Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


HER KUŞUN ETİ YENMEZ


       “Milliyetçiyim,  özgürlükçüyüm,  yurtseverim.”

 diyen herkese inanmak ne kadar yanlış ise,

“Atatürkçüyüm” diyen herkesi ciddiye almak

ne kadar yanılgı ise, “Hukuktan, adaletten yanayım;

yolsuzluğa, kötülüğe, bağnazlığa karşıyım” diyen

 kimilerine inanıp güvenmek de o kadar yanlıştır.”

 

                                   Yekta Güngör Özden

                                    (Sözcü Gazetesi, 3/6/2019)

 

            Trabzon Beşikdüzü Köy Enstitüsü ile Hasanoğlan Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün kurucu müdürü Hürrem Arman, 1928’de Edirne Öğretmen Okulu’nu bitirir.

            Dönemin Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati, öğretmenlik diploması alan her genç öğretmene olduğu gibi, H. Arman’a da kendi imzasıyla Gregori Petrov’un “Ak Zambaklar Ülkesi Finlandiya” adlı kitabını armağan olarak gönderir.

            Bu jestiyle demek ister ki “Bakan” genç öğretmenlere, “Bataklıklar ülkesi Finlandiya’yı ‘Ak Zambaklar Ülkesi’ yapan bu eserin kahramanı Sinelman gibi olmanızı bekliyorum sizden.”

            Okulu bitiren öğretmenlere, “Nerede çalışmak istiyorsunuz?” diye sorulur ve üç il yazmaları istenir. Kırklarelili Hürrem Arman, üç şıkka da “Kars ilinin bir köyü” diye yazar.

            O, aslında yükseköğrenim yapmak ister ama önce hiç değilse iki yıl bir köy deneyimi olsun ister. O nedenle yüksekokul sınavlarına girmez.

            Kars’ta öğretmenlik yapmak isteyen H. Arman’ı, nedense Aydın’a gönderirler. Aydın’da ilk uğradığı yer, “Öğretmenler Derneği” olur. Orada ilk tanıştığı insanlardan biri, Mustafa Kemal İlkokulu’nun başöğretmeni ve öğretmenler derneği yönetim kurulu üyesi Fehmi Kubilay’dır. Daha ilk karşılaşmada ısınıverirler birbirlerine.

            O zamanlar, öğretmen dernekleri yalnızca çay- kahve içilen, yalnızca tavla, pişti, blum oynanan yerler değilmiş. Ya nasılmış?

            Sahne, müzik, spor gibi çeşitli çalışma kolları olan bir çeşit “kültür merkezi”

            H. Arman, mandolinden başka keman çalmayı da öğrenmiş okulda. Ve kemanıyla birlikte gitmiş Aydın’a. Okulu belli oluncaya kadar, derneğin müzik koluna katılıp kemanıyla birlikte birkaç çocuk şarkısı öğretmiş meslektaşlarına.

            Bu arada ünlü Ankara Lisesi Müdürü “Sakallı Celal” in Aydın’da olduğunu öğrenir.

            Lisedeki bir olaydan sonra, Bakanlık, Aydın Sanat Okulu’na gönderir Sakallıyı. O da Bakanlıkla çatışma sonunda istifa edip bir marangozun yanında çalışmaya başlar.

            Hemen Sakallı Celal’i görmeye giden bizim genç öğretmen, ne görüyor bakalım: “Heybetli bir yapı, uzun sakal, sırtında bir tulum, kollar sıvalı… Bir kalası planya ile rendeliyor…”

            “- Buyur, otur bakalım genç öğretmen; hem çalışalım, hem laflayalım.” der ve devam eder:   “İşe yaramaz bilgiler veriliyor okullarımızda. Çocuklara iş öğretmeli. Bir de okuma zevki ve alışkanlığı vermeli. İnsanlar düşünecek ve kim ne derse desin, doğruları söyleyecek. Doğruluktan şaşmayan, bir de elinden iş gelen insan hiçbir şeyden korkmaz. Müdürlükten ayrılır, tahta rendeler, gene karnını doyurur. Kimseye kuyruk sallamaz… Doğru bildiği yolda yalnız kalsa da yürür.”

            Bu sözleri söyleyen, o anda marangoz çırağı olarak çalışan, kısa bir süre önce Aydın Sanat Okulu ve daha önce de Ankara Lisesi Müdürü olan “Sakallı Celal” adıyla ünlü bir eğitimci…

            Siz de farkındasınız mutlaka, bir kez okunup geçilecek sözler değil bunlar.

            Şunu da söylemek isterim burada: Çok iyi bildiğiniz ve bugün birçok örneğini gördüğünüz gibi, pek çok insan böyle güzel güzel konuşur da ertesi gün tükürdüğünü yalayıp kuyruk sallamaya başlar.

            Ve tabiî bu büyük yeteneğinin ödülü olarak da yağlı bir kuyruk kapar!

