Cumali KARATAŞ


GEZİ NOTU *** İSTANBUL 2016 *** * İSTANBUL 1966


            /resimler/2016-7/12/1225132207167.jpg

Lise yıllarımızda, bıçkın gençliğin bir yerde rüştünü ispatlaması İstanbul´a kaçmakla olurdu. Baba-oğul iktidar savaşının doğurduğu bir psikolojik sonuç olarak da değerlendirilebilecek bir durum olarak düşünülen bu olgunun subjektif mağdurları vardı elbette her tarafa göre. Anımsıyorum? Bizim mahalleden Kürt Ahmed İstanbul´a kaçmıştı. Arkadaş grubumuzdan Hüseyin gitmişti İstanbul´a; gidiş o gidiş? Dahası, yalınayağa varıncaya kadar top oynanan bizim mahallenin bahçeden bozma futbol sahasında olmayan bir lisan fantezisiyle konuşulan o sohbetli vedada Bakır´ın bir uğurlanışı vardı ki İstanbul´a, mümkün olsaydı da o Bakır´la Çeto Necmi´nin konuşmalarını ilginç bir mahalle komedisi olarak kayıt altına alabilseydik.

            İstanbul Anadolu´nun Almanya´sıydı ya; hani taşı toprağı altındı ya. Gözüne kestiren, soluğu Topkapı´da alıyordu. Ver elini Haydar Paşa diyenin haddi hesabı yoktu.  Bu gidişin sırrı ?hayatını kurtarmakta? yatıyordu?

            -Ne yapim, hayatımı kurtardım arkadaş, iyi ki de gelmişim?

            -Vay gelmez olaydım; nerden gelmişim?

            -Vahh benim memleketim vahh? Gül gibi baba toprağını bırakıp da nasıl geldik buralara?  

            Bir dokun, bin ah işit sonuçta? Gelmeyen bir pişman, gelen bin pişmandı sonuçta.

            İçine girince anlıyordunuz? İstanbul, bizim o çocuksu naiflikler dünyasında pul üstünde gördüğümüz şehir değildi artık. Yalnız ticaret, ekonomi, iş dünyası değil, sanatın, kültürün de başkentiydi artık.

            Onun bunun böyle aklı estikçe kaçması, sinema ve edebiyat dünyasının kalbinin orda atması gazete ilanlarına kadar tutkuyu yanıtlardı? Güzel şiir yazanlara orda kitap çıkarılacaktı, sözde şair-yazar olacaklardı. Ya da artist olmak işten değildi. Erkeklerin neyse ya, evden kaçan kızların da vay halineydi artist-martis olacağım sevdasıyla.

            O yıllar tabii insanı çok gülümsetiyor şimdi? Sonraki yıllarda Ceyhan hapishanesinde ziyaret ettiğim Hazım´ın yazdığı aşk mektubunda davasına:?Bu mektubu nüzümarada oku?? uyarısını çektiği yıllardı. Şiir, mektup işleri de iyiydi ki, bazı arkadaşların sevdiklerine mektup yazıp, şiir eklediğimiz de olurdu. Edebiyat o ortaokul yıllarına kadar iniyordu ya bizde de böyle o sevda hep diri. Sonra, şair, yazar olmak almış başını gidiyor. Şiirlerimiz yayınlanıyor okul dergisinde, destan bastırıp da satmışız üstelik! Edebiyat Öğretmenimiz kitap bastıracağız deyip gaz verip duruyor.  Yılmaz Güney öncesi o yıllar? ?Yiğit Kanı? filmi sonrasında imzalı fotoğrafımız da gelmiş ki Kartal Tibet´ten, mahallede görmeyen kalmamış; havamız bin beş yüz yani.. Sen gel de kestirme yoldan artist, şair, yazar olma da ne yapacaksın. Ama yine de neyse ki bir kül yutmaz tavrımız vardı bu artist, şair, yazar ilanlarına karşı. Albenisi düşselliğe sürüklese de, o işin içinde bir bit yeniği olduğunu algılamıyor değildik.

            Biz tabii ne kaçıp göçtük, ne de İstanbullara gittik. Devam şiire, tarlaya, kazmaya, kozaya. İyi ki de gitmemişiz yani. Yazının yüzünde kazma, koza, pırasa, gül, portakal? Bir Elci Selim Emmimiz var, toprağı bol olsun, Kabadayı Köşker Tevfik´in abisi, şu tarla senin bu tarla benim deyip düşüyoruz yollara. Ama ondan çok daha önce de simit, eskimo, kunduracı çıraklıkları var Arasta´da, Tuzhanı´nda, dayılarımın yanında.

