Cumali KARATAŞ


***GÜNEŞ, YAĞMUR VE RÜZGÂR***


          Doğada görev dağılımını normal bir biçimde sürdüren rüzgâr, yağmur ve güneş bir gün anlaşmazlığa düştüler. Üçünün de savunduğu şey, kendileri olmasa, dünyada hayatın olmayacağıydı.

         Güneş:

         -Ben olmazsam dünya bir buz parçasına döner. Tüm canlılar yaşayamaz. Dünyada hayat olmaz. Işınlarımdan enerji bile üretiliyor dedi.

         Yağmur:

         -Ben olmasam, kuraklık olur. Toprak ürün vermez. Nehirler, barajlar su ile dolmaz. İçecek su bile bulunmaz dedi.

         Rüzgâr ise:

         -Toprağın ihtiyacı olan yağmuru sağlayan benim. İhtiyaç duyulan yere bulutları ben sürüklüyorum. Ben olmasam, yağmur da olmaz. Dünyada hayat olmaz, dedi.

         Üçünün anlaşmazlığı nedeniyle sıkıntılı günler yaşanıyordu?

         Rüzgâr esmiyor, yağmur yağmıyor, güneş ise doğmuyordu. Hayat durmuştu bir anda. Anlaşmazlıkları devam ederse, bir felaket yaşanacağı kesindi.

         Şimşek, bulut ve ay dedenin bu işe canı çok sıkılıyordu?

         Onlar kendilerini bu senlik-benlik konusunun dışında tutmuşlardı. Kendilerinden hiç söz etmiyorlardı. Fakat rüzgâr, yağmur ve güneş arasındaki inatlaşmanın, dünyadaki tüm canlılar için çok kötü sonuçlanabileceğini düşünüyorlardı.

         İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler ise çok kaygılıydılar. Kaç gündür susuz ve karanlıktaydılar. Böyle giderse, sonlarının pek iyi olmayacağını düşünüyorlardı.

         Ama dinleyen kimdi?..

         Onların derdi, hangisinin üstün olduğunu kanıtlamakla ilgiliydi.

         Sonunda üçü de yıldızların hakemliği üzerinde anlaştılar. Kutup yıldızı ile kuyruklu yıldız, bu anlaşmazlığı çözümlemede, yıldızların temsilcisi olarak görev aldılar.

         Hakemler önce rüzgâra sen esme dediler?

         Rüzgâr esmeyince, bulutlar hareketsiz kaldı?

         Belli bölgelere yağmur yağdı. Rüzgâr enerjisi üretilemedi. İnsanlar sıcaktan bunaldı.

         Yağmura, yağma dediklerinde kuraklık oldu?

         Tarlalar ve bahçeler ürün vermedi. Yeraltı suları beslenmedi. Nehirler, barajlar su ile dolmadı. Elektrik üretilmediğinden, sanayi çalışmadı. İnsanlar karanlıkta kaldı.

         Daha sonra güneşe sen doğma dendiğinde soğuk bir kış mevsimi yaşandı. Karanlıkta kalan dünyada hayat durdu. İnsanlar ısınmak ve aydınlanmak için çok çaba harcamaya başladılar.

         Sonunda kutup yıldızı ile kuyruklu yıldız tüm canlıların ve dünyanın üçüne de ihtiyacı olduğuna karar verdi. Böylece üçünü de kırmamış oldular.

         Güneş, yağmur ve rüzgâr arasında sonsuza kadar süren bir dostluk yaşanmaya başlandı. 

            *** TİLKİNİN UTANCI ***                                                               

         Tilki, bir gece avlanıyordu. Toprak altından ıslık çalar gibi bir ses duydu. Hemen toprağı kazımaya başladı. Tam avını yakalayacağını sırada ayağına çivi

battı.                                                                                    

Tilki, ayağına çivi battığının önce pek farkına varmadı. Ama daha sonra ayağı ağrıyıp, şişmeye başladı. Üstelik ayağına batan paslı bir çiviydi.      
Tilkinin karnı da çok aç idi. Ne yapsa, ne etse bir türlü karnını doyuramıyordu. Böyle giderse açlıktan ölebilirdi.

         Tilki düşünmeye başladı?

         Bir an önce karnını doyurmalıydı. Ayağı nasıl olsa geçerdi. Aklından türlü türlü kurnazlıklar geçti?

