Can UĞURATEŞ-Sırası Geldikçe


İNANÇ, ÖĞRETİLER, ÖRGÜTLENME VE ŞİDDET (5)


Tarihsel gelişiminde, dinlerin birbirlerinin öncesinde bozulmalarıyla, saptırılmalarıyla günümüze kadar gelindiğinde, ortaya çıkan tabloda ilginç görünümler var. Paganizm dışında kalan Ezoterik-Batıni doktrinlere dayalı dinler dâhil, tüm inanca dayalı öğretilerde, On Emir üzerine bir kurulumla insan ilişkileri etik değerlerle düzenlenirken, özellikle semavi din öğretilerinin ortaya çıkışını takip eden süreçte ve nedense peygamberlerin Dünyayı terk etmesini müteakip ortaya çıkan tartışmalar ve kavgaların, çok kanlı sonuçlandığı görülüyor.

Musa peygamberin kısa bir süre için toplumundan ayrılması sırasında dahi, kardeşi Harun´u toplumuyla bıraktığı halde ki o da peygamber olmasına rağmen, derhal sapmaların başladığı ve eski put alışkanlığına dönüldüğü kutsal kitapta anlatılırken; İsa peygamberin kendi havarisi tarafından ihbar edilmesiyle, çarmıha giden sürecin gerçekleştiği iddiaları gündemde.  

Hz. Muhammed´in peygamberliği ardından çıkan halifelik tartışmaları ve ilk dört halifeden birincisi olan Hz. Ebubekir hariç diğer üçünün; Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali´nin öldürülmesiyle yeni bir süreç başladı. Daha sonra halifelik kavgalarının artmasıyla Emeviler Dönemi, Abbasiler Dönemi, Şii-Fatımi Halifeler (Sünniler tarafından halife olarak kabul edilmezler) dönemi, Memluk Himayesi (Abbasi hanedanının devamı) Dönemi, Osmanlı Dönemi olarak halifelik kavramı devam etti. I. Selim´in (Yavuz Sultan Selim) Mısır seferi ile başlayan Osmanlı dönemi halifelik, Cumhuriyetin ilanının ardından laik anlayışa yönelen Türkiye Cumhuriyetinin Büyük Millet Meclisi tarafından, İslam Dünyasının 110´uncu halifesi olarak I. Abdülmecit görevdeyken, 3 Mart 1924´te kaldırıldı. Hemen ardından Hicaz Emiri Şerif Hüseyin kendi adına hutbe okutsa da kabul görmedi.

Halifelik kavramı: ?Hz. Muhammed´in vekili olarak Müslümanların imamlığını ve din koruyuculuğunu yapmakla görevli kimse; hükümdar; çok iyi eğitilmiş, yetişmiş kimse? (TDK Sözlüğü) tanımında anlamını bulurken, döneminin devlet yönetiminin devamındaki vekilliğe hükmetmesi normal karşılanabilir. Aksi halde elçinin vekili olmaz. Elçinin yerine görevlendirme de ancak elçiyi tayin eden tarafından yapılır ki o da kesinlikle Tanrı´dır. Hz. Muhammed sonrası, kutsal kitap öğretisine rağmen kavgaların başlaması da ancak bu yönde algıyla kabullenilebilir. 

İlginçtir ki Osmanlı, II. Mehmet ile birlikte kanunlarında Fratricide (kardeş katli) ile tanıştı. II. Mehmet´in (Fatih Sultan Mehmet) bunu kanun haline getirmesiyle ortaya konulan acımasız uygulamalar, Osmanlı tarihselliğinde son dönemlerde boyut değiştirerek yumuşasa da bu kavramın katı uygulanması ve iki kavramın daha devreye girmesiyle sonuçlandı: Particide (baba katli, iddialara rağmen kesin bulgu yok), İnfanticide (çocuk katli). Bu kavramlar esasen Kuran öğretisiyle tamamen ters düşüyor. Halen bir kısım ve çoğunlukta tarihçi bu uygulamanın Devletin devamlılığı için döneminde gerekli olduğunu savunurken, Devletin devamlığının, döneminin kudretiyle ve bilimselliğin peşinde koşmasıyla bilinen ve gurur duyulan padişahların, hiç de küçümsenmeyecek zekâları ve kurmay heyetlerinin muhteşem öngörüleriyle, çok daha medeni şekillerle çözümlenebileceğini, kabul etmek istemiyor. Bu uygulamayla başlayan kardeş ve evlat dahil çocuk katli hilafete rağmen devam etti. Oysa daha kundakta olan çocukların sıkı ve tavizsiz bir eğitim sürecinin ardından tamamen devletine bağlı bir birey olarak yetiştirilebileceği örneği, Enderun ile göz önünde duruyordu.

Bu uygulamanın Fetret Dönemi ardından kabul edilebilirliği tartışılırken, uygulamanın daha önce de olduğu savıyla, II. Mehmet´in bunu sadece kanun halinde meşrulaştırdığı iddia edilirken, devletin dini olan İslam´ın öğretilerine, ayetlerin mealleri üzerinden zorlamalarla meşruiyet kazanımı da sağlanmaya çalışılıyor. Oysa inanışa göre Kuran kendini korurken, öğretileriyle, kimsenin savunmasına da ihtiyacı yok.

Buradan ortaya çıkan sonuç ise; doğrudan, baskıcı bir zihniyetin hâkimiyetinin meşrulaşması sağlanmaya çalışılırken, günümüze kadar gelen dini öğretilerin, gerektiğinde anlamının dışında uygulanmasının kabul edilebilirliği yanlış algısına götürüyor. Çünkü din ile hiç de uyuşmayan, ?güç haktır? anlayışını ortaya koyuyor. Bu anlayış, günümüz din imajlı örgütlenmelerin temelinde de var.  

Oysa dinler tarihi incelendiğinde, Paganizm hariç, insan yaşamının önemi, kemale erme ve kâmil insana doğru evrilme, eğitim ve gelişme süreçleri ön plana çıkıyor.

Öncelik her durumda insanın huzuru, bereket, bolluk ve gelişim üzerine. Yani bireyin Tanrısına ulaşabilmesi, semavi dinlere göre cennete erişebilmesi için, her koşulda, evrensel algılarla iyi insan, temiz ruh olgusunu kavraması gerekiyor.

Cehennemin tarif edilmediği ve daima insanın, daha doğrusu ruhun evrilmesiyle mükemmelliğe ulaşan bir iradenin, yaratıcısına dönebileceği gerçeğiyle, tek tanrılı dinlerin başlangıcına ulaşırken, semavi dinlerle birlikte caydırıcılığın da cehennem kavramıyla literatürde yer aldığı görülüyor.  Cehennem kavramı Türk Mitolojisinin derinliğinde ve M.Ö. 3000´lere kadar da giderek, Sümer Mitolojisinde anlamını bulurken, Yunan, Maya, Aztek Mitolojilerinde de yerini alıyor. Cehennem algısı doğal olarak sorgulamaktan, okumaktan, araştırmaktan ve tabiatıyla, mantıklı bilimsel düşünceden uzaklaştırılmış bireyi, istenilen istikamette kullanabilmek adına, ruhban elit tarafından acımasızca, her kavramla birlikte anılmaya başlanınca, şimdilerde çok kullanılan, Mankurtlaşmış insan kavramının tanımının anlamında kişiler, cennete ulaşmak için her çılgınlığı yapıyor.   (Devam edecek)   

 

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92