir döneme girmişti. Evde oturmaktan sıkıldığında, çarşıda yapılacak bir-iki dost ziyareti, civara yapılacak kısa bir yürüyüş ya da evde biraz okumak, biraz yazmak ona iyi gelecekti. Savaş yıllarından edindiği günlük tutmak gibi bir alışkanlığı vardı. Onları düzenleyip çocuklarının okuyabileceği hale getirmeyi düşünüyordu. Yaşadıklarını ailenin gelecekteki kuşaklarına aktarmak güzel olacaktı.

Hanımı Nebiye de kendisi gibi Balkanlıydı. Onun hayatı daha da çileli geçmişti. Doğup büyüdüğü Şumnu’dan ailesiyle çocuk yaşta ayrılmış, bir süre Selanik’te yaşamış, anne ve babasını kaybettikten sonra subay olan ağabeyi ve ailesiyle önce Edirne’ye ve İstanbul’ a sonra da Taşköprü’ye gelmiş ve o kasabada İbrahim Bey’le evlenmişti. Nebiye, çok yer değiştirmenin ve savaşların verdiği yorgunlukla, hiç itiraz etmeden bu küçük kasabada oturmayı kabullenmişti.

Babaannesi de yeni yerlerinden mutluydu. Mutlu olmaktan başka çaresi de yoktu. Zaten kim kalmıştı ki İştip’te, ya da doğup büyüdüğü yer olan Gostivar’da? Annesi babası çoktan hakkın rahmetine kavuşmuşlardı. Erkek kardeşlerinin yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyordu. Cepheye giden dönmemişti ki. Kendisinden yaşça hayli küçük olan kardeşi Şükriye de bir kâtiple evlenip Halep’e gitmişti. Şükriye tekne kazıntısıydı ve ondan tam on sekiz yaş küçüktü. Küçük kardeşi söz konusu olduğunda kendini abladan ziyade anne gibi görürdü. Şükriye, eşi Emin Ziya Bey’in tayini nedeniyle Halep’e gitmişti. Oradan da Kahire’ye. İki yıldır ondan da mektup gelmiyordu. Aklına kötü şeyler getirmek istemiyordu ama haberleşememek hayra alamet değildi.

Bu kasaba, şu yaşlı haliyle onlara yeni bir yurt, yeni bir umut olacaktı.

Hüsniye Hanım karakter olarak uyumlu bir insandı. Zaten kolay kolay kimseye kızmaz, halinden şikâyet etmezdi. Gelini Nebiye’ye de hiç karışmazdı.

Ümran da bu kasabayı seviyordu ama buradaki hayattan hoşnut değildi. Heyecansız buluyordu buradaki yaşantısını. Büyük kent dışındaki hayata ayak uydurmak zor geliyordu. Vaktinin çoğunu kardeşleri Hakkı ve Hulusi ile geçiriyordu ''

***

İyi okumalar.

Ali güner
2.05.2020 17:05:02
Yazarlarınızdan sayın,hasan Sevilir aşanın yazılarını büyük bir zevkle okuyoruz,takip ediyoruz.Ve çok beyeniyoruz.Teşekkürler Hasan Sevilir Aşan.

Hasan Sevilir Aşan
3.06.2020 19:04:03
Çok teşekkürler sevgili Ali Güner. Çok naziksiniz

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli
  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00