         Tilki önce, ininin içine kadar gelen kuşlara seslendi:

-Gidin bana yiyecek bir şeyler bulun dedi.        

         Kuşlar, tilkinin bir oyun peşinde olduğunu düşündüler. Bu yüzden de uçup gittiler.

         Daha sonra bir sincap gözüne ilişti. Ona da aynı şeyi söyledi. Sincap da hemen kaçıp gitti.

         Tilki, ininde sessizce ve acı içinde oturuyordu. Bir farenin yanından geçmekte olduğunu gördü. Hemen onu bir hamlede yakaladı.

         -Bak istesem seni bir anda yerim, ama yemeyeceğim dedi.

          Fare korkudan tir tir titriyordu:

         -Canımı bağışla tilki kardeş ne olur, ne istersen yaparım dedi.

         Tilki:

         -Madem öyle, canını bağışlayacağım ama sen de dediğimi yapacaksın.

         Fare sevinerek:

         -Tamam dedi. Ne istersen yapmaya hazırım.

         Bunun üzerine tilki:

         -O zaman derenin yakınlarında bulunan benekli tavşanın yanına git. Ona çok hasta olduğumu ve hemen gelmesini söyle dedi.

Tavşan hemen gidip benekli tavşanı bulup, ona durumu anlattı. Benekli tavşanın içine bir kuşku düştü. Yine tilkinin bir oyun peşinde olduğunu düşünmeye başladı. Daha önce hayatını kurtardığı kurt aklına geldi. Hemen, ormanın doktoru olan kurda haber verdi.

Kurt:

-İsabetli olmuş bana haber vermen dedi başını sallayarak? Ne olur ne olmaz tilki bu?

Kurt ile tavşan, tilkinin inine doğru ilerlemeye başladılar.

Tavşan, geçmiş olsun tilki kardeş diye önden girdi.   

Tilki, tamam, bu iş oldu diyerek içten içten sevinmeye başladı. Çok geçmeden, kurt da içeri girdi. Böylece, tilkinin planları bir anda suya düştü.

Ormanın doktoru kurt, tilkinin ayağına bakıp, inceledikten sonra:

-İyi ki haber etmişsin. Yoksa ayağın kesilebilirdi, ölebilirdin dedi.

Kurt, tilkinin ayağını tedavi ederek sardı. Birkaç gün dinlenmesini söyledi. Tavşan, yanında getirdiği yiyecekleri tilkiye ikram etti. Karnını doyuran tilki,  tavşana teşekkür etti. Tavşana kurduğu tuzağa karşın, onun kendisine yaptığı iyilikten dolayı utanmaya başladı.  

*** AT İLE ARABA  ***                                     

         Köyün birinde Erol Amca isminde yaşlı bir adam yaşıyordu. Küçük bir tarlası vardı. Tarlasını eker, biçer, işi bitince de at arabasına binip köyüne dönerdi.

         Erol Amca, ürettiği ürünleri de at arabasıyla evine taşırdı.

         Erol Amca´nın at arabası son zamanlarda sık sık bozuluyordu. Yorgun düşen yaşlı atı da hastalanıyordu.

         Erol Amca bu yüzden at ile arabasını satıp, yerine traktör almayı düşünüyordu. Bu düşüncesini bir gün eşi Fadime Teyze´ye söyledi. Fadime Teyze at ile arabanın satılmasını istemese de, başka bir çare göremiyordu.

          O sırada at konuşulanlara kulak kabarttı. Duyduğuna, duyacağına da bin pişman oldu. Demek sahibi onu satmak istiyordu. Çok zoruna gitmişti.

At bunca yıllık emektarıydı evin. Şimdi nasıl başka bir kapıya gidecekti. Kara kara düşünmeye başladı.

          Atı düşünceli gören araba merak edip;

         -Hayırdır arkadaşım bir derdin mi var? dedi.

         At üzgün bir şekilde:

         -İkimizi de satıp, yerimize traktör alacakmış sahibimiz dedi.

         Bunları duyan araba da üzülmeye başladı.

         İki emektar arkadaş baş başa verip, bir çare aramaya başladılar.

         Çok geçmeden, evin eşeği Kara Kulak da olanları öğrendi. Uzun yıllardan beri arkadaş olduğu at ile arabanın satılacak olmasına canı çok sıkılmaya başlamıştı.