*İSTANBUL 2016:

            O yıllarda gidemedik ama sonraki yıllarda İstanbul´a sayısız defalar gidip, geldik. Bir yerde asker ocağımız sayılan İstanbul´da birçok anılarımız da oldu. İlk boğaz köprüsünün açıldığı günlerde geçtik; fotoğrafçılık yaptık asker ocağında; Çağlayan´dan, Mecidiyeköy´den geçtik..

            Sonraki yıllardaki bu gidişler sürdü? Arabayla, trenle, uçakla gidişlerimiz oldu. Son yıllarda ise MESAM ile ilgili olarak gitmeler başladı? Bir keresinde, ?Adana Yollarında?, ?Canım Gülüm Postacı? türküleri de bulunan ünlü bestekâr, şef Abdurrahman Yağdıran´la birlikte bir gitmemiz oldu ki pek keyifliydi.

            Mart´ın 18´i ve yine İstanbul? İki yılda bir yapılan Olağan Genel Kurul´ın 14.´si için İstanbul yollarındayız yine. Atatürk Hava Limanı´ndan metro yoluyla Şirinevler´de inip, metrobüsle Bomontinin üst taraflarında inip, Şişli´ye doğru aşağıya yürüyorum. Çok geçmeden de Cevahir Grand´dan giriyorum içeri. Sevgili Hüseyin´le birlikte kalıyorum. O, kendisine daha uyduğu için geceden düşmüş yola. Çok geçmeden de yerleşip, görüşüyoruz.

            Ertesi günü yapılacak genel kurul. Geçmiş yılların yapılan genel kurullarını anımsıyoruz. Yine bir gerilimli genel kurul olacak diye düşünmekteyiz. Bu konu genel olarak sıkıntı yaratan bir vurgu olarak yerini koruyor. Oysa sanatçıların, kurumsal olarak sanatçı kabul edilen bir kurumun genel kurulu böyle olmamalı diye düşünüyoruz. Sonuçta bir demokratik ortam. Saygı, sevgi, barış içinde olmalı her şey? Sonra, oraya, yönetime seçilen insanları sudan bahanelerle al aşağı etmek doğru bir şey de değildir.  

            *MESAM´DA BAŞKANLAR DÖNEMİ:

            Umutların doğmasına yol açan MESAM´ın 14. Olağan Genel Kurul´undaki olumlu, sıcak ve samimi havanın ardından genel kurul  iradesinin ezici çoğunlukla yansıdığı yönetim tablosunun ardından ?MESAM´da Başkanlar Dönemi? diye bir haber yapmıştım.  Orhan Gencebay, Arif Sağ, Attila Özdemiroğlu ve Ali Rıza Binboğa gibi MESAM´da Başkanlık yapmış olan birikim ve deneyimli isimlerin de aralarında olduğu Cahit Berkay, Emre Saltık, Ahmet Selçuk İlkan, Recep Ergül, Metin Karataş, Ali Haydar Timisi ve Suat Suna gibi isimlerden oluşan bir yönetim kadrosu göreve gelmişti. Bunun yansıması güç adına da olumlu bir işaretti. Eski yönetim kulunda yer alan isimlere Orhan Gencebay, Ali Rıza Binboğa ve Attila Özdemiroğlu gibi isimlerin eklenmesiyle güç ve uyum kazanabileceği düşünülen yeni MESAM yönetim kurulunun seçildiği 14. Olağan Genel Kurulu çok sakin geçmesiyle de dikkate değerdi. Orhan Gencebay ile Arif Sağ´ın birlik mesajı vermesinin önümüzdeki döneme yansıyabilecek bir olumluluk olarak da algılanan yansıttığı da gözlenen genel kurulda telif hakları adına bir umut doğurduğu görülüyordu. Fakat değindiğim gibi, daha sonra Attila Özdemiroğlu´nu kaybettik ne yazık ki.  

