Can UĞURATEŞ-Sırası Geldikçe


İsimler/Kavramlar Değişse de Değişmeyen Yaşamlar

Orhan Kemal’in Hanımın Çiftliği romanından adını belleklerimize yazdığımız


 

Orhan Kemal’in Hanımın Çiftliği romanından adını belleklerimize yazdığımız Teneke Mahallesi ve Bereketli Topraklar Üzerinde romanında adı geçen, Yaşar Kemal’in de İnce Memed’inde bahsettiği Huğlar ya da Steinbeck’in, Gazap Üzümleri’nde adını andığı, Başkan Herbert Hoover’e ithafen isimlenen Hoovervilleler. Biraz daha farklı maksatlı olsa da Shakespeare’in Venedik Taciri’nde de anlatılan, Venedik çıkışlı Gettolar ve sonrasında belki biraz daha modernleşmiş haliyle Gecekondular. İsimler ve zaman değişim gösterse de acımasız yaşam şartları, açlık, sefalet, çaresizlik, hırs ve entrika dolu yaşam alanları.

Birçok romanın konusunu olan ve ülkemizde, bir dönem, güldürürken düşündürmeyi amaçlayan ama amacına uygunluğu çelişkili filmlerin de konusu olan, kırsaldan kentlere göç eden ya da başka illere mevsimlik işçi konumunda gidenler veya bulunduğu illerde geçim derdinde, sosyal yaşam sürecinde kendine bir yer edinmeye çalışan insanların, yaşam öyküleri dikkat çekici. Şimdilerde garip gelen, algılarda karışan mahalle isimlendirmesiyle, esasen köy olan yaşam alanlarında, küçük toplumsal birlikteliklerde meydana gelen tamamen dramatik, trajikomik gelişmeler ve kimi zaman açıktan, kimi zaman yönlendirmelerle, farklı algılarda, genel etik değerlere göre kötü karakterde bir güç sahibi olgusunun ağırlığında yaşamlar düşünün. Çiftlik sahibi, ağa, işadamı, taşeron, ırgatbaşı, ustabaşı gibi farklı isimler ve farklı işlevselliklerle anılsalar da insanları etkileyen, onlar üzerinden kazanım elde eden, farklı konumlarda ama aynı maksatlı davranış sergileyen insanları da unutmamalı bu öykülerde. Hemen her dönemde, yerel, bölgesel güç sahiplerinin, kimi zaman yerel yöneticilerle, hatta oy potansiyeliyle, merkezi yöneticilerle olan ilişkilerinden kaynaklı, halka yaşatılan sıkıntıları da ekleyin üzerine. Aslında çoğu kez farklı isimlerle farklı kademelerde olan bir kısım ücretlinin de konumlarını sağlamlaştırma, güç gösterisi ve açıkgözlük ama açıkgöz enayilik olarak tanımlanabilecek davranış şekilleri ile diğerlerine uyguladıkları baskıların yaşattığı sıkıntıları da görmezden gelmeyin.

İlginçtir ki ülkelerini, yerlerini, yurtlarını mübadele gibi özel durumlar dâhil bırakan/bırakmak zorunda kalan göçmenler dahi kendi aralarında bölünmeler yaşamışlar ve yaşıyorlar yaşam öykülerinde. Bulunulan yere daha önce gelenlerin bir kısmı, dil biliyor, yol/yöntem biliyor, iş biliyor iddiası ve algısıyla sonradan gelenler üzerinde etkili olmaya çalışırken, onların ellerindekileri de almaya çalıştığı anlatıların yer aldığı gerçek öyküler, vicdanları rahatsız ediyor. En kötüsü de bu: Senin kanından, canından olan ya da seninle aynı topraklarda doğmuş, aynı havayı solumuş, aynı kaderi paylaşmış; sırt sırta, omuz omuza birlikte yaşam mücadelesi verdiğin, senin çektiklerini bilen, senden sandıkların tarafından aldatılmak.

Hak edilen ücretin bir kısmının taşeron veya ırgatbaşı, ustabaşı, şef gibi ara kademelerce kesilerek alıkonulması, verilen ücretin üzerinde bir tutar olan barınma yerleri kirası ya da iaşenin uygunsuzluğunda, insanların aynı güç sahiplerine ait yerlerden alış-verişe zorlanması ve daha nice uygulamayla bireylerin köleleştirilmesi yer alıyor bu öykülerdeki yaşam süreçlerinde. Ayrıca, yapılan iş için gerekenden az emekçiyi insanüstü gayrete zorlayıp, onların hayatını önemsemeksizin tehlikeye atarken, olması gereken emekçi sayısı üzerinden, hak edişten gelen ücrete aracılarca el konulması da oldukça doğal anlatılarda. İlginçtir ki bu durum işverence bilinse de kazanıma yönelik çıkarlar doğrultusunda görmezden gelinmesi gibi, nice basit kurnazlık örnekleri ve evet, tüm bunlar tıpkı güçlü bir yazarın kaleminden çıkan, hayal ürünü bir roman anlatısı gibi. Haklı olarak klasikleşmiş, sosyal içerikli romanlarda da bu konulara ağırlıklı olarak yer verilmiş, üstelik küresel boyutta. Yani bu sorun küresel.

