Yılmaz AYDOĞAN / BÖYLE GİTMEZ!


MAFYA BABASINA SİLAH TAŞIMA RUHSATI

Yaklaşan Kurban Bayramı öncesi diğer Vali Yardımcısı arkadaşım Osman Acar Sayın Vali’den bir haftalık izin alarak ayrılınca, yokluğunda onun görevleri de benim üzerime kaldı.


18 Haziran 1991 tarihinde Emniyet Müdürlüğü Ruhsat Tebligat Şubesi’nin dosyaları arasında getirilen iki adet Taşıma Silah Ruhsatı’nı imzalamak zorunda kaldım. Mülki İdare Amirliği yaptığım dönemde, “Doğruluğuna inanmadan ve istemeden yaptığım iş, kerhen attığım imza,” pek azdır. İşte bu, onlardan birisiydi.

Aslen Diyarbakır Lice nüfusuna kayıtlı, soy olarak Ermeni olup uyuşturucu kaçakçısı ve Devlet aleyhine onlarca suç kaydı bulunan, mafya babası olarak tanınmış Behçet Cantürk (*) adlı kişiye Emniyet Genel Müdürlüğü’nce gönderilen bir dosyadaki “Bakan onayı” gereğince düzenlenen, iki adet Smith Wesson marka tabanca için taşıma ruhsatlarını imzalayarak işlemi tamamlamak, bana denk gelmişti.

Dosyayı inceledim. Emniyet Genel Müdürlüğü’ndeki personel, ilgilinin suç kayıtlarını mahkeme kararları ve İstihbarat Şube değerlendirmesiyle birlikte yer ve zaman göstererek sıralamış, “Böyle birine taşıma silah ruhsatı verilemeyeceğini,” açıkça vurgulamış; o tarihte Emniyet Genel Müdürü, benim eski Valim olan Sabahattin Çakmakoğlu da kendi el yazısıyla, “Taşıma değil bulundurma amaçlı bile silah ruhsatı verilemez,” görüşünde olduğunu belirtmesine rağmen, İçişleri Bakanı Abulkadir Aksu el yazısıyla, “Verilsin” diye onaylamıştı dosyayı.

İl Emniyet Müdürlüğü’nce yapılan ve bana imzalatılan ruhsatlar bu onay emrin gereğini yapmaktı.

Abdulkadir Aksu’ya o güne kadar hep sempati ile bakan biriydim. 1976-77 öğretim yılında ilkokul öğretmenliği yaptığım Yozgat ili Sarıkaya ilçesinin eski kaymakamıydı ve orada sevildiğine tanık olmuştum.

Kaymakamlık Kursumuza konferansçı olarak gelmiş ve “İç Güvenlik Hizmetlerinin Teşkilatlanması” konulu bir sunum yapmış, sorularımıza oldukça içten cevaplar vermişti

Bir önceki görev yerimde ilçe muhtarlarının, “Özalp’teki görev süremin uzatılması,” talebine olumlu karşılık vermiş ise de bu görüşmeden on gün sonra Diyarbakır ili emrine görevlendirilmem onun tasarrufuydu. Bu durum, vatandaş karşısındaki dürüstlüğü hakkında kuşku duymama yol açmış bulunsa da Valim Cengiz Bulut’un, “Siz buraya Bakan Bey’in torpili ile geldiniz. Sizden övgü ve sitayişle bahsetti.” demesi gurumu okşamış, ona olan sempatimi artırmıştı.

Bu olay ise bende Bakan Abdulkadir Aksu’ya karşı olan sempatimin, güvenimin son bulmasına; ona karşı dayanılmaz bir öfke yüklenmeme yol açtı. Ülkem terör belası ile cebelleşirken, her hafta onlarca askerimiz bayrağa sarılı olarak baba ocağına gönderilirken, bir İçişleri Bakanı’na böyle bir davranışı yakıştıramadım. Kendimi “aldatılmış gibi” hissettim.

Bu hissim hiç geçmedi. Abdulkadir Aksu’yu hiç affedemedim.

