Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


NERDE ÖYLE BİR MÜDÜR!

Ne yoksulluk çektik, ne de kimseye muhtaç


Ne yoksulluk çektik, ne de kimseye muhtaç
İnsanlık onuru başımızda tâç
Türkmen Yörükleri soyumdur benim.
Süleyman BOZDEMİR
Kasabalardaki, kentlerdeki babaları bilmem de, 1940’lı, 1950’li yıllarda köylerdeki babalar, kız
olsun, erkek olsun çocuklarını ya hiç öpmezler; ya da ayda yılda bir öperlerdi.
“Bu belki sizin köyde böyleydi. Her köyde öyle olmayabilir. Niçin genelleme yapıyorsun?”
diyeceksiniz.
Haklısınız da, “Anılarımla Hasanoğlan” ve “Bir Öğretmen Yetişiyor” kitaplarının yazarı
Kırşehir ilimizin Çiçekdağı ilçesinin bir köyünde doğan Şehriban Tuğrul da üç beş yıl önce okuduğum
“anı-roman” türündeki çok güzel eserlerinde, mealen:
“Dört beş yaşlarındaydım. Babam sevip okşuyor, yanaklarımdan öpüyordu beni. Annem
görünce:
“Kız çocuğu fazla sevilip öpülmez. Yapma bir daha!” diye uyardı babamı.” diye yazıyordu.
Benzer bir duruma, yazımızın girişine üç dizesini aldığım Prof. Dr. Süleyman Bozdemir’in “Bir
Yaşam Öyküsü – Eğitim ve Bilime Adanmış Bir Ömür” adlı kitabında da rastladım.
Prof. Bozdemir, Mersin’in Aydıncık ilçesinin Eskiyörük köyünden… 1980’lere kadar Aydıncık,
Gülnar ilçesine bağlıydı.
Aksu Öğretmen Okulu’ndan sınıf arkadaşlarım Seyfi Kubilay, Veli Özgen, Ömer Kars, Remzi
Mert, Lütfi Torpil, Cemil Gökgöz, Haydar bilgen, Ahmet Yıldız, Zeynel Âbidin Kara, Galip Keçeli ve
Himmet şen Mersin’ liydi. Çoğu Arslanköy’ den… Bozdemir’in çok iyi tanıdığı Eskiyörük köyünden
Hasan Tuncer de bizden bir sınıf önce idi.
Yıl 1957… Ağustos sonları… Yayladakl köylülerin birçoğu köylerine göçmüş. Küçük çobanımız
Süleyman, davarlarını güdüp de evlerinin yakınındaki kuyu başında keçileri sularken, ablasının sözlüsü
öğretmen Ali Anamurluoğlu, Aksu’ya giriş sınavını kazandığı müjdesini verince, dünyalar O’nun olur!
O sırada babası, sahildeki tarlaları güz ekimine hazırlamak için köye gitmiştir. Babasına haber
vermek için köyün yolunu tutar. 30 -35 kilometrelik yolu nerdeyse koşarak 5 - 6 saatte alır.
Oğlunu karşısında gören baba çok şaşırır. Kötü bir haber alacağını sanarak korkar önce,
müjdeyi alınca sevince boğulur. Ve ilk kez oğlunu alnından öper.
Düşünebiliyor musunuz, yaklaşık 14 yaşlarındaki oğlunu ilk kez öpüyor bir baba.
Sözlü sınavı da kazanıp yine köyüne döner Bozdemir. Kayıt için istenen gerekli belgeler
hazırlanır. Okula gitme zamanı gelince, babası oğlunu ata bindirir; önüne de tahta bavulunu koyup
Gülnar’a kadar götürür. Aksu’ya gitmek için hazırlanmış öğrencileri bulup tanıştırır.
Veda saati gelince, oğlunu ilk kez yanaklarından öperek uğurlar. Güzel sözlerle başarılar
dileyip “Sık sık mektup yaz.” demeyi de unutmaz.
Mersin’le Antalya, ikisi de Akdeniz kıyısında ve komşu iki il… İki il arası, herhalde 3 – 4 saattir;
değil mi?
Yıl 1957 olduğuna göre, bakalım; Mersinli öğrenciler nasıl gitmişler Antalya’ya, Aksu’ya?
Mersin’den binerler trene. Önce Konya’ya, sonra Afyonkarahisar’a gelirler. Orda aktarma
yapıp Burdur’a, Burdur’dan otobüsle Antalya’ya… Sonra başka bir otobüsle Aksu’ya…

Dalga geçmiyor, şaka da yapmıyorum.
“Pekiyi, kulağı niçin ters göstermişler? Mersin’le Alanya arası nedir ki? Kuvvetlice bağırsan
duyulur nerdeyse. Neden sahil yolunu izlememişler de dolanıp durmuşlar?” dediğinizi duyar gibiyim.
Pekiyi, var mıydı sahilde bir yol?
1957’de yoktu maalesef. Ne tren yolu, ne kara yolu… Haftada bir, on günde bir giden vapuru
saymazsanız, deniz yolu da yok...
“Yöneticilerimiz uyuyor muymuş?” diye ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim!