Demek ki başkaları üzerinden ve mümkün olduğunca kazanım elde etmek, insanın genlerinden gelen bir dürtü ve önce ben egosunun dayanılmaz hafifliği, insanın gözünü perdeleyebiliyor. Üstelik esasen aynı konumda olanlar, söz konusu geçim derdi olunca, birbirlerini ezmekten de çekinmiyor.

Aslında bunun adına kısaca kapitalizm denilirken, esasen unutulan bir şeyler var. Her konu başlı başına hukuksal olarak ele alındığında, hırsızlık, gasp, zorla alıkoyma, çocuk işçi hatta kölelik ya da istismar, suistimal gibi kavramlarla tanımlanan sonuçlara ulaşmak mümkün olabilir. Tabii ki savunması da hazır: İstemeyen çalışmaz. Kimse memleketinden zorla getirilmiyor. Herkesin iş seçme özgürlüğü var. Peki, o halde durup bir düşünelim. Çocuklu bir ailenin bireyleri, üstelik yaşlı ebeveynlerin de sorumluluğu üstlerindeyken, geçimlerini sağlayabilecek kadar kazanamadıklarında, nasıl bir çaresizlik içinde, hangi davranışları sergiler? Perspektife giren görüntü, ürkütücü değil mi?

Doğrudur, insanların mağduriyetini gidermek, hak ve özgürlüklerini korumak adına çıkarılmış kanunlar ve bu kanunlar çerçevesinde teşkil edilmiş kamu ya da özel kurumlar vardır. Ancak her an değişen koşullarda, değişken güç sahiplerinin artan baskısında, ne derece işlevsel oldukları da tartışılır, tartışılıyor da.

Ayrıca, hep bir korku vardır güçlü ya da yerleşik olanda. Diğerlerinin, çaresizliğin başıbozuk davranış şekillerinden kurtularak örgütlenmesi halinde, gelişebilecek durumdur korkuyu yaratan ve bir de çaresizliğin esaretinde, yaşama içgüdüsüyle değişen ve giderek sertleşen muhtemel davranış şekilleri. Bu nedenle de o diğerleri çaresizlikte, azla yetinmeyi öğrenip, bir şekilde umutla, farklı konularda mutlulukla motive edilmelidir ki bir gün, bir şekilde bilinçlenmeyle, beyinler, düşünebildiklerinin, olması gereken haklarının, özgürlüklerinin ve olması gereken fırsat eşitliğinin farkına varamasınlar. Onlar kendi aralarında, köylü-kentli, okumuş-cahil, mütedeyyin-seküler veya kendi içlerinde fraksiyonlarla ya da daha farklı tanımlamalarla kafaları karıştırılmış halde bir mücadele içinde olsunlar ki güç sahiplerinin karşısına, hiçbir zaman, bir güç olarak çıkamasınlar. Hiçbir zaman, kurulmuş düzene bir çomak sokup da belirli bir düzende işlemekte olan çarkları bozamasınlar.

Üstelik tüm bu yaşam süreçleriyle gelişen sosyal toplum yapısında, fikirsel seviyede önemli bir çelişki de oluşuyor beyinlerde. Bu çelişki, kimi zaman ucuz işçilikle kendini tehdit altında hisseden ve/veya dışarıdan gelenlerin değer yargılarının farklılığı düşüncesinden, etik, hijyenik ve fiziksel tehdit algısıyla gruplaşarak düşmanlaşma. Bu gelişme güç sahiplerinin doğal olarak kazanımsal çıkarlarına uygun olduğundan, körüklenmesi de kuvvetle muhtemel. Bu durum da göçlerin renkliliğinde, gelenlerin işgücü ve yetenekleriyle, gelişerek değişmesi beklenen toplum yapısının, bölünmesi sonucunu ortaya çıkarıyor. Her durumda, tek kazanan kapitalist düşünce yapısı oluyor.  

Yazı, bir romanın giriş bölümü gibi gelişti. Ancak, gelişmişlikle orantılı olarak olayların kahramanları, mekânlar ve kavramlar şekil ve isim değiştirse de içerik çok fazla değişemediğinden/değiştirilemediğinden, tüm bunlar geçmişte yaşandı, alınan tüm yasal tedbirlere rağmen, belki yazı hazırlanırken de bir yerlerde yaşanıyor ve gelecekte de kuvvetle muhtemel yaşanacak.

Çözüm önerisi mi? Önce eğitim. Bireysel bilinçlenmenin önemini kavrayarak okumak, çok okumak, hemen her konuda okuyup, bulanıklaşmış zihinleri açarak, okuduğunu anlamak ve yaşananları mümkün olduğunca detaylarıyla değerlendirip, öngörü sahibi bir birey olarak hakkını, hukukunu taviz vermeksizin savunurken, diğerlerinin de hakkına, hukukuna saygılı olmak.  

Can UĞURATEŞ          

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli
  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00