23 Haziran 1991 tarihinde açıklanan Mesut Yılmaz Kabinesi’nde İçişleri Bakanlığı’na Mustafa Kalemli getirilmişti. Abdulkadir Aksu’nun bakanlıktan azledilmiş olmasına sevindim. Milletvekili olarak Diyarbakır’a gelişlerinde karşılaşmaktan uzak durdum. Diyarbakır’da çalıştığım dönemde bir gün Ankara’daki GAP Oteli lobisinde karşılaştık. O selam verdi, ben görmezden geldim. Yönümü döndüm, selamını bile almadım.

Böyle birinin, ülkemizde yıllarca İçişleri Bakanlığı yapan kişi olduğunu düşünebiliyor musunuz? Terörle mücadelede niçin başarılı olmadığımızı anlıyorsunuz değil mi?

Devletin kuruluş değerleri ile barışık olmayan bu insanlar, 2002 yılından beri bu ülkeyi yönetiyorlar. Ülkemizi bölünmenin eşiğine getirdiler. Ordumuzu iğdiş ettiler. Yasama, yargı ve yürütmeyi tek adamda toplayan, bizi demokrasi tarihi açısından “yasamanın yürütmeden ayrılması” anlamında 240 yıl, İslam Tarihi bakımından “yargı bağımsızlığı” anlamında 1400 yıl geriye götürdüler.

İyi incelenirse tarihteki İslam Devletleri’nde ve özellikle Selçuklu ve Osmanlı’da yürütme ve yasama tek elde olsa da yargının bağımsız olduğu, kadı atamalarının konulan objektif liyakat kuralları içinde ve kıdem sırası ile Şeyhüislam tarafından yapıldığı; Şeyhülislam atamasını Padişah yapsa da dilediğini değil, “Kazasker unvanını kazanmış olanlardan kıdemi fazla olanı,” atamak zorunda olduğu, kadıların padişahı bile yargılayabildiği görülür. İşte bu sebeple “1400 yıl geriye gittik” diyorum.

Bugün geriye dönüp baktığımda, bana pek çok kişiden farklı olarak, “Bu tür tanıklıklarıma fırsat verdiği,” için Allaha şükrediyorum.

(*) Behçet Cantürk,  1950 yılında Diyarbakır Lice'de doğdu. 1975'den itibaren bazı kaçakçılık faaliyetlerinde bulundu. Aynı yıl içerisinde askere gitmemek için rüşvet vererek çürük raporu aldı. 1977 yılında Bölgede silah kaçakçılığına başladı. 1978 senesinde Devrimci Doğu Kültür Derneği'ne üye oldu. 1979 yılında Bulgaristan'dan getirdiği kaçak silahları sağ - sol örgütler ve özellikle terör örgütü PKK'ya  satmaya başladı. 1981'de Suriye’ye giderek, burada ASALA ile birlikte uyuşturucu ticareti yaptı. 1981-1983 yılları arasında Kapalıçarşı'da bulunan bazı kuyumcularla birlikte altın kaçakçılığına başladı. 22 Haziran 1984 tarihinde PKK üyesi olduğu gerekçesiyle yakalanarak tutuklandı. 

14 Ocak 1994'de şoförüyle birlikte kaçırıldı. Ertesi gün cesetleri Sapanca yakınlarında bulundu.

Başbakanlık Teftiş Kurulu Eski Başkanı Kutlu Savaş, Susurluk Araştırma Dosyası’nda: "Kim olduğu ve ne yaptığı aşikar olmasına rağmen Devlet, Cantürk'le baş edememiştir. Yasal yollar yetmemiş neticede Özgür Gündem gazetesi plastik patlayıcılarla havaya uçurulmuş, Cantürk'ün devlete biat etmesi beklenirken adı geçenin yeni bir tesis kurmak üzere harekete geçmesi üzerine, Türk Emniyet Teşkilatı tarafından öldürülmesi kararlaştırılmış ve infaz edilmiştir.” şeklinde açıklama yapmıştır.

 

 

 

YAZARLAR

  • Perşembe 24.1 ° / 11.6 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51