Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


Müdür mü olmak istersiniz, Direktör mü?


“İnsanın yaşadığı değildir hayat,

aslolan hatırladığı ve anlatmak için

nasıl hatırladığıdır.”

MARQUEZ

Her gün, yeni yeni şeyler öğreniyorum hâlâ; tanıştığım, konuştuğum insanlardan.

Bilmem, söylemiş miydim daha önce, iyi bir konuşmacı değilsem de, iyi bir dinleyiciyim ben.

Öyle dinler gibi görünüp de içinden: “Sen bunları benim külâhıma anlat.” diyenlerden de değilim. Gözümü ve kulağımı dört açar, adamakıllı dinlerim.

Üstelik önyargısız…

“Asla” demeyeyim de, mümkün olduğu kadar önyargısız…

“Ne söylüyor?..  Ne anlatmak istiyor? Neden öyle düşünüyor?  Bilmediğim neleri açıklıyor?” sorularının cevaplarını bulmaya çalışırım.

Düşündüğümün tam tersini söylese de sözünü kesip itiraz etmem, bildiklerimin yalan yanlış ve uyduruk şeyler olduğunu iddia etse de…

Hayır, kızmam; sinirlenmem.

Niçin kızacak, neden sinirlenecekmişim ki?

Söylediği gibi, ya benim bildiklerim değil de onun dedikleri doğruysa?..

Niçin ille de ben doğru düşünüyor olayım ki? Ne farkım var benim ondan?

Doğru düşünen o, yanlış düşünen ben olamaz mıyım?

Nice yollar tepip nice köprülerden geçtikten sonra, bu olgunluğa eriştim artık. (Bence, olgunluk sayılmaz bu ama siz öyle kabul ediyorsanız, öyle olsun!)

Dinlerken olduğu gibi, okurken de aynı mantık çalışır bende.

“Yazar” ın adı da önemli değil benim için, dini de, milliyeti de…

Yazdığı gazete de önemli değil, dergi de,  kitabını basan yayınevi de…

Bana ne bunlardan!

Yeni bir şey söylüyor mu?

Ezberlerimi mi tekrar ediyor, yoksa düşündürüyor mu beni?

Bir emek ürünü mü yazdıkları, laf salatası mı?..

Laf salatası” deyip geçmeyin. Bu konunun öyle çok uzmanı var ki!..

Baştan sonra hiçbir şey söylemeden, gazetedeki köşelerini dolduruyorlar, günlerce. Ve nice tiryakileri var; okutuyorlar kendilerini.

Az uz bir yetenek midir bu?

“Yararlı bir yetenek midir ama? Ne yararı var okuyana? ”diye sormayın lütfen.

Sigara da yararlı değil ama onca tiryakisi var… Aksine, zararları da caba!..

Sözü fazla uzatmaya gerek yok… Ârif olan anladı zaten ne demek istediğimi.  Ârif olmayan da okumaz zaten bizi!

Biraz geç de olsa, asıl konuya geldim işte:

Yukarıda söylediklerimin aksine, Mustafa Şanlı öğretmen “Kara Çadırdan Aksu Köy Enstitüsüne”  adlı eserde çok şeyler söylüyor okuyucuya.

Görüşüne, düşüncesine, eleştirisine, yargısına katılır, katılmazsınız; o başka mesele ama en azından düşünürsünüz.

İşte sizin için seçtiklerim: 

Şanlı Öğretmen, Aksu Köy Enstitüsü’nde son sınıf öğrencisiyken okula Celal Kendidoğan adında bir öğretmen atanır. Gençtir; henüz sakalı bıyığı bile tam çıkmamıştır. Nöbetçi Öğretmen Celal Bey, “Okul Başkanı” olan öğrenci Şanlı ile bir konuda anlaşamaz. Öfkesine yenik düşüp öğrenciye bir tokat atar. İkinci el kaldırışında elini tutup:

“-Bir daha vurursan, karşılık veririm. Sizin için iyi olmaz. Bu okulda dayak atılmaz.”deyince Şanlı, öğretmen durumu okul müdürüne bildirir.

Müdür, Tonguç’un “Enstitülerde öğrenciye dayak atılmayacaktır.” emrini hatırlatıp “Git, Mustafa’nın gönlünü al, bir de okul başkanı; bizler gibi yetkili.” der.

Bunun üzerine Celal Öğretmen, Şanlı’yı çağırır. Yaptığının hata olduğunu söyler. Barışır-lar, sonraları dost olurlar.

Şanlı Öğretmen, bu anısını anlattığı bölümü şöyle bitirmiş:

“Saldırganlıklar, hırsızlıklar, intiharlar çoğaldı. Mistik, korkutucu, gerici eğitimin ürünlerini toplar olduk. Yaşama bağlı, uygulayıcı, araştırıcı, özgür, eleştirel eğitim

uygulamalarını yapamazsanız sonuç bunlar olur. Çocuklarımız, geleceğinden güvensiz, korkular içinde eğitiliyor. Ekonomik baskı, dinsel baskı, töresel baskı onları yaşamlarından bile ediyor. Onlara kendilerine güvenme eğitimi vermiyoruz. Tüketici,  bezdirirci, ezberletici bir eğitim uyguluyoruz. Yurttaşlar, uyanın artık!”