            Genel Kurula gelince? 19 Mart Cumartesi günü İstanbul Şişli´deki Grand Cevahir Hotel´de yapılan MESAM 14. Olağan Genel Kurulu´nda söz alan MESAM Yönetim Kurulu Başkanı Arif Sağ 160´dan fazla ülkeyle telif hakları konusunda birlikte çalıştıklarından söz ederek, MESAM ile MSG´nin birleşmesi için çalışacaklarını söyledi. Sözlerini sürdüren Başkan Sağ; MESAM´ın bir siyasi kurum olmadığını belirtirken, hep birlikte Türkiye´deki telif haklarlının daha da geliştirilmesi için çalışacaklarından söz ederek; ?Sevgili Orhan ve diğer arkadaşlarımızla birlikte sanatçılara uygun güzel bir kongre yapmak istediklerinden söz etti. 435 asil ve 155 vekaleten olmak üzere 590 oy sayısıyla girilen genel kurulda konuşan Başkan Arif Sağ´dan sonra faaliyet, yönetim, denetim gibi raporlar genel kurula sunuldu.  Birtakım eleştiriler ve bilgi vermelerle süren MESAM 14. Genel Kurulu´nda Yönetim kurulu ile birlikte Haysiyet Kurulu, Denetleme Kurulu ve Teknik Bilim Kurulları üyeliklerinin de seçimleri yapıldı. Ali Çağan, Hüseyin Aslan, Lütfi Gültekin, İsmail Hazar ve Fethi Perilioğlu Haysiyet Kurulu; Ali Ekber Eren, Mustafa Budan, Adem Aslandoğan, Hülya Şenkul ve Engin Aydın Denetlemem Kurulu;  Erdal Erzincan, Zafer Gündoğdu, Atilla Meriç, Kenan Çallı ve Kadir Şeker gibi isimler de Teknik Bilim Kurulu üyeliklerine seçildiler. Yedeklerde ise Ali Yavuz, Celal Ulusu, Ali Tekintüre, Faruk Demir, Erol Parlak, Amir Ateş, Fuat Güner, Ali Rıza Erdoğan, Elif Nun İçelli, Ahmet Can Akyol ve Turhan Taşan  (Yönetim Kurulu), Kadir Tapucu, Mustafa Karaçeper, Canan Karadeniz, Kadir Demir, Yaşar Sarıkaya (Haysiyet Kurulu), Mehmet Özcan, Banu Kırbağ, Nurettin Özcan, Ümran Çetin, Ömer Faruk Güney (Denetleme Kurulu), Zekai Tunca, Ali İhsan Kısaç, Selim Çaldıran,  Muharrem Naci Temiz ve Mustafa Sayan gibi isimler yer aldılar.

            *MESAM-MÜZİK:

            MESAM bir telif hakları kuruluşu. Kurulduğu yıllardan bu yana Nevzat Sümer´den, Yıldırım Gürses´ten günümüze Erol Sayan´lara, Ali Rıza Binboğa´lara, Arif Sağ´lara kadar süregelen süreçte yüzlerce sanatçı büyüklerimiz, arkadaşlarımız emek vere vere, yoktan var ede ede alıp bugünlere getirmişler.  Sonuçta bugün Türkiye´de eğer telif haklarından söz edilebiliyorsa bu, o güzel insanların bu kurum altındaki o idealize olan çabaları sonucundadır. Bu da böyle bilinmektedir. Oysa geçmişe baktığımızda, müziğin o altın devrinde dile düşen şarkıları olan insanlar hiçbir şey alamamışlardır; ya da komik rakamlar almışlardır. Buna bir somut örnek olarak şunu verebileceğim:1988-89 yıllarında G.Ekspres gazetesinde yaptığım bir dizi müzik röportajında, bir dönemin altın plaklar kazanan ?Feryat? ve ?Uykuda mısın Sevgili Yârim?? gibi dile düşen besteleri bulunan merhûm Kazım Sanrı´yla da bir röportaj gerçekleştirmiştim. Kazım Sanrı o röportajda İstanbul´un plakçılar çarşısı olan Unkapanı´na gittiği plak firmalarının bir çay bile ısmarlamayıp, ??seni meşhur ettik? dediklerini ve bir lira alamadan döndüğünü belirtiyordu. Düşünün bir, Kazım Sanrı´nın ?Uykuda mısın Sevgili Yârim?ini, aralarında Zeki Müren de olmak üzere 33 kişi plağa okumuş, Kazım Sanrı telif hakkı olarak beş kuruş alamıyor.   Olacak şey değil bu? Şimdi, bugün yürürlükte olan telif hakları gereğince Kazım Sanrı´ya hakkı ödenmiş olsa adam villalar alır.