         Bir gece yine ağılda aynı konuyu konuşurlarken, köye hırsızlığa gelen tilki istemeden olanları duydu. Tilki göz koyduğu kümesten vazgeçti. Kıvrak zekâsıyla, at ile arabanın derdine bir çare bulmaya çalıştı.

          Bir süre sonra tilki:

-Bunun bir çaresi var dedi.

At:

-Nedir o çare? dedi.

         Bunun üzerine, tilki anlatmaya başladı?

         Tilkinin planı çok beğenildi. Kara Kulak, at ve tilki işe koyuldular.       
İlk önce, arabanın eskiyen yerlerini yenilediler. Sonra da, arabanın dört tekerini yağladılar.                                      

Daha sonra, tilki, ormandan çeşit çeşit ot getirip, ata verdi. Güzel beslenen at ile araba eskisinden daha iyi oldu?                                         

Atın kişnemesi, Erol Amca ile Fadime Teyze´nin dikkatini çekti. Arabanın da eskisinden daha güzel olduğunu gördüler. Erol Amca, atı arabaya koşarak tarlaya gitti. Erol Amca, her ikisinden de memnun kaldı.

         -Boşuna traktör alacağız; at ile arabamız çok iyiymiş dedi.

         Erol Amca, eve geldiğinde olanları eşine anlattı. Eşi de çok memnun oldu. Yoksa bir vefasızlık yapmış olacaklardı.

         Eski günlerine dönen at ile araba, akıllı tilkiye teşekkür etti.

***KARA BULUT ORMANI ***                              

         Köyün yakınındaki ormanda hayvanlar çok mutluydular. Bütün canlılar korkusuzca yaşıyorlardı. Fakat bir gün ormandaki hayvanların mutluluğu gölgelendi?

         Köylüler yaşlı, genç demeden ağaç kesiyorlardı.

         Ormandaki hayvanlar, köylülerin ormana zarar vermesini hayretle izliyorlardı. Köylülerin bu davranışlarına bir anlam veremiyorlardı.

         Yemyeşil orman yavaş yavaş çölleşmeye başlamıştı. Hayvanların sayısı ise gittikçe azalıyordu.

Çok kaygılanan ormandaki hayvanlar toplantı üzerine toplantı yaptılar. Ormandaki bu felaketin önüne geçmek için çareler aramaya başladılar.

          Bir gün, gökyüzündeki bir kara bulut olanların farkına vararak rüzgâra seslendi:

         -Rüzgâr kardeş, rüzgâr kardeş  bana yardım eder misin?..

         Rüzgâr esip geldi hemen.

         Kara Bulut:

-Rüzgâr kardeş beni aşağıdaki köyün üzerine götürür müsün? dedi.

Rüzgâr hızla eserek kara bulutu köyün tam üstüne götürdü. Çok geçmeden de şiddetli bir yağmur yağmaya başladı. İki saat kadar yağan yağmurun ardından köyü su bastı.

Köylülerin boğulmaması için, ormandaki tüm hayvanlar seferber oldu. Tehlikede olan köylüleri kurtardılar.

Köylüler, ormandaki ağaçları kesmekle ne kadar hatalı davrandıklarını anladılar. Avladıkları hayvanların kendilerini kurtardıklarından da oldukça utandılar.

Çok muhtaç ve pişman olan köylüler hatalarını telafi etmenin yollarını aramaya başladılar?

Köylüler, olanlardan iyi bir ders almışlardı?  

Erozyon olmaması ve köyü bir daha su basmaması için ağaçların ve ormanların değerini çok iyi anladılar.

Köylüler, çölleşmeye başlayan ormanlarına yeniden kavuşmak istiyorlardı. Bunun için de, ne yapılması gerekiyorsa, onu yapmayı düşünüyorlardı.

Kara bulut ise, gökyüzünden olanları kıs kıs gülerek izliyordu.    

Köylülere kartal ile haber gönderdi:

-Ormanda kesilen ağaçları yeniden dikerseniz ve bundan sonra ormandaki hayvanlara zarar vermezseniz, bir daha köyü su basmaz.            

Bunun üzerine, köylüler kestikleri ağaçların yerlerine ağaç dikmeye başladılar. Ormanlar kralı aslanın emriyle, ormandaki tüm hayvanlar da köylülere yardım etmeye başladılar.                                                  

Buluta teşekkür eden ormandaki hayvanlar, ormanın ismini kara bulut ormanı koydular.    

***ORMANDA MUTLULUK***           

         Ormanda yaşayan hayvanlar son günlerde oldukça sıkıntı çektiler?