***

Birkaç hafta önceki bir yazımda, Aksu’daki sevgili öğretmenim ve müdürüm Enis Türköz’den
söz etmiştim: Hani, benim yükseköğrenim yapabilmem için, babamı köyden çağırtıp okulda O’na iş
veren müdürüm…
“Öğrencim Hüseyin Erkan, ille de yükseköğrenim yapmalı ve ille de İstanbul’da okumalı!”
diyen ve bunun için elinden ne gelirse yapan öğretmenim ve müdürüm!
Acaba, aynı okulun öğrencilerinden Prof. Dr. Süleyman Bozdemir’in de Enis Türköz’le ilgili bir
anısı var mıydı?
En iyisi, kendisine soralım.
Varmış, varmış bir anısı. Dinleyelim o zaman:
“Sözlü sınavdan sonra, şiddetli bir ateşli hastalığa yakalanıp bir hafta kadar yatarak tedavi
oldum. Bunun sonucu çok halsiz ve zayıf düşmüştüm. O sırada Mersin’den Antalya’ya giden gemi
dışında tek vasıta olan trenle gitmek zorunda kalmıştım. Yolda ishale yakalandım. Bu yüzden
Afyonkarahisar’da treni kaçırdım ve orada bir gün beklemek durumunda kaldım. Bütün bu
engellere karşın okulun açılış gününe yetişebildim.
Okula girince, olağanüstü bir sistemle karşılaştım. Müdürümüz Enis Türköz, yeni gelen
öğrencileri büyük bir meydanda topladı ve her birimizle tek tek ilgilendi.
Benim önüme geldiğinde hayretle yüzüme baktı ve “Sen iyi misin evladım?” dedi. Ben de
sınavdan sonra geçirdiğim şiddetli rahatsızlıktan söz ettim.
Bunun üzerine müdürümüz, ilgili kişileri yanına çağırarak özel bir beslenme uygulanması
talimatını verdi. Böylece iki ay süresince, diğer öğrencilerden farklı olarak benim için özel yemekler
çıkarıldı.
Müdürümün bu ilgisini hayatım boyunca unutmadım. Kendisine şükran borçluyum. Bu
okulda hiçbir ayrıntı, idarecilerin ve öğretmenlerin gözünden kaçmıyordu. Öğrenciler her konuda
çok iyi eğitilmeye çalışılıyor, öğretmenler öğrencilerle birebir ilgilenerek onların özel yeteneklerini
keşfediyorlar ve gerekli ortamı bizlerin daha iyi yetişmesi için hazırlıyorlardı.”
Gördüğünüz gibi, Müdür Enis Türköz, yalnızca son sınıf öğrencisi Akseki’nin Gödene
köyünden Hüseyin Erkan’la değil, Aydıncık’ ın Eskiyörük köyünden okula ilk geldiği gün birinci sınıf
öğrencisi Süleyman Bozdemir’le de ilgileniyor.
Hem de öyle bir ilgilenme ki bu, anısı dünyaya değer! Demek ki, Enis Türköz yalnızca
bakmıyormuş. Bakınca görüyor, görünce düşünüyormuş. Düşününce de en doğru çözümü buluyor ve
hemen uyguluyormuş
Var mıydı sizin de böyle bir müdürünüz, böyle bir öğretmeniniz?
Gelin, biraz daha dinleyelim; bu gerçekçi yazarı:
“Ben kendi adıma çeşit çeşit üç kap yemeğin masaya konduğunu ilk kez orada görmüştüm.
Çamaşırlarımızın her hafta yıkandığını, nevresimlerimizin sık sık değiştiğini, her hafta hamamda
banyo yaptığımızı gördükçe, bir rüya âleminde yaşadığımı sanıyordum.

Terzi elinden çıkmış, işçiliği iyi takım elbiseyi ilk kez orada giymiştim. Büyük bir
kütüphaneyi, çeşit çeşit laboratuarları yine orada görmüştüm. Klasik müzik konserlerini ilk defa
orada dinlemiştim. Sinema ile ilk kez Aksu Öğretmen Okulunda tanıştım. İlk filmi bu okulda
izledim.” (*)
Asla abartmıyor; sevgili profesörümüz. Tüm yazdıklarının bire bir tanığım ben de. Aynen
onaylıyorum. Tek sözcüğünü bile değiştirmeden hem de…
Bir kez daha sorayım şimdi:
Var mıydı, sizin de Aksu gibi bir okulunuz?
Var mıydı, sizin de Enis Türköz gibi bir öğretmeniniz?
Var mıydı, sizin de Enis Türköz gibi bir müdürünüz?
---------------------------------------------------------------------------
(*) Bir Yaşam Öyküsü – Eğitime ve Bilime Adanmış Bir Ömür: Prof. Dr. Süleyman Bozdemir, Karahan
Kitabevi, 2018 Adana (Yazar Tel: 0535 694 25 47; suleyman.bozdemir@hotmail.com)

Şehriban Tuğrul
29.11.2021 21:50:12
Ne güzel bir yazı teşekkürler ÖĞRETMENIM Yüreğinize sağlık. Sizin Aksu ÖĞRETMEN Okulunuz varsa benimde HASANOĞLAN ATATÜRK İLKÖĞRETMEN Okulum vardı. Sakın meydan okuma sanmayın. O okullar olmasaydı Sizler ve Şehriban Tuğrul'lar olmazdı. NE GÜZEL OKULLARDI. Yok edenler yerlerinde rahat uyumasınlar. Ülkemi kararttılar kendileride karanlıkta yatsınlar.

YAZARLAR

  • Perşembe 31.6 ° / 17.1 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 15.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • BIST 100

    9629,68%0,85
  • DOLAR

    32,53% 0,26
  • EURO

    34,66% 0,36
  • GRAM ALTIN

    2499,23% 0,53
  • Ç. ALTIN

    4196,44% 1,04