            Aradan geçen yaklaşık 50 yıllık süreçte telif hakları oldukça gelişti ve evrensel düzeyde telif haklarıyla örtüşmesi için çaba harcanmakta. Şimdi bu yarım yüzyıllık dönemsel süreçte Türkiye´de telif haklarının gelişim ve müzikal değerin, müziğin gündem oluşturmasının da sevinçle üzüntüyü birlikte taşıyan bir paradoks getirdiği de ortada bulunan somut bir eylem? Bu eylem bir yandan müzik konusundaki telif haklarını olumlu bir düzeye taşırken, diğer yandan ne yazık ki müzikte bir kısır döngü çıkmazını başlatan olumsuz bir süreç olarak müzik tarihindeki yerini almaya başlamıştır. Kısaca sonuç şu yani? Dün müzik vardı, telif hakları yoktu; bugün müzik yok, telif hakları var. Eee sanatçı diyecektir yani müziksiz telif haklarını ben ne yapim?... Bu kuru kuruya gadanı alimden öteye giden bir şey değildir sonuçta. Özellikle geçimini müzikten sağlayan sanatçılar, müzisyenler şarkısız günlerine ağıtlar yakıp ağlayacaktır ama bu da kimsenin umurunda değildir. Konunun teşvik görmesi gereken en önemli yanlarından biri de budur kuşkusuz. Sanatın, sanatçının, onu temsil edenlerin çağın getirdiklerinin de elbirliğiyle yok ettiği ?duygu yitikliğine? karşı bir arayışa yönelip, önlem alınma istencini henüz daha bu günlere kadar görmedik. O nedenle MESAM´a, MSG´ye, MÜYOBİR´e ve aslında, Kültür Bakanlığı´na ve de TRT´ye düşen görev bu konuda güçlü bir çalışmaya gereksinim vardır. Çünkü o dahi insan Atatürk´ün nerdeyse yüzyıl öncesinden tespit edip vurguladığı ?Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.? Sözünün yansıttığı olumsuzluğu ne yazık ki bu gün toplum olarak yaşamaktayız. Kendi kültürümüze sahip olamamanın vurdumduymazlığıyla bugün sanat damarlarımız kopmakta, tıkanmakta; sanatı sevmeyen, önem vermeyen insanların, bakış açılarının da çabalarıyla bugün sanatta kavramlar değişmekte, teknolojinin bu alandaki olumsuz etkileriyle de uçurum derinleşerek, sanat yok olup gitmektedir. Buna karşı bir devlet politikasının yokluğu da ne yazık ki çok büyük bir eksikliktir. Bu nedenle, özellikle, varlığını telife, sanatçıya, sanatsal üretime dayayan bir kuruluş olan MESAM ve diğerlerinin en başta bu konuda diken üstü bir duyarlılık içerisinde olmaları gerekmez mi?

Yeniden MESAM´a döndüğümüzde, çok farklı, güzel, sanatçı meslek birliğine yakışan güzel bir genel kurulun gerçekleştiğini söyleyebilirim. Peki neden böyle bir hava yaşandığını da sormak gerekir değil mi?.. Bu konuda alacağımız yanıt, bir önceki genel kurulda birlikte davranmayan Orhan Gencebay ve Arif Sağ´ın güç birliği kararı almış olduklarından kaynaklandığını söyleyebiliriz.  Telif hakları ve müzik konusunda olumlu şeyler yapmak isteyen bu güç birliğinin bu konuda bir umut doğurduğu söylenebilir. Yani kısacası, bu genel kurulda da bir şeyler yapılmazsa eğer yeniden karamsar ve gerilimli hava etkin olacak ve bundan kaybeden MESAM ve sanatçılar olacaktır sonuçta. MESAM konusunda söylemek istediğim son söz; telif haklarının gelişmesi, bizim Yunanistan kadar aldığımız telif haklarının evrensel ölçülere çıkarılması ve müziğin içinde bulunduğu genel sorunların çözüme kavuşturulmasıdır. Bu sorunların bir tarafı da teşvik bağlantılı olarak MESAM ödüllerinin devreye sokulması, MESAM´ın kiradan kurtarılması ve gerekirse MESAM´ın ticari kimlikte bir görsel yayın organı olması gerekir. Kira diyoruz? Çünkü MESAM´ın 30 yılda verdiği kiralarla üç hizmet binası satın alınabilirdi.

            Şimdi şu genel kurul?

Her zamankinden çok farklı, olumlu, sanatçı meslek birliğine yakışan güzel bir genel kurulun gerçekleştiğini söyleyebilirim. Peki neden böyle bir hava yaşandığını da sormak gerekir değil mi?.. Bu konuda alacağımız yanıt, bir önceki genel kurulda ayrık olan Orhan Gencebay-Arif Sağ güç birliğidir. MESAM´da oldukça geniş bir oy potansiyeli olan bu iki müzik ustasının aldığı bu karar, müzik ve telif hakları konusunda bir umut doğurduğu söylenebilir? Müziğin ve telifin, oluşmayan, tıkanan, işlevsiz olan yollarının, sorunları çok iyi bilen ve çözüm için adım atacaklarına inanılan bu yönetimin çözebileceği, yararlar sağlayabileceğine inanılmaktadır. Genel kurulda, muhalif olarak, bu yönetimin bire dört-beş artı vermesinin özeti kısaca budur. Yani kısacası, bu genel kurul sonrası dönemde bir şeyler yapılmazsa eğer hiçbir genel kurulda bir şeyler yapılabileceğine de inanılmamaktadır. MESAM´ın da böyle bir lüksü yoktur, olması da istenmemektedir. Sonuçta, kaybeden MESAM ve sanatçılar olacaktır.  