         Sıcak bir yaz onları çok etkilemişti. Kuraklıkla birlikte tavşan, sincap, keçi ve yaban domuzu gibi hayvanlar ormandaki ağaçlara çok zarar vermeye başladılar.

Özellikle tavşanlar, sürü halinde ağaçlara saldırdılar?       

Koca koca ağaçların dallarını, tomurcuklarını, sürgünlerini yeyip durdular. Bazı ağaçların da köklerinde derin izler açmışlardı. Kurak yazın ağaçlara verdiği zarar yetmiyormuş gibi, bir de bu zararlı hayvanlar çıkmıştı.

Zararlı hayvanların ormana verdikleri tahribat, ormanın geleceğini tehdit ediyordu. Körpe fidanların büyümesi engelleniyordu.

Ormanda bulunan kayın, gürgen, karaağaç, dişbudak, akçaağaç, titrek kavak, çam, ladin, akasya, ve katır tırnağı gibi ağaçlar çok zarar görmüşlerdi. Günlerce kendilerine gelemediler.        

Zarar gören ağaçlar çok yakınıyorlardı. Sık sık bir araya gelerek sorunlarını konuşuyorlardı. Fakat bir çare de bulamıyorlardı. Ormanda yaşayan hayvanlar da, ağaçlara verilen zararların bir türlü önüne geçememişlerdi.  

Sonunda ormanlar kralı aslana söylemeye karar verdiler.

Aslan, hayvanların şikâyetini dinledi. Sorunun ciddi olduğunu anladı. Hemen tilkiye seslenerek:

-Ne kadar tavşan, sincap ve yaban domuzu varsa, tez hepsini buraya topla dedi.

 Tilki emri alınca hemen ormana daldı. Çok geçmeden ormandaki tavşan, sincap ve yaban domuzları ormanın kralı aslanın karşısında sıraya dizildiler.

Aslan:

-Neden ormanı yok ediyorsunuz, insan bindiği dalı keser mi? Yarın hepimiz çöle dönen bu ormanda nasıl yaşayacağız? diye kükredi.

Hayvanlar, suçlu gibi başı yere doğru eğik duruyorlardı. İçlerinden yaban domuzu cesaretlenerek, aç olduklarını söyledi.

Bunun üzerine aslan yine sinirli bir şekilde:

-Kuraklık boyunca tüm hayvanlar yiyeceklerini sizinle paylaşacaklar. Ormana asla zarar vermeyeceksiniz. Kim zarar verirse sonu kötü olur, dedi. 

Konuşmasını bitiren aslan tilkiye dönüp:

-Sen bilgili ve zeki bir hayvansın. Ormanın yararlarını bunlara iyice anlat. Bir daha, suçlu olarak karşıma gelenin sonu çok fena olur dedi.

         Tilki, tüm hayvanlara ormanın yararlarını anlattı? Hayvanlar ve insanlar için gerekli olan oksijen, sel ve erozyon konularında hayvanları bilgilendirdi. Tavşan, sincap ve yaban domuzları mahcup bir şekilde dinlediler.  Yaptıklarından çok pişman olmuşlardı. Ormanın kralı aslandan özür dileyip, bundan sonra kesinlikle ormana zarar vermeyeceklerine söz verdiler.

***ORMANIN KANUNU ***                                                                                          

Hayvanlar temizlik konusunda hiç dikkatli değillerdi. Çöplerle ormanı kirletip zarar veriyorlardı. Bunun için, daha önce de birkaç kez uyarılmışlardı. Buna rağmen, bu kötü alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmiyorlardı.

Aslan, arada bir ormanı dolaşıp, kontrol ediyordu. Çöplerini ormana atan ve ağaçlara zarar veren hayvanlara da oldukça sinirleniyordu. Aslan kızdığında, hiçbir hayvan ben yaptım demiyordu. Tek yaptıkları şey, suçu birbirlerinin üzerlerine atmak oluyordu.

Oysa ormanlar kralı aslan, hayvanları sıkı sıkıya uyarmıştı?              

Her hayvanın yuvasının ağzına da bir çöp kutusu koydurtmuştu. Fakat onlar, ormana verdikleri zararı hâlâ sürdürüyorlardı. Çöp kutusu kullanma alışkanlıklarını da bir türlü kazanamamışlardı.  