            Acaba “Sakallı Celal” de tükürdüğünü yalayanlar kervanına katılmış mıdır?

            Aklımıza gelen bu sorunun cevabını da vermiş H. Arman, “Piramidin Tabanı-Köy Enstitüleri ve Tonguç” adlı eserinde:

            “1934 – 1935 yıllarında O’nu İstanbul’da çöpçübaşı olarak aynı bütünlük içinde tekrar bulacaktım.”

            Her kuşun eti yenmiyor demek ki!

            Ve dört gözle beklenen gün gelir. Genç öğretmenimiz, Aydın’ın Çine ilçe merkezinde bir okula atanır. O günlerde Çine elektriği ve lokantası bile olmayan büyükçe bir köydür. Harf devriminin yapıldığı Arap yazısından Lâtin harflerine geçildiği yıllar.

            Hürrem Öğretmen’e, “Millet Mektebi” açarak ilçedeki bütün memurlara yeni yazıyı öğretme görevi verilir. “Öğretmen” dediğime bakmayın; “Öğretmen” sözcüğü yoktur henüz. “Muallim” dir adı.

            Aynı okulda kendisiyle birlikte yeni atanan Bursa Kız Öğretmen Okulu mezunu Fikriye ve Leman öğretmenlerle birlikte her hafta bir müsamere hazırlar. Halkın ilgi gösterdiği bu müsamerelerde kemanını da konuşturur.

            Ulusal bayramlardaki törenlerde, kız öğrenciler ayrı, erkekler ayrı yürütülürmüş. Cumhuriyet Bayramında ilk kez bir kızla bir erkeği birlikte yürütme fikrine bazı yaşlı öğretmenler itiraz etse de gençler galip gelir.

            Gazi Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa vardır; arkalarında çünkü.

            1929’un yılbaşı günü, tebriklerle bir atama emri verilir; Hürrem Arman’a. Yeni görevi, Yenipazar Yatılı İlkokulu’dur.

            Şaşırır. Ne böyle bir isteği olmuştur, ne de kendisine soran… Henüz üç aylık bir öğretmeni, ilin en gözde okuluna kim, niçin atamıştır? Nedir O’nun, başka öğretmenlerden farkı?

            Şudur, bu soruların cevabı: Yatılı okul, müzikten anlayan bir öğretmen ister dururmuş. Hürrem Öğretmen’in “keman” ı ve Öğretmenler Derneği Başkanı Fehmi Kubilay’ın etkisiyle yapılır bu atama.

            Yenipazar Yatılı Okulu, daha sonraları kurulacak “Köy Enstitüleri” nin ilk örneğidir sanki:         Okulun Öğrenciler eliyle işletilen bir sebze bahçesi ile marangozluk, demircilik işliği,  gene öğrenciler eliyle işletilen motor ve dinamosuyla kendisine yetecek kadar elektrik üretimi ve dahi zengin bir kitaplığı vardır. İki büyük yatakhane binası içinde öğretmen yatak odaları, ayrı bir binada mutfak ve yemekhane, bir yönetim binası içinde derslikler, revir, hamam…

            Siz söyleyin şimdi, bu okul, sanki küçük bir “Köy Enstitüsü örneği” demekte haksız mıyım?        Ve “Hürrem Arman’ın Köy Enstitülerindeki yöneticilik başarısında, mesleğinin ilk yılında böyle bir okulda çalışma şansı bulmasının çok büyük payı vardır” dersem, yanlış mı söylemiş olurum?

             Bu yatılı okulda her çocuğa bir zanaat öğretme amacı yoktur ama sebze ve çiçek bahçeleri bu işlerde becerikli çocuklarca işletilir. Fazla emek isteyen sulama, ot ayıklama, çapalama gibi işler, ders dışı zamanlarda sıraya konarak bütün öğrencilerce yapılır. (Köy Enstitüleri ve devamı olan Öğretmen Okullarında da öyleydi.)

            Aydın’daki okullara voleybol maçlarına gidilir. Çoğu maçlarda Kubilay hakemlik yapar. Hürrem Öğretmen’in Kubilay’la dostluğu bu maçlarda gelişir.

            Yazarımızın, devrim şehidi Kubilay için yazdığı şu cümlelerle bitirelim bu yazıyı:

            “Ben Aydın’dan ayrılmadan bir iki ay önce, eşinin öğretmenler derneği müzik kolu öğretmeni olan bir gençle ilişki kurması O’nu içten yıkmıştı. Mahkemeye başvurdu. Kendisini askere sevk ettirdi ve Aydın’dan ayrıldı. O’nu son olarak bir otel odasında bu üzüntüler içinde gördüm.” (*

 (*) Piramidin Tabanı – Köy Enstitüleri ve Tonguç: Hürrem Arman, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınları, 2016 İzmir

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00