            MESAM  konusunda söylemek istediğim son söz; telif haklarının gelişmesi, bizim Yunanistan kadar aldığımız telif haklarının evrensel ölçülere çıkarılması ve müziğin içinde bulunduğu genel sorunların çözüme kavuşturulmasıdır. Bu sorunların bir tarafı da teşvik bağlantılı olarak teşvik edici bir MESAM (ya da diğer müzik kuruluşlarıyla ortak) ödüllerinin devreye sokulması, MESAM´ın kiradan kurtarılması ve gerekirse MESAM´ın ticari kimlikte bir görsel yayın organı olması gerekir.

*MESAM´DAN DOST TABLOLAR:

            MESAM´daki dostlarından biri de M. Sabri Akçagül? Aydın´dan İzmir´e müzik uğraşını beste, güfte, şef, dernek yöneticiliği ve müzik firması gibi çok yönlü uğraşlarla sürdüren M. Sabri Akçagül´ün eserleri, Fatma Güneç´in ?Kuşadası - İsterim?, Safiye Yetimoğlu´nun ?Sen Sen Bebek?, Seher Dilmaç´ın ?Bir Sevda Olmalı?, Tolga Meriç´in ?Kanım Türkiye´m? - ?Beylerbeyi Güzeli? ve Canan Sezgin Geylan-Yahya Geylan  ikilisinin ?Ben Seni İki Kişilik Sevdim? adlı cd ve albümlerinde yer almış.

Bununla birlikte; M. Sabri Akçagül´ün hayatının ve bestelerinin notalarının yer aldığı üç kitapta da yayınlanmış. Dernekler kurmanın, yönetmenin, udi olmanın, güfte yazıp, beste yapan M. Sabri Akçagül, İleri Türk Mûsıkîsi Konservatuarı Derneği´nde Lâika Karabey´den tanbur öğrenmiş; büyük müzisyen, teorisyen ve müzikolog Hüseyin Sâdettin Arel´in takdirini kazanmış. Hatta bestelediği iki şarkısını da onlara ithaf etmiş. Bestelerini inceleyen H.Saadettin Arel ise:?Laika bu çocukla ilgilen? diye de özel bir yaklaşım göstermiş. Musıki çalışmaları yüzünden yatılı okul kurallarını çiğneyen, müzik çalışmalarını kıyıda köşede, merdiven altlarında gizlice yapan, aileden gelen harçlıklarını notaya yatıran M.Sabri Akçagül daha sonra, Aydın İleri Türk Mûsıkîsi Derneği´ni kurup, başkanlığını ve şefliğini yaparak birçok sanatçının yetişmesini sağlamış.  Yine daha sonra İzmir Musıki Derneği Başkanlığına getirilmiş. Uzun yıllardan beri çok yönlü olarak müziğe hizmet eden M.Sabri Akçagül´ün yüzü aşkın bestesinin içerisinde güftesi Sami Derintuna´ya ait olan ?Yorgunum Dostlarım Yorgunum Artık? gibi bazı eserleri de bulunmaktadır.  

            Bunun dışında, MESAM denince, pek neşeli çağrışım yapmıyor? Sanattaki yaprak dökümü MESAM için de geçerli. Bakınız ?Başkanlar Dönemi? dedik, sanki nazar değdi. MESAM Yönetim Kurulu üyesi Atilla Özdemiroğlu´nu kaybettik. Yolu açık olsun, toprağı bol olsun Atilla ağabeyin? Çok değerli bir sanatçı ve müzisyen olduğu kadar, MESAM konusunda engin birikimi olan bir başkan olmanın yanı sıra; tam bir İstanbul beyefendisi olabilecek zarafet ve inceliğindeydi. Son genel kurulda yoktu, hasta olduğu söyleniyordu. Çok geçmeden de aramızdan ayrıldı. MESAM´daki diğer bir kaybımız Bayram Koca´ydı. Bir, iki kez de telefonda görüşmüştük. Adana´ya geleceğini önceden bildirecekti, görüşecektik. Tarsus´lu Bayram Koca gazelhan, türkücü ve hafızdı. Daha sonra, henüz daha yeni, erken bir zamanda Mesut Eray´ı kaybettik. Fotoğraf ustası olan Eray, aynı zamanda uzun yıllardan beri fotoğrafçılık da yapmaktaydı.  Kaset, şiir kitabı ve albümü vardı. Uzun yıllardan beri Adana ve Çukurova´da da sahne almaktaydı. Yorucu çalışmalarına son zamanlarda musîki derneği başkanlığı (Gönül Bahçesi)  ile gazete sahipliğini (Ses Haber) Arada bir kirveliğimiz, 1988 yılından beri süregelen basın-sanat sarmalındaki çalışmalarımız olmuştu.  Son olarak topluca gittiğimiz o tren yolculuğu pek keyifli olduğu gibi sanatsal açıdan da özgünlük taşıyan bir gezi notuna kaynaklık yapmıştı. Hiç hesapta olmayan bir zamanda aramızdan ayrıldı.  Toprağı bol, yolu açık olsun diyorum.