Kral aslan, kendi ormanının diğer ormanlara örnek olmasını istiyordu. Bu konuda kesin kararlıydı. Ormana zarar verilmeyecek ve kirletilmeyecekti.        

Aslan, bundan sonra sözünü dinlemeyenleri cezalandıracağını söyledi.

Buna rağmen, bu konudaki olumsuzluklar sürdü. Sonunda çok kızan aslan bir gün kartalı yanına çağırdı:

-Bak kartal kardeş ben ormanın, sen de gökyüzünün kralısın. Ormana zarar verilmesini ve kirletilmesini birlikte önleyelim. Ben yerden, sen de havadan kontrol et. Kim bir hata yaparsa cezasız kalmasın dedi.

Kartal:

-Tamam kralım dedi?

Kartal gündüzleri ormanı havadan kontrol etti. Geceleri ise, gözleri pek keskin olan baykuşa bu görevi devretti.  

Baykuş, kuşların, yuvalarından aşağı çöp attıklarını kartala rapor etti. Sincabın yavruları ise, yedikleri gofretlerin ambalaj kağıdıyla, plastik atıkları aşağıya atıyorlardı. Tavşan ise yemek artıklarını rasgele ortalığa savuruyordu.                   

Bunların yanı sıra?   

Geyiğin yavruları kibritle oynayarak, yangın çıkarmasın mı?      

Baykuş, hemen tehlikeyi aslana bildirdi. Aslan ormandaki tüm hayvanları yardıma çağırarak, yangın söndürüldü.

Ayrıca?  

Ormana saçılan mikroplar nedeniyle salgın hastalıklar tehlikesi belirdi. Ormanlar kralı aslan bunun üzerine bazı önlemler aldı?         

Aslan, ormana zarar veren, kirleten ve yangına neden olan hayvanların ormana girmelerini yasakladı. Salgın hastalık nedeniyle de ormandaki tüm hayvanlara aşı yaptırdı.

Daha sonra?

Aslan, ormana zarar veren bütün hayvanları yanına çağırdı. Onları daha dikkatli olmaları konusunda uyardı?

Kuş, sincap, tavşan ve geyik özür dileyerek:                      

-Bir daha kesinlikle ormana zarar vermeyeceğiz dediler.              

Aslan, bir defalığına hepsini de affetti. Tüm hayvanlar, ormandaki mutlu ve sağlıklı hayatlarına yeniden kavuştular.

***YAŞLI DEĞİRMENCİ***                                                                                         

         O yıl kış oldukça ılıman geçiyordu. Havalar geçen yıllardaki gibi çok soğuk değildi. Yağmur da çok az yağmıştı. Bu yüzden de dağlarda fazla kar yoktu.

         Havaların ılıman gitmesi göçmen kuşları da şaşırtmıştı. Her zamankinden daha erken gelmişlerdi. Badem ağaçları ise erken çiçek açmıştı.   

Hepsi güzeldi de, etkisi pek görülmeyen kış mevsiminin bir bedeli de olmalıydı.      

Bunu da yaşlı değirmenciye sormalıydı?

         Her kışın çok sert geçtiği köyde, bahar ayında da akarsular dolup taşardı. Köyün yakınlarındaki çay da dolu dolu akardı. Hatta bazı köylerde su taşkınları bile olurdu.

         Köyde bir de yaşlı değirmenci amca vardı?

         Yaşlı değirmencinin değirmeni çayın kenarındaydı.

         Suların gürül gürül aktığı bahar aylarında değirmen de çok iyi çalışırdı. Yaşlı değirmenci, müşteriyle dolan değirmende kısa zamanda işlerini tamamlardı.

         Fakat o yıl, dağlarda eriyen kar çok az olduğundan, çayın suları da  güçsüz akıyordu. Bu yüzden de yaşlı değirmencinin işleri eskisi gibi iyi gitmiyordu?

         Değirmene buğday öğütmeye gelen müşteriler de çok bekliyorlardı.        Bu da, geçimini değirmenden sağlayan yaşlı değirmenciyi sıkıntıya sokuyordu. Değirmenci, yağmur yağması için sık sık dua ediyordu.