Mustafa Şanlı’nın Aksu Köy Enstitüsü’ndeki öğretmenlerinden biri de, en verimli çağında bir suikast sonucu kaybettiğimiz, benim de kendisini yakından tanıma onuruna eriştiğim değerli yazar ve bilim adamımız Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’dir.

Şöyle anlatmış Tütengil’i, kitabında Şanlı Öğretmen:

“Cavit Orhan Tütengil’i, anlatmak buralara sığmaz. Derse ilk girişi sarsıntıya uğrattı. 1. 58 boyunda, koyu esmer, kıvırcık saçlı, incecik dudaklı, tombul bir öğretmendi. Sınıfta bir gülüşme oldu. Öğrencilerin bu davranışları karşısında dikildi, durdu. Sınıfın her öğrencisini gözlemledi. Alındığı belliydi. Bu tutumumuzu alaysı gördü. Başladı konuşmaya:

“-İnsanın ölçüleri tabanıyla tepesi arası değildir. Tepesiyle çenesi arasıdır. Tepeyle çene arası yaklaşık bir karıştır; her insanın ağırlığı kafasındadır. İşlemeyen, çalışmayan bir kafa da doğal bir yaratıktır; sizlerin kafalarını doğal bir yaratık olarak görmüyorum. Benim enime, boyuma bakıp gülüştünüz. Belki de beni yeterli görmediniz. Dersimi dinleyip bana fırsat vermediniz. Daha ilk dersi yapmadan beni gücendirdiniz. Sizlerden böyle bir davranış beklemiyordum.” sözleriyle hepimizin başını öne eğdi. Özür bile dileyemedik.”

Şanlı Öğretmen, bu kitabında iki okul müdürünü de anlatır. Bunlardan biri, Enstitü’nün Talat Ersoy’dan sonraki ikinci müdürü Halil Öztürk’tür.

Bakalım, nasıl bir insan, nasıl bir müdürmüş:

“Halil Öztürk halk adamıydı. Yalın, gösterişsiz bir görünümü vardı. Giyimi, kuşamı okul yaşantısına uygundu. Çok kere öğrencilerin aralarına karışırdı. Bizimle birlikte inşaat işlerine, tarım çalışmalarına katılırdı. Kiremit, tuğla taşıdığı olurdu. Tarım işlerinde belleme, çapalama işlerine katılırdı. Kaval, davul çalardı. Eğlence günlerinde bazen davulu alır gümbürdetirdi. Öğrencileri coştururdu. Müdürlük kasıntısı göstermezdi. Antalya’nın Yeşilbayır köyündendi. Pedagoji bölümü çıkışlıydı. Tonguç’un yakın dostlarından olduğunu sonradan öğrenmiştik. Tonguç görevden alınınca, Halil Öztürk de alınmıştı.”

Yıl, 1947’dir. Hasan-Âli Yücel, Millî Eğitim Bakanı; Tonguç da Genel Müdür değildir artık. Öyleyse “halk adamı”, yalın ve gösterişsiz bir eğitimci ve yönetici olan Halil Öztürk’ün de müdür olmaması gerekirdi!

Kimi mi getirmeliydi, O’nun yerine?

Elbette Halil Öztürk’te olanların olmadığı birini…

Yeni MEB Sirer ve yeni Genel Müdür Yunus Kâzım Köni, çabuk bulurlar bu vasıfta birini. Kim ve nasıl biri olduğunu Şanlı Öğretmen söylesin yine:

 “Onu hiç tanımıyorduk, önce müdür odasını değiştirdi. Kapı üzerindeki müdür yazısını kaldırttı. Büyük görünümlü “Direktör” yazısı asıldı. Giyimi, görünüşü çok düzgündü. Okulun müdür evinde pek kalmazdı. Günlük Antalya’ya gider gelirdi. Öğretmenlere, öğrencilere geriden dururdu. Kendinde bir üstünlük görünümü vardı. Bir seferinde öğrencilerden biri “Müdürüm” deyince çıkıştı. “Direktörüm diyeceksin” buyruğunu verdi. Arkadaşımız bir şaşkınlık geçirdi. Özür bile dileyemeden oradan uzaklaştı. Kendisine yaklaşamazdık.”

Müdür dediğin, böyle olur işte arkadaş! (Pardon, “Direktör” demem gerekirdi, değil mi?)

“-Kimmiş bu adam?” diye mi soruyorsunuz.

Sonradan Çapa Eğitim Enstitüsü’nde benim de “Metot ve Uygulama” dersime giren fakat iki yıl  boyunca kendinden hiçbir şey öğrenemediğim Kemal Kaya

Daha ne ibretlik sahneler var, Mustafa Şanlı’nın “Kara Çadırdan Aksu Köy Enstitüsüne” adlı kitabında!

Haa… Sahi, sormayı unuttum: Siz, Halil Öztürk gibi bir müdür mü olmak istersiniz, Kemal Kaya gibi bir “direktör” mü?

 

(*) Kara Çadırdan Aksu Köy Enstitüsüne (Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları)

    Mustafa Şanlı, Nisan 2012, 304 sayfaTel: (0242) 241 31 28 – (0536) 229 56 10  

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92