         Şimdi dönelim sevgili Ali Tekintüre´nin dizelerine?.

Aldanma çocuksu mahzun yüzüne

            Mutlaka terk edip gidecek bir gün.

            Kanma sever gibi göründüğüne.

            Seni sevmiyorum diyecek bir gün. (Gidecek Bir Gün-s.5)

                        ***

            Gözümde canlanır koskoca mazi.

            Sevdiğim nerede, ben neredeyim.

            Suçumuz neydi ki ayrıldık böyle.

Kaybolmuş benliğim, ben ne haldeyim.(Dilektaşı-s.13)

            MESAM derken de, adıma imzalanan iki sanatçı dosttun kitaplarından da biraz olsun söz edebilmem çerçevenin bir parçası olsa gerek? Bunlardan ilki Ali Tekintüre. Kurul adaylıklarında ?Hayırlı olsun?? dileğini ilk ondan duyduğum bir dost? Bu yüzden de, naif, içten, yalın bir müzik adamı demek gerektiğini düşünüyorum her ne kadar şiir kitabından söz açılsa da. Ayrıca, Tekintüre´nin 1500 kadar eseri kaset ve cd´lerde, 350 şarkısı filmlerde, 50 kadarı da kliplerde yer almış. Şiir ya da sözlerinden 100 tanesinin de bestesi kendisine ait. Tam bir profesyonel yani sevgili Tekintüre?

            Kırılsın ellerim neye yarıyor.

            Gençliğim gidiyor, tutamıyorum.

            Tanrım bana vermiş yorgun ayaklar.

            Bahtımın peşinde koşamıyorum. (Kırılsın Ellerim-s.6)

            Ali Tekintüre´nin bestelenen şiir ve şarkılarını Zeki Müren, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Bülent Ers0y, Adnan Şenses, İbrahim Tatlıses, Emel Sayın, Neşe Karaböcek, Gülden Karaböcek, Müslüm Gürses ve Emrah başta olmak üzere birçok ses sanatçısı Tekintüre´nin yapıtlarını seslendirmiş. Ve sonra, onun bu halk şarkılarında milyonlar kendini bulmuş? ?Tanrım Beni Baştan Yarat?, ?Kadehi Şişeyi Kırarım?, ?Aldanma Çocuksu Mahsun Yüzüne?, ?Dilek Taşı?, ?Sürünüyorum?, ?Kırılsın Ellerim?, ?Anadan Ayrı?, ?Kaderi ben mi Yarattım?, ?Aldana Aldana?, ?seni Yakacaklar?, ?Canım dediklerim? ve ?Benim İçin Üzülme? gibi daha onlarca dile düşen şarkılar bunlar yani. Bunu müzik piyasasında söz-güfte vb. olarak gündeme getirmek her babayiğidin harcı olmasa gerek. O nedenle kutluyorum, şiir kitabıyla, ?Yaşamaya Geç kaldım? diyen sevgili arkadaşım Ali Tekintüre´yi. Ayrıca 

            Gelmeyin üstüme sakın gelmeyin.

            Dostu, arkadaşı kırarım bugün.

            Gözümde anılar canlandı yine.

Kadehi, şişeyi kırarım bu gün.(Kadehi Şişeyi Kırarım Bugün-s.74)

Diğer şiir kitabı Hikmet Işık Cankat´ın ?Cidağı?, orda da bazı güzel şiirler var, Umut veren bir şiir işçisi Cankat. Poeetik yolculukta gitgide ufkunu açan güzel örnekler var?

SAPAN

Bazı aşklar

Öyle saçma, öyle sapan?

Gerdirip aralarına lastiği, Bir kâğıt misali

Fırlatasım var

Gittiği yere kadar?(s.73)

Hikmet Işık Cankat 

Hikmet Işık Cankat, ?giriftar? diyerek eskilere gidiyor. Nereye kadar gidiyor diyeceksiniz? Çok değil? Halil Soyuer´e kadar gidiyor. ?Gidiceğin Yere Beni de Götür? diyen merhum Soyuer´in ?Hançer-i aşkınla ey yâr?ından hicaz bir klasik yaratan ünlü besteci Ekrem Güyer´in griftârlığına gönderme yapan Hikmet Işık, ?Darmadağın kalmalı/Bugün saçlarım,/Ruhum yerine/Gel tara öyle bir/Grift/ar ki??(Girift/ar-s.84), darmadağınlığını biraz da; ?Yanan/Masumiyetlerimiz,/Sevgiyle bakabilen/Gözlerimizdi?/İnsanca yaşama dair/Umutlarımız,/Kardeşliğe dair inançlarımızdı?/?? diyerek dizlerine adeta vurarak yaşamın barbarlığına dair olan tanıklıklarını, yakınmasının ucuna eklenen ??/Yandı bitti kül oldu?? eyvahıyla ?Madımak Anısına? (s.34) dile getirirken, son sözünü Berkin´e saklar?