         Değirmende işlerin çok yavaş gitmesi, değirmencinin kazancını da etkiliyordu. Bunu bilen, değirmencinin yakın dostları da üzülüyorlardı. Ama başka üzülenler de vardı?                                                             

Özellikle doğa, bu konuda oldukça duyarlıydı.   Değirmenin yanından akan çay, değirmencinin sıkıntısına tanık oldukça kendini suçlayıp duruyordu:

         -Her yıl bu değirmenin yanından geçerken, değirmenciyi gayet mutlu görüyordum. Neşeyle işlerini yapıyordu. Ama bu yıl değirmenciyi çok mutsuz ve kaygılı gördüm. Hep benim yüzümden oldu bütün bunlar?

         Rüzgâr;  

         -Ben olsam, o değirmeni gümbür gümbür çalıştırırdım. Hep senin beceriksizliğinin yüzünden diyerek çayın canını daha çok sıkıyordu.

         Gökyüzündeki bulut ile şimşek bunu duyunca pek içerlediler. Rüzgârın sık sık çayın üzüntüsünü arttırmasına fazla dayanamadılar. Üstelik kar da üzülenler arasındaydı.

Bulut ile şimşek baş başa vererek bir çare düşünmeye başladılar.

         Ertesi gün şimşek çakıp, gök gürlemeye başladı. Ardından da sicim gibi bir yağmur çöktü?    

         Saatlerce yağan yağmur dereleri, gölleri doldurmaya başladı. Üstelik bu yağan yağmur çiftçileri de sevindirdi. Karşı dağlarda da kar yağışı görüldü.

         Yağmur sularıyla dolan çay yine gürül gürül akmaya başladı.  Değirmenci sevincinden iki elini ovuşturuyordu. İşleri yine yolunda gitmeye başlamıştı.

         Rüzgâr ise yaptığı hatayı anlamıştı. Bu yüzden, çayın gözüne artık gözükmüyordu.

***AĞUSTOS BÖCEĞİ VE KARINCA***                                                                        

         Huylu huyundan vazgeçer mi?..     

         Ağustos böceği de bir türlü huyundan vazgeçemiyordu.               

Oysa geçmişte karıncadan güzel bir de ders almıştı. Ama yine de, bildiğini yapmaktan geri kalmıyordu.

Oysa karınca ona her defasında:

         -Bak bu kış yine aç kalacaksın? Biz yazın biriktirdiğimiz yiyeceklerimizi kışın keyifle yerken, sen kapı kapı dolaşacaksın diyordu.

         Ağustos böceğinin umurunda değildi?

         Karınca, yazın o sıcaklarda didinip, çalışıyordu. Ağustos böceği ise bir ağacın dalında keyifli keyifli öterek yazın tadını çıkarıyordu. Karınca da, onu düşündüğü için uyarısını sürdürüyordu:

-Gel bizimle çalış, kışın aç kalma. Senin de kışın yiyeceğin olsun, diyordu.

Fakat tembel ağustos böceği hiç oralı değildi. Aklının estiğince daldan dala öterek uçuyordu.

Karınca son defa ona seslendi:

-Peki, sen bilirsin. Kendi düşen ağlamaz o zaman?

Tilki, karınca ile ağustos böceğinin hikâyesine daha önce tanık olmuştu. Bu yüzden de, karıncaya hak veriyordu. Ağustos böceğinin kışın çok zor durumda kalacağını biliyordu.

Tilkinin aklına birden parlak bir fikir geldi.  Ormanın en kurnaz ve akıllı hayvanı boşuna olmamıştı?                                                           

Tilki, ormanın kralı aslanın emriyle, ormandaki hayvanlar için açılan okulun yöneticisi olmuştu. Okulda, ağustos böceğinden pekâla yararlanabilirdi.  Böylece ağustos böceğini de kışın aç kalmaktan kurtarmış olurdu. Bu akıllı davranışı sayesinde de belki ormanlar kralı aslan tarafından ödüllendirilebilirdi.

Hemen ağustos böceğini yanına çağırdı.  

Tilkinin kendisine seslendiğini gören ağustos böceği, müziğini yarıda keserek, uçup tilkinin yanına geldi.

Tilki:

-Gel bakalım ağustos böceği. Seninle bir konuyu görüşelim? dedi.

Ağustos böceği ilkin korktu. Fazla yaklaşmadı. Tilkiydi bu, belli olur muydu hiç. Kandırıp, kendine bir zarar verebilirdi. Fakat sonra, iyi niyetli olduğunu anlayınca, tilkiye biraz daha yaklaştı. 

 Tilki:

-Kralımız aslanla geçen gün görüştük. Ormandaki hayvanların okuluna bir müzik öğretmeni gerek. Sanırım sen bu işi yapabilirsin dedi.

Ağustos böceği çok memnun oldu? Hem keyfince ötecek, hem de karnını doyuracaktı. Tilkinin teklifini hemen kabul etti. 

Böylece, ormandaki tüm hayvanlar bol müzikli keyifli günler geçirdiler. Hayvanlar müzik konusunda bir şeyler öğrenirken, ağustos böceği de pek mutluydu?                                                                               

O kış ağustos böceği ne karıncanın, ne de başka bir hayvanın kapısını çaldı. Bundan da çok memnun oldu. Kış boyu aç kalmadı.Yuvasında yan gelip yattı.                                                                                                    

Ağustos böceğinin kışın aç kalarak kendisine gelmemesine önceleri çok şaşırdı karınca. Fakat olanları duyunca da çok memnun oldu.

*** NANKÖR ÇAKAL ***                                                                                   

Çakal ile tavşan çok iyi arkadaştılar. İkisinin bu arkadaşlığına yaşadıkları bir olay neden olmuştu. Bunu da ormanda duymayan kalmamıştı.  

Her duyan da, tavşanın bu cesur ve vefalı davranışından övgüyle söz ediyordu?

Tavşan bir gün ormanda dolaşırken, yakınlarda bir yerden gelen tüfek sesleri duydu. Kaçacağı yerde, çalılıkların arasına saklanarak yaklaşan gürültüyü izlemeye başladı.

Ellerinde tüfekleri ve peşindeki köpekleriyle avcılar bir çakalı kovalıyorlardı. Çakal yakalanmak üzereydi.

Tavşan, dikkatli bakınca çakalı tanımıştı. Bu Sivri Kulak´tan başkası değildi.  Ayağı da biraz topallıyordu. 

Cesur tavşan, hiç düşünmeden kendini avcıların önüne attı. Ve ondan sonra da, var gücüyle kaçmaya başladı. Avcılar çakalı bırakıp, tavşanın peşine düştüler. Kovalarken de ateş ediyorlardı.

Ormanın çalılık bir alanına giren tavşan, yuvasına doğru koşmaya başladı. Peşinden giden av köpekleri ise tavşanı yuvasına kadar kovaladılar.

Yuvasına kendini atan tavşan canını zor kurtarabildi. O gün ormanda yapılan bir törenle, ormanın kralı aslan tavşana bir kahramanlık madalyası taktı.

Bu olaydan sonra Çakal:

-Teşekkür ederim tavşan kardeş, benim için hayatını tehlikeye attın dedi.

Tavşan:

-Ne önemi var; sen de olsan benim için aynı şeyi yapardın. Biz ormandaki hayvanlar, hepimiz kardeş değil miyiz dedi. 

O günden sonra tavşan ile çakalın arkadaşlığı pek samimi bir şekilde sürdü.  

Bir gün yine birlikte ava çıkmışlardı.

Tavşan:

-Üç yavrumu doyurmakta zorlanıyorum, iyi bir av yapmam gerek diye yakındı.

Çakal ile tavşan ormanda avlanırken karşılarına birden iri mi iri azgın bir kurt çıktı. Kurdun çok aç olduğu bakışlarından belliydi. Ormanın bir köşesinde sıkıştırılan çakal ile tavşanın kaçacak hiçbir yeri yoktu.

Zor durumda olan çakalın aklına parlak bir fikir geldi. Çakal, kurda özel bir şey söylemek istediğini belirtti. Merak eden kurt izin verince de, çakal gelip, kurdun kulağına fısıldamaya başladı:

-Tam ağzınıza layık efendim, sizin için kandırıp getirdim. Dilerseniz yardımcınız olarak yanınızda da kalabilirim.

Acı acı gülümseyen kurt, çakala ölümcül bir ders verdi:

- Kendini feda ederek, hayatını kurtaran bir arkadaşını zorda kalınca satabiliyorsan, beni dünden satarsın dedi. Ardından da, tavşanı serbest bırakıp, çakala saldırdı.  

YAZARLAR

  • Salı 15.1 ° / 9.5 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Çarşamba 19.1 ° / 9.6 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Perşembe 16.4 ° / 10 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • BIST 100

    8718,11%-1,25
  • DOLAR

    32,33% 0,16
  • EURO

    35,17% -0,02
  • GRAM ALTIN

    2243,92% 0,03
  • Ç. ALTIN

    3950,05% 0,00