BERKİN´E

Bu sabah da uyandım

Uyandığıma utandım!

Ömrümün on beş yaşını düştükten sonra

Kalan ömrümden!

Berkin?(s.36)

Hikmet Işık Cankat

             *İSTANBUL VE ?İNSANCIL?:

            Cevahir´e akşamüstü indiğimde, ilk fırsatta ayağımın tozuyla Taksim´e kadar uzanmayı düşünüyordum. Fakat o Taksim´de yaşanan terör barbarlığı yüzünden sonraya bıraktım. İstanbul gibi yoğunluk taşıyan bir yerde bir gün daha kalarak ancak uğrayacağım yerlerle görüşebilirim diye düşünüyorum.  Bu nedenle, bu İstanbul gelişinde klip çekimini bitirmeye çalışan Tahir´lerin bulunduğu yere metrobüs, dolmuş aktarmalı olarak gidiyorum. Daha sonra da, Beylikdüzü´ndeki otele geçiyoruz. Bu ara otelde Tahir´in klipini de izleme fırsatımız oluyor. Genelde ağabeyinin yazdığı şiirleri besteleyen sevgili Tahir Çakay´ın, bestelerine çektiği kliplerin de gayet güzel olduğu konusunda düşünce birliğine varıyoruz.

Ertesi sabah çok erkenden ordan ayrılıp, metrobüsle bir yirmi küsür duraktan sonra Çemberlitaş´tan inip, yayınevindeki bir arkadaşın da yanına uğradıktan sonra, Taksim´e gitmek üzere Beyazıt´a geliyorum. Daha sonra da, geçtiğim karşıdan Tünel yoluyla Taksim´e iniyorum. Galatasaray Lisesi´nin çok daha aşağısındaki tünel istasyonunda inince de inilecek durak konusunda yanıldığımı anlıyorum. Çünkü Taksim´de ineceğimi sanıyordum doğrusu. Yapacak bir şey yok? İstiklâl caddesinden Taksim´e doğru yürüyorum. Bu ara ileriye doğru gittikçe, İstiklal caddesinin eski kalabalığının olmadığını gözlemliyorum. Kolay değil tabii? Son aylarda birçok yerde patlayan bombalarla birçok vatandaşımızı kaybettik. İnsanlar, haklı olarak kalabalıklara girmeye çekiniyor. Bu ara, 2-3 gün önceki Taksim´deki bombalamayı protesto eden bir eylemin üzerine geliyoruz. Eylem ve davranışlarıyla terörü lanetleyen yurttaşların arasında bulunuyorum. Bu ara birkaç fotoğraf da alıyorum.  

Daha sonra ?İnsancıl´dayım?

300. sayıyı deviren, yayınladığı kitap ve yazın atölyeleri, seminerleriyle gürül gürül aydınlanmaya akan ?İnsancıl? dergisine kısa bir ziyaret yapıyorum? Doksanlı yılların başından beri İnsancıl´a şiir ve yazı gönderiyorum.  Orda bir aydınlanma gözcümüz var: Cengiz Gündoğdu. Anadolu´nun, yazarının, yazının, sanatın değerini iyi bilen bir aydınlatan sanat ustası. Bir başucu kitabı olan son çıkardığı yapıtlar da bunun somut bir göstergesi. Üstat Gündoğdu´nun ?yazılarını gönder?? dediği günden beri tüm çalışmalarımı gönderiyorum İnsancıl´a. Tabii hepsi bu değil? ?İnsancıl?ın, adına özgü bir nitelikle sanatsal bir simge haline gelmesinde emeği geçen Berrin Taş´ı da unutmamak gerekir. İnsanların bazen yaşamları boyunca tek bir kitap çıkaramadığı göz önüne alındığında, sanatsal çizgi ve düzeyinden ödün vermeden böyle yüzlerce dergi, kitap çıkarıp, bunları yapıtlaştırmak hiç de kolay bir şey değildir.  Burdan tüm ?İnsancıllılara selam ve sevgi gönderip, insan ve toplum adına kendilerine teşekkür etmek gerektiğini düşünürken; Cengiz Gündoğdu´nun ?Estetik Kalkışma?, ?Aydınlanma Kalkışması? ve hatta en son olarak daha henüz okuyamadığım güldeste içeriğinde hazırlanan ?Romanda Estetik Kalkışma-1?in oldukça yararlı birer başucu yapıtları olduğunu düşüyorum.

Ve sanırım şimdi bir şiirin yeri?

?Bir geliş, pir geliş?? demiştim ??Zile´den. 33 yıl olmuş dönmeyeli?? ?Kelebek Şairleri? anılmalı o yıllarda yazılıp, Ümit Yaşar Oğuzcan´ın süzgecinden geçen şiir ve küçük denemelerde Sezar´ın kulaklarını çınlattığımız, Zile kalesindeki ?Veni, Vidi, Vici? taş yazıtları duruyor mu hâlâ bilmem?? gibi bir değininin ardından da devamı gelmişti: ??Mağrur Sezar, ?Geldim/Gördüm/Yendim? sözcükleriyle zaferini ilan edişiyle ?tarihe not düşerken´ nerden bilebilirdi ki, onlarca yüzyıl sonra da olsa, ´Silivri dolaylarından yanıt veren bir ozanın ?derin duyarlıklı´ dizelerinde tarihe bir de insancıl not düşüleceğini. ?

GELDİM GÖRDÜM KALDIM

           -M.Balbay´a

            Geldim

            yaşamanın kıyısına

            gözyaşlarını

            geleceğe akıtanların yanına

            ***

            gördüm

            babasının sesini öpmek isteyen çocuğu

            tam kırıklarından sarılmaya çalışan saflığı

            sevgiyle çatışan kimsesizliğini insanın.

            ***

            kaldım

            yaşamanın kıyısında

            gözyaşlarını

            geleceğe akıtanların yanında. (Değerler Kitabı/Güzele Şarkı-s.35)

Nerden nereye değil mi?... Edebiyat tarihinin alt sıralarında yer bulacağına inandığım ?Kelebek Şairleri..? dönemi? Yüzünü bile görmeden, tek sözcük konuşup, talepte bulunmadan, şiir bağlantılı bir dolaylılıkla şiir yoluma ışık tutan iki insan varsa onlar Ümit Yaşar Oğuzcan ile Şemsi Belli olmuştur. Edebiyatta bu böyle? Her iki şair ile birlikte, tam bir müzik dahisi, enteli olan çok yönlü büyük usta Avni Anıl´ı da burda saygıyla anmanın bir gönül borcu olduğunu düşünüyorum. Işıklar içinde yatsınlar; toprakları bol olsun?

            Tam da zamanında gelmişiz? ?İnsancıl?daki tablo o gün bambaşka? Kartonlar, kitaplar adeta ayaklanmış giderim diyor!... Sonra bir nakliye pazarlığının da tam üstüne gelmişiz. Eee kolay değil, ben de 18-20 ev değişmişim, bu konulara hâkimiyet var yani? Sonra.. Seni iki arada bir derede sıkıştırmaya çalışan taşımacı blöfleri. Son defasında? Bir ay önceden anlaşıp, tembihlerle yokladığım taşıma firmasının üçkağıtçısı, eşyaları ve onlarca koli kitapları koliler içerisinde gördüğü halde ?Abi eşyan çok fazlaymış, fazla adam?? falan dediğinde hemen gönderip, yüz lira fazla vererek başka bir taşıma firmasını o gün getirtmiştim. Sinir bir şey yani, enayi sanıyorlar milleti? Bunu da orda anlatıp, ortada dönen pazarlığa vurduk biraz. Sonunda anlaşma sağlanıp, tarih kararlaştırıldı. Bu ara ?İnsancıl? bir gelişim var ki sormayın gitsin? Çok zaman geçtiği için de tanınmıyoruz haliyle. Böyle bir gülüşmemiz oluyor. Çok geçmeden ayrılıyorum ?İnsancıl?dan. Yeniden Adana´ya merhaba?    /resimler/2016-7/12/1227064553141.jpg/resimler/2016-7/12/1227178615791.jpg/resimler/2016-7/12/1227301584851.jpg/resimler/2016-7/12/1227411272480.jpg/resimler/2016-7/12/1227527522763.jpg/resimler/2016-7/12/1228045491736.jpg/resimler/2016-7/12/1228176429464.jpg/resimler/2016-7/12/1228288304788.jpg

YAZARLAR

  • Salı 15.1 ° / 9.5 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Çarşamba 19.1 ° / 9.6 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Perşembe 16.4 ° / 10 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • BIST 100

    8718,11%-1,25
  • DOLAR

    32,33% 0,16
  • EURO

    35,17% -0,02
  • GRAM ALTIN

    2243,92% 0,03
  • Ç. ALTIN

    3950,